3 Aralık 2011 Cumartesi

Yaşadığı hayata göre kadın profilleri

Sayımlara göre; Türkiye'deki nüfusun % 52'si kadın. Bu kadınların 28 milyonu evde otururken, 9 milyonu çalışıyor. Ve bir genç kız her sabah yatağında bu milyonların hangi tarafına ekleneceğinin kararını vermek zorunda olmanın ağır yüküyle uyanıyor.
Üstelik bu yük öyle bir yük ki, hiçbir zaman o omuzlardan inmiyor. Hayatının her döneminde gece yarısı kâbusu gibi ortaya çıkıyor. Her kararında, kariyer planında, evliliğinde, anneliğinde, 5 sene sonrasını düşünmeye başladığı her anında. Hem nesil yetiştirmek sorumluluğu olan annelik var o mecburiyet açmazının içinde hem de bir kendini ispat mücadelesi olan iş hayatı.
Bir erkek kadar yolun başından sonu belli bir sürece dahil olmak yerine, her köşe başında düşünmek zorunda kalmaktadır kadın; evim mi, işim mi? Bu soru işaretinin çengeli akşam katılacağı iş yemeğiyle de, okuluna bıraktığı çocuğundan sonra kendisini evine götüren kaldırımda yürürken "daha fazlasını yapmalı değil miyim" düşüncesiyle de takılmaktadır ayağına.
Bir zaman sonra bu takılmalar da tükenmekte ve kadın artık sadece bir kategoride kendini ifade etmektedir. Temelde 3 ana yaşam formuna ayrılan kadınlarımızın her biri hayata birbirinden o kadar farklı bakmaya, o kadar farklı inanmaya ve o kadar farklı yaşamaya başlarlar ki kadın profillerinin birbirlerine olan bu uzaklığı kadın-erkek uzaklığının bile ötesine geçer.
Kadınlık genlerinin 3 ayrı formülasyonu niteliğinde olan bu profiller, kadının hayattaki en açık seçenekleri olmaktadır. Ve toplum bunlardan birini seçmesi için onu iteklemektedir.
Fatma Hanım
Bu profillerden birincisi (ki bundan sonra "Fatma Hanım" olarak anılacaktır) kendisini ailesi içinde yok eden, aile havuzunun suları içinde eriyip ailesiyle adeta kimyasal bir karışım haline gelen fedakâr ama bir türlü "var olamamış" kadın. Bu tip kadına "sen kimsin" diye sorsanız kendini ya çocuklarından ya da eşinden doğru tanımlayacaktır. Onun sevdiği yemek veya hayran olduğu yazar yoktur, ama çocuklarınınkini ise size bir çırpıda söyleyebilecektir. Geleneksel kültürümüz bu kutsal "ana kadın" figürünü destekleyerek onu bu zamanlara kadar getirmiştir.
Tülin Hanım
Derken bu "ana kadınımız" hayatta kaçırdıklarına yönelik yaşadığı iç geçirmenin somut bir sonucu olarak yetiştirdiği kızını bu profilden öyle bir uzağa itmiştir ki anasına bakıp kızını almanız artık imkânsız hale gelmiştir. Yeni kızımız annesinin bu "ekonomik özgürlüğünü sağlamazsan sütümü helal etmem, kendi ayaklarının üzerinde duracak, kocana mecbur olmayacaksın!" nidalarını derinlemesine sahiplenmiş, annesinin profilinden koşar ayak kaçmış ve ikinci tip kadın (Tülin Hanım) profiline varmıştır. Bu yeni kadınımız ise kendini var etmek, ispat etmek duygusunu hayatının bir numarasına koymuş, "işte, evde, erkeğin olduğu her yerde ben de en az onun kadar varım; erkekten sadece genlerim farklıdır ki bu da hiç önemli değildir" demiştir. İş dünyasının kariyer yıldızı ama mutsuz anneleri de bu kategoridekilerin açmazıdır.
Yaşadığı gibi inanmaya başlayan kadınlar
İşin kritik yanı kadınlar, bazen erkeğin bazen de tümden toplumun onun adına söz söylemesi nedeniyle kendilerini ister istemez bir profil içinde bulmuştur. Sonra da sahip oldukları bu profili özümsemiş ve öyle inanmaya başlamışlardır. Yani itildikleri yaşam tarzları ve mecburiyetleri kadının bizzat kendisine olan bakış açısını bile şekillendirmiştir. Kadınların kadınlık algıları onların itildikleri yaşam tarzlarının sebebi olması gerekirken, sonucu olmuştur. Ve bu algıları onları diğer kadın tiplerinden her saniyede, her solukta farklılaştırdıkça farklılaştırmıştır. Adeta bir makas gibi başlangıçta çok az olan mesafeler, yaşadıkça büyümüş, büyüdükçe her biri bir diğer profildekini göremez, hissedemez, sevemez olmuştur.
Sosyolojik etkiler: Bütün bu hercümercin sebebi elbette ki toplumun dönüştürücü bakış açısından başkası değildir. Yani kadının kendisini çizmesinden çok toplumun kadını çizmesi ve çizdiği resme kadın-erkek bütün insanlığı inandırması sonucuyla yüz yüze gelinmiştir.
Toplum onu ya bir cinsel obje (ki bu seçeneğin sonucu olarak Türkiye işyerinde taciz sıklığı konusunda dünyada üçüncü ülkedir) ya da erkekle kıyasıya rekabet içinde topuklu bir "işadamı" olarak kategorize etmek istemiştir. Kadınlar, erkekler tarafından ya önce "kadın" sonra "çalışan" olarak algılanmıştır ya da erkek onu erkek gibi kabullenmiş ve onu sadece farklı giyinen bir işadamı olarak tanımlamıştır ki bu da kadına yönelik daha da büyük bir haksızlığı içermektedir.
Bu toz toprak içinde kadına kimse fikrini sormamış, o bir yerlere konamamış, hep kondurulmuştur. Ve sonra dönüp kendi konumunu kendi bile sahiplenmiştir.
Yepyeni bir kimya: Merve Hanım
Son olarak bu iki birbirinden nefret eden ve de ettikleri nefret ölçüsünde gittikçe kutuplaşan kadın tiplerinin sosyal duruşuyla ilgili bir "iç değerlendirme" yaparak ve bunların çözümünü kendine yönelik bulmayarak "evet önce ailem ama benim de kendi tercihlerimin yok olmadığı bir aile hayatı ve sosyal hayat" diyen kadın tipi türemeye başlamıştır. Bu kadın zaman zaman tercihlerini çocuklarının önüne koymasını bilir, kendine ait bir özgür alan açmasını bilir. Ama son tahlilde bir numarası yine de hep ailesidir. Fatma Hanım'da ailesiyle ilgili tercih yapmak başka bir şey yapamamanın mecburi bir sonucu iken, Merve Hanım'da bu ortak yaşama kültürünün gereği isteyerek ve bilerek gerçekleştirilmiş bir "seçim"dir.
İlginç olan, her kadın tipi zincirleme olarak bir diğerinin doğurganı olmuştur. Ve görünen o ki geleneksel çerçevenin yetiştirdiği Fatma Hanım'dan sıkılan ve ondan kaçışın ifadesi olarak oluşan Tülin Hanım'a da pek ısınamayan postmodern toplum "postpost" modern bir anlayışla artık Merve Hanım'ın hayalini kurmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder