4 Aralık 2011 Pazar

Yaşa göre spor önerileri

20’li yaşlarda kaslarımız güçlendirmek adına ağırlık çalışmaları, 30’lu yaşlarda daha çok alt bölge egzersizleri ve 40’lı yaşlarda ise kemiklere yönelik programlar uygulamamız gerekiyor. Tüm bunları yaparken her yaşa özel dikkat etmemiz gereken noktalar da var.

20'li yaşlarda kaslarınızı çalıştırın

Bu yaşlarda kemik yapımız yeteri kadar güçlüdür; dolayısıyla daha çok kaslarımızı güçlendirmek için ağırlık çalışmamız doğru olur. Bu yaşlarda uygulayabileceğimiz ideal program haftada üç kardiyo ve ağırlık şeklindedir. Kardiyo kısmı için 20 dakikalık bir yürüyüş, koşu veya bisiklet; ağırlık çalışması için de 20 dakika boyunca ağırlık barı ile çalışmanızı öneririz. Barı göğüs hizanızda tutun. Vücudunuz düz duracak şekilde, barı tutarak kendinizi yukarıya doğru çekin. Bu hareketi 15 tekrarla uygulayın.

Bu yaşlarda spor yaparken en çok dikkat etmemiz gereken nokta ise fazla abartmamak. Çünkü ihtiyacınızdan fazla kardiyo çalışmanız kas kaybına, dolayısıyla metabolizmanızın yavaşlamasına ve kilo alımına neden olabilir. Aynı şekilde ağırlık çalışmasında da dikkatli olmak gerek. Düşük ağırlıklı çok tekrarlar yerine, yüksek ağırlıklı az tekrarlarla çalışın.
 
30'lu yaşlarda alt bölgeye ağırlık verin

30’lu yaşlar vücudumuzda belirgin değişikliklerin söz konusu olduğu dönemdir. Çünkü bu yaşlarda artık metabolizmamız yavaşlamaya başlar ve dolayısıyla kilo vermemiz zorlaşır. Bu yaşlarda beslenmemiz özen gösterdiğimiz kadar, yaptığımız spora ve egzersizlere de aynı dikkati göstermemiz gerekir. En çok kas kaybı vücudumuzun alt bölgesinde yaşandığından özellikle bu bölgeleri çalıştırmanızı tavsiye ederiz. Bu yaşlar için ideal program ise haftada üç kardiyo ve ağırlık şeklindedir. Kardiyoya 20 dakikalık bir vakit ayırmak ve koşuya ağırlık vermek doğru olacaktır. Alt bölge için ise 30 dakikalık ağırlık çalışması yapın. Örneğin; iki kolunuzu öne uzatın, sol ayağınızla bir adım atın ve eğilin. Tüm vücudunuzu ve kollarınızı sola döndürün. Aynı hareketi sağ tarafa uygulayın ve bu egzersizleri 15 kez tekrar edin.

Bu yaşlarda dikkatli olmanız gereken onu birinci olarak vakit yaratmaya özen göstermek. Kısacası sporu yaşam tarzınızın bir parçası haline getirmek! İkinci dikkat edilmesi gereken ise bu egzersizleri yaparken rutinden uzak durmak. Yani uyguladığınız hareketleri değiştirerek çalışmaya dikkat edin.
40'lı yaşlarda kemikleri kuvvetlendirin

40'lı yaşlar vücutta artan değişimle birlikte spor ihtiyacının da arttığı yaşlardır. Ayrıca kemikler için riskli bir dönem olduğundan ve menopoz dönemine geçiş yaşandığından biraz daha dikkatli olunması gerekir. Bu yaşlarda egzersiz programını haftada üç kardiyo ve ağırlık; ama farklı günlerde olacak şekilde organize etmeliyiz. 45 dakikalık bir koşu, yüzme veya bisiklet ideal olacaktır. Farklı günlerde yapacağınız bazı ağırlık hareketleri de duruşunuzu ve kemik yapınızı düzeltmeye faydalı olacaktır. Az önce bahsettiğimiz gibi riskli bir dönem olduğu için 30 dakikalık ağırlık çalışmaya ve programınızı mutlaka bir spor uzmanının hazırlamasına dikkat edin.

Bu yaşlarda dikkat etmemiz gereken en önemli şeylerden biri esneme hareketlerini atlamamaktır. Yapacağınız egzersizlerden önce vücudunuzu esnetmek sakatlanmalara karşı önlem almanızı sağlayacaktır. Ayrıca vücudunuzu zorlamamaya dikkat etmek, kısa süreli ve düzenli egzersizler yapmak formunuzu koruyacaktır.
 
 

Düzgün duruş için pratik egzersizler

Yanlış duruş; yani kamburluk, düşük omuz veya çukur bel gibi durumlar hem sağlık açısından hafife alınmaması gereken hem de görüntü olarak kişiyi rahatsız eden bir durumdur. Doğru bir duruş ise bir o kadar sağlıklı ve özgüvenli bir durumdur.

Dik durmak için ne yapmalı? ve Duruş bozukluğunuzu düzeltin yazılarımızda sizlerle bazı detayları paylaşmıştık. Şimdi de Florence Nightingale Hastanesi uzmanlarının doğru bir duruş için önerdikleri pratik egzersizleri paylaşıyoruz.
Ayakta yapılacak egzersizler

Çeneniz geride, başınız dik, kollarınız gövdeye yakın, karın düz olacak şekilde yürümeye çalışınız. Kauçuk tabanlı, kaymayan ayakkabıları tercih ediniz. Yürürken ayaklarınız dışa doğru değil öne doğru baksın.

Bir duvara karşı durup kollarınızı kaldırabildiğiniz kadar yukarı kaldırın. Bu esnada karnınızı içeri çekerek belinizi düzleştirmeye çalışın. Bu egzersizi yaparken bir kolunuzu kaldırabildiğiniz kadar yukarı kaldırırken, diğer kolunuzu indirebildiğiniz kadar aşağıyı doğru uzatın. Daha sonra kollarınızı değiştirin.

Ellerinizi arkadan bel ortasına getirin. Eğilebildiğiniz kadar arkaya eğilmeye çalışın. Bu esnada karın kaslarınızın kasıldığını hissedin.

Sırtınızı bir duvara yaslayınız, ayaklarınızı 25 cm kadar duvardan uzağa koyunuz. Dizleriniz hafif bükülü durumda iken baş, omuz ve sırtınızı duvarla temas halinde tutunuz. Bu pozisyonda, duvarla temas halinde iken aşağı-yukarı kayın. Sırt bölgenize plastik bir top koyarak bu egzersizi daha etkili hale getirebilirsiniz.
 
Oturarak yapılacak egzersizler

Otururken omuzlarınızı kaldırabildiğiniz kadar kaldırın. Sonra omuzlarınızı öne, aşağıya ve arkaya hareket ettirerek daireler çizin. Bu hareketi ayakta da yapabilirsiniz.

Arkalıklı bir sandalyede ya da taburede oturun. Kürek kemiklerinizi orta hatta doğru yaklaştırabildiğiniz kadar yaklaştırın.

Arkalıklı bir sandalyeye oturun. Sandalyenin kollarından tutarak sırt bölgenizi sandalyenin üst destek noktasına getirerek geriye doğru geriniz.
Yatarak yapılacak egzersizler

Dizleriniz bükülüyken sırt üstü uzanın. Başınız ve omuzlarınızı yere koyun. Bu esnada kalça, uyluk ve gövdenizi kaldırarak köprü kurun. Bu egzersizi daha sonra sağ ve sol bacağınızdan ayrı ayrı destek alarak tekrarlayın.

Dizleriniz bükülü iken sırt üstü yatın. Kalçanız çok hafif kalkarken, karnınızı içe çekin ve bel çukurluğunu yere bastırmaya çalışın.

Sırt üstü dizleriniz bükülü iken yatın, kürek kemiklerinizin arasına rulo haline getirilmiş büyükçe bir havlu koyun. Omuzlarınızı aynı anda yere doğru yaklaştırmaya çalışın.

Yüzüstü uzanın önce sağ sonra sol kolunuzu havaya kaldırmaya çalışın. Aynı hareketi karnınızın altına bir yastık koyarak kollarınız yanda iken tekrar ediniz. Bu hareketi yaparken sağ ve sola doğru gövdenizi esnetin.
 
 
 
 

Kadınlara savunma dersleri

Türkiye’ye gelen sanatçı ve işadamlarının yakın korumalığını üstlenen, son olarak geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gelen Monica Belluci’nin korumalığını da yapan Çağdaş Agun tarafından Serotonin Mutluluk Akademisi’nde "Kadınlar İçin Savunma Dersleri" veriliyor.

Türkiye Kick-Box Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi ve karateci Çağdaş Agun, bir kadının fiziksel açıdan kendisinden daha güçlü bir saldırgana karşı kendini savunabileceğini söylüyor. Üstelik kadınları pek çok konuda erkeklerden daha cesur bulduğunu söyleyen Agun, kadınları içlerinde var olan müthiş gücü ortaya çıkarmaya davet ediyor.

Tıpkı bisiklete binmeyi öğrenmek ve asla unutmamak gibi, tekrarlayarak bedenin öğrenmesi üzerine kurulu, sistematik program, kapkaçtan darpa, fiziksel tacizden daha ağır tacizlere karşı her türlü risk için temel savunma becerilerini kazandırıyor. Aynı zamanda savunma refleksini içselleştirerek kadınların hayatlarının diğer alanlarını olumlu etkileyen savunma dersleri, kondisyon ve form kazandırırken eğlendiriyor da.

Serotonin Mutluluk Akademisi
Cemil Topuzlu Cad.
No: 44 Çiftehavuzlar
Tel: 0216 357 4142

http://www.serotonin.com.tr/

Hangi sporu yaparken ne yemeli?

Sağlıklı yaşam için spor yapmak yeterli değil. Aynı zamanda yaptığımız spora uygun bir beslenme düzenini de takip etmeliyiz.

İşte, herkesin aklına takılan 'Hangi sporla hangi diyeti uygulamalıyım?' sorusunun cevabı...
YOGA-PİLATES

Yoga ya da pilates derslerine girmeden en az 1-2 saat önce yemek yemeyi bırakmalısınız. Çünkü, midenin özellikle ağır yemeklerle dolu olması dersler sırasında sindirim sistemine büyük rahatsızlık verebilir.

Yoga ve pilates sırasında fazla kalori yakılmadığı için bu sporları yapanların hafif, sağlıklı beslenmeye ve çok yağlı, şekerli besinler tüketmemeye önem vermeleri gerekiyor.
AEROBİK

Derslere başlamadan yaklaşık yarım saat önce yiyeceğiniz bir kase yulaf ezmesi ya da tam tahıllı gevrek, size ihtiyacınız olan enerjiyi sağlar.

Çok tempolu bir seansa girecekseniz birkaç yudum isotonik (Kandaki elektrolitleri dengeleyip, su kaybını önleyen) içecek performansınızı artırma açısından işe yarayabilir. Şeker miktarı düşük olan sporcu içeceklerinden de faydalanabilirsiniz.
KOŞU-SALONDA ÇALIŞMA

Beslenme uzmanları, yoğun tempolu egzersiz yapacak kişilerin, egzersize başlamadan iki üç saat önce yüksek miktarda karbonhidrat içeren yemekler yemelerinin onlara enerji vereceğini söylüyor.

Egzersize başlamadan yarım saat önce, tam tahıl içeren gıdalar ya da bir enerji barı tüketebilirsiniz.
AĞIRLIK ÇALIŞMASI

Ağırlıklarla yapılan dayanıklılık çalışmalarında önemli olan önce değil sonra yediklerinizdir. Çünkü bu tip çalışmalar sonrasında kasların proteine ihtiyacı olur ve çalışmanın hemen sonrasında protein içeren bir şeyler tüketmek (Örneğin bir bardak süt) kas oluşum sürecini destekler.

UZUN SÜRE KOŞMA

Su kaybını önlemeniz çok önemli. Bunun için; isotonik özellikte içecekler içmek gerekir. Taze sıkılmış meyve suyuna bir tutam tuz atarak kendinize bu tip bir içecek hazırlayabilirsiniz.
BİSİKLET
En fazla güç ve enerji gerektiren sporlardan biri de bisiklettir. Pedallara asılmadan önce su, isotonik bir içecek içmeyi ayrıca yol boyunca enerjinizi korumanıza yardım edecek birkaç besini -bir adet muz ya da bir adet tahıl barı- yanınıza almayı ihmal etmemelisiniz.
YÜZME
Yüzme seanslarından istediğiniz verimi almak için beslenme uzmanları, güne protein ve karbonhidratla başlamanızı öneriyor.

Kuru meyveler, kuru yemişli tahıl barları, kan şekeri seviyenizi ve enerjinizi korumanız için yiyebileceğiniz ideal atıştırmalıklardandır.
 
 

Göbek eriten sporlar

Ne diyetler yaptınız ama şu göbekten bir türlü kurtulamadınız. Umutsuzluğa kapılmayın, sadece biraz yerinizden kalkın ve hareket edin. Aslına bakarsanız günlük hayatın rutin hareketlerinin dışında yapacağınız her ekstra hareket, formunuza olumlu yönde katkı sağlayacaktır. Ancak bel inceltme ve göbeği eritme için özellikle bazı sporları öneriyoruz size.
Hulahop çevirme
Göbek eritmenin en etkili yollarından biridir hulahop çevirmek. Eğer hulahop çevirmeyi bilmiyorsanız ilk başlarda biraz zor gelebilir, ama öğrendikten sonra hem çok eğlenecek hem de göbek yağlarınızı eriteceksiniz.
Pilates
Karın ve sırt bölgelerini eşit oranda güçlendirip, vücudun üst kısmında sağlam bir iskelet oluşturmayı amaçlayan pilates, germe ve güçlendirme hareketleri ile yapılır. Pilatese başladığınızda birkaç haftada vücudunuzda belirgin bir daralma göreceksiniz. Gövdenizde yağ kütlesi azalırken, kaslarda ince uzun bir gelişme olur. Böylece göbeksiz bir vücuda kavuşursunuz. Pilates hakkında daha detaylı bilgi almak için Pilatesin mucizeleri adlı yazımıza tıklayın.
Yüzme
Yüzme, kilo kontrolünü sağlayan en önemli egzersizlerdendir. Bir saat yüzerek ortalama 500 kalori harcayabilirsiniz. Vücudu şekillendirmede önemli bir etkisi olan yüzme sayesinde göbek sorununuzun üstesinden gelebilirsiniz.
Mekik çekme
Sabah ve akşamları karın kaslarınız acıyana kadar mekik çekmek, karın bölgelerindeki kaslarınızın güçlenmesini ve bu bölgedeki yağların erimesini sağlar. Bunun için sırt üstü yere uzanın ve ayaklarınızı kendinize doğru çekin. Diz bölümünde 90 derecelik bir açı olmalı.

Kollarınızı gövdenizin üzerinde çapraz yapın. Sağ elle sol, sol elle de sağ omzunuzu tutarak ya da ellerinizi başınızın yanlarına sadece parmak uçları değecek şekilde koyarak mekik çekebilirsiniz.
Yürüme
Yürürken karın kaslarınızı kasılı tutarsanız aktif olarak karın kaslarınızı çalıştırmış olursunuz. Haftada en az üç gün yarım saat yürümek göbek yağlarınızı eritmede faydalı olur. Tabii bu yürüme sahilde salınma şeklinde değil, hızlı ve ritmik adımlarla olmalıdır.
 

Kilo verdiren en iyi 6 dans

Dans etmek sadece zevkli ve eğlenceli bir uğraş değil, aynı zamanda kilo vermeyi sağlayan harika bir egzersiz biçimi. Hem pek çok ünlü de formunu dansa borçlu değil mi zaten? Prova yapmak, koreografi öğrenmek, sonra da kıvrak bir şekilde dans hareketlerini yapmak, özellikle dans eden şarkıcılara form tutma imkanı sağlıyor.

Artık pek çok spor salonu dans dersleri veriyor. Öğrenmek biraz zamanınızı alabilir, ama unutmayın zaten o öğrenme aşamasında da hareket edip kalori yakıyorsunuz. Hem şöyle düşünün: Bir spor salonunda uzun saatler tek başınıza çalışmaktansa yanınızda başkalarının da olduğu eğlenceli bir ortamda dans egzersizi yapmak çok daha zevkli.
1. Göbek dansı
Geleneksel dansımızdaki marifetlerimizi sadece düğünlere saklamamak gerekiyor aslında. Çünkü bu kıvrak dans, karın kaslarını pek çok spor çeşidinden daha iyi çalıştırmaya yardım ediyor. Hem oryantal dans kursları da bugünlerde çok popüler, kurs bulmakta güçlük çekmezsiniz. Shakira, sıkı dur, rakiplerin geliyor!

Pudra.com’un önerisi: Galapera Kültür ve Sanat Derneği

Adres: Ensiz Sok. Şeref Apt. No:6 Kat: 2 Tünel-Beyoğlu-İstanbul
Tel: 0535 617 50 71
E-posta: laloze68@gmail.com
2. Zumba
Zumba, bugünlerde adı sık duyulmaya başlanan yeni nesil fitness trendi. Zumba, Latin dans müzikleri ve Latin dans adımları ile harmanlanmış eğlenceli bir dans. Bu dansla kalorileri yakarken, bir yandan kaslarınızı çalıştırıyor bir yandan da vücudunuzu esnetiyorsunuz.

Pudra.com’un önerisi: B-fit Fulya
Adres: 19 Mayıs Mah. 19 Mayıs Cad. Arkon Residance No: 22 Fulya-Şişli-İstanbul
Tel: 0212 212 35 66

B-fit Koşuyolu
Adres: Veysi Pasa Sok. Camlica Atayurt Sitesi D Blok 1. Kat No: 23 Koşuyolu-İstanbul
Tel: 0216 651 05 32

3. Hip hop
Hip Hop dansı hızlı tempodaki hareketleriyle rahatlıkla kalori yakmanızı sağlayan bir egzersiz. Bunun için illa ki bir dans kursuna gitmeniz de gerekmiyor aslında. Toplum içinde dans etme cesareti olan biriyseniz zaten gittiğiniz dans mekanlarında rahatlıkla bu dansı yapıyorsunuzdur. Hip hop müziğini açıp kendi kendinize evde de uygulayabileceğiniz bir dans bu. Pek çok fitness uzmanı hip hop dansını tavsiye ediyor, çünkü bu dans tüm dans türleri arasında en dinamik olanı.

Pudra.com’un önerisi: Afrocubanos Dans Kursu
Adres: İstiklal Cad. No: 112 / 114 Kat: 1 Galatasaray Beyoğlu-İstanbul
Tel: 0212 249 56 20
E-posta: info@afrolatindans.com
4. Çember dansıÇoğumuz çocukluğumuzda hulahop çevirmişizdir. Çok eğlenceli bir oyuncaktı doğrusu! Haydi, şimdi tekrar o eski günlere dönelim ve hulahop eğlencesini dans coşkusuna dönüştürelim. Müzikçalarınıza hareketli şarkılardan oluşan bir liste hazırlayın, “play” tuşuna basın ve hulahopu nasıl çevirdiğinizi deneyerek hatırlamaya çalışın. İşte size harika kalori yakma yolu.
5. Salsa
Hızlı ve ateşli salsa hareketleri kuşkusuz bir kadının ihtiyacı olduğu kadar kalori yakmasına yardımcı. Salsa kendi kendinize öğrenebileceğiniz bir dans değil ne yazık ki. Bir dans kursuna gitmek için kendinize boş zaman yaratmalısınız. Gözünüzün önüne Latin kadınlarının o sımsıkı vücutlarını getirin.

Pudra.com’un önerisi: Salsa Carnaval Dans Stüdyosu
Adres: Ataşehir Ata Çarşı No: 27 Kat 2 İstanbul - Ataşehir
Tel: 0216 455 0378 - 0216 455 0378
http://www.lasalsacarnaval.com.tr/

6. Tango
Salon danslarının kuşkusuz en güzeli tango. Aşkın dansı… Ama aynı zamanda harika bir egzersiz. Çünkü oldukça yavaş hareketler gibi görünse de aslında çok kalori yakıyorsunuz. Hatta bir saatte ortalama 200-400 kalori yakabiliyorsunuz.

Pudra.com’un önerisi: İstanbul Tango
Adres: Sıraselviler Cad. No: 33 Kat: 3 Taksim - İstanbul
Tel: 0532 497 75 68- 0532 263 71 61
E-posta: info@istanbultango.org

3 Aralık 2011 Cumartesi

Kadınlara özel sorular ve cevapları

Genç, yaşlı, eğitimli, eğitimsiz kadınların veya bu kadınlara eşlik eden erkeklerin kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarının muayenehanelerine adım attıkları andan itibaren kafalarında birçok soru dolaşıyor. Opr. Dr. Akif Poroy, yıllardır karşılaştığı soruları, sorunları derli toplu bir şekilde hazırlıyor, kitaplar yayınlıyor. İşte o soruların bazıları ve cevapları.

Kaç çeşit kızlık zarı vardır Kızlık zarı, vajina mukozasının dölyolu ağzında kıvrılmasıyla oluşuyor. Her kadında var. Kızlık zarının ortasında çeşitli büyüklüklerde delikler bulunuyor. Nadiren hiç delik olmayabiliyor. Bu durumda doktor ufak bir kesikle zarı açıyor. Sık görülen kızlık zarlarının başında, halka şeklinde olanı geliyor. Dölyolu ağzını daraltan ve ortasında bir deliği olan, en sık karşılaşılan zar çeşidi. Yarım ay biçimindeki kızlık zarı da sık rastlananlar arasında. Dudak şeklindeki kızlık zarı ise ortasında yukarıdan aşağıya dar bir yarık bulunan kızlık zarı. Bir de seyrek görülen kızlık zarları var. Örneğin deliksiz kızlık zarı bunlardan biri. Kalbur zar ise üzerinde değişik boyda delikler bulunanı. Son olarak köprülü kızlık zarı ile karşılaşılıyor. Bu tür kızlık zarında iki büyük delik bulunuyor ve iki deliğin arasında köprüyü andıran bir mukoza uzantısı mevcut.



Periyod dönemlerinde neden sancı çekiliyor Adet kanaması sırasında rahimde bir büzülme meydana gelebiliyor. Bu durum sancıya neden oluyor. Ayrıca aşırı sancılı adet kanamalarında, kalıtımın da etkili olduğu saptanmış. Ağrı kesici kullanılabiliyor. Masajdan da yararlanılabiliyor. Zaman zaman tedavide doğum kontrol hapları da tercih ediliyor.



Adet döneminde cinsel ilişkiye girilebilir mi Adet günlerinde cinsel birleşme, bazı iltihaplanmalara neden olabiliyor. Adet kanının etkisiyle dölyolu mikroplara daha açık hale geliyor. Yumurtalıklarda, yumurta kanalında iltihaplanmalar hatta tıkanmalarla karşılaşılabiliyor. Adet sırasında cinsel ilişkide bulunmak isteyen kişilerin temizliğe dikkat etmesi gerekiyor. Ayrıca prezervatif kullanılabiliyor. Adet sırasında AIDS virüsü daha kolay bulaşabiliyor.



Kadının gebe kalması için gerekli şartlar nelerdir Yumurtalıkların normal çalışması ve özürsüz yumurta hücresi üretmesi, yumurta kanalının açık olması, yumurta kanalındaki, yumurta hücresini dölyatağına taşıyan iletken yüzeyin iyi çalışır olması, burada yapışıklıkların, engellerin bulunmaması, dölyatağı iç yüzeyinin her ay normal bir gelişim göstermesi, dölyatağı kanalının açık olması, dölyatağı kanalındaki fizyolojik tıkacın her ay yumurtlama zamanında erkek hücrelerine karşı geçirgen duruma gelmesi, dölyolunda normal bir ortam bulunması yani herhangi bir iltihap ve parazitlerin bulunmaması, bu organlarda doğuştan bir anormallik veya sonradan ortaya çıkan bir engelin olmaması.



Erkekteki durum nedir Erkeğin bebek sahibi olması için testislerin normal çalışması, spermlerin normal özellik ve sayıda olması, yumurtalıklardan kamışa kadar spermlerin geçtiği yollarda herhangi bir engelin bulunmaması gerekiyor.



Gebeliğin önlenmesinde geleneksel yöntemleri nelerdir Tarihte gebeliği önleme konusunda geleneksel yöntemler arasında en çok denenen tabii yöntem, cinsel birleşmeden geçici bir süre vazgeçmekti. Bu öneri pek tutulmadı elbette. Daha sonra takvim yöntemi bulundu. İlaç ve gereç kullanılmayan doğum kontrol yöntemlerinin başında geri çekme geliyor. Basit, masrafsız çok yaygın olarak kullanılıyor. Ancak erkeğin dışarı boşalması cinsel doyumsuzluğa dolayısıyla cinsel ve ruhsal tatminsizliklere neden oluyor. Ayrıca bu yöntemle gebe kalma olasılığı çok yüksek. Cinsel birleşmeyi yarıda kesme yöntemine uzun süre başvuranlar, ruhsal hastalıklara yakalanma tehlikesiyle karşı karşıya. Bir de takvim metodu var. Esasını, yumurtanın yumurtalıktan atıldığı günlerde, cinsel birleşmeden kaçınma prensibi oluşturuyor. Kadının iki adet kanaması ortasına rastlayan günde yumurta hücresi yumurtalıktan atılarak yumurta kanalına geçiyor. Son adet kanamasının başladığı ilk günden hesaplandığında, adetin 13., 14. günü yumurta atılıyor. Ve yumurta iki gün yaşıyor. Bugünlerde cinsel birleşmeden kaçınmak gerekiyor. Her iki adetin ortasındaki bir hafta riskli kabul ediliyor.



Doğum kontrolünde bazı ilaç ve gereçlerden de yararlanılıyor mu Erkekler prezervatif kullanabiliyorlar. Dölyolu diyaframı, dölyatağı boynuna takılan kapak, dölyolu köpük tabletleri, fitiller, kremler doğum kontrol yönteminde tercih ediliyor. Hormonal yöntem olarak ise doğum kontrol hapları kullanılıyor.



Doğum kontrol hapları nasıl kullanılıyor Hap kullanmadan önce mutlaka kadın hastalıkları ve doğum uzmanına başvurmak gerekiyor. 21, 22 ve 28 günlük haplar mevcut. Haplar her gün aynı saatte alınmalı. Eğer unutulduysa, ertesi gün öğleye kadar iki hap birden içilmeli. Bir ay içinde hapın alınması birden fazla unutulmuşsa, hapların alınmasına devam edilmeli ve buna ek olarak, o ayın bitimine kadar gebeliği önleyici diğer bir yöntem daha kullanılmalı. 21 ve 22 günlük haplara adet kanamasının beşinci günü başlanıyor. Birinci paket bitip ikinci pakete başlamak için 21 günlük haplarda 7, 22 günlük haplarda 6 gün bekleniyor. 28 günlük haplara başlamak için de adet kanamasının ilk günü bekleniyor. Birinci paket bitince, ara verilmeksizin ikinci pakete başlanıyor.



Hap kullanırken nelere dikkat etmek gerekiyor Doğum kontrol hapına başlamadan önce idrarda şeker aranıyor. Tansiyonun ölçülmesi gerekiyor. Hap kullanılırken, her altı ayda bir jinekolojik ve meme muayenesi yapılıyor. Eğer görme bozukluğu, sarılık veya tansiyon yükselmesiyle karşılaşılırsa, hapların hemen kesilmesi gerekiyor.



Erkek nasıl kısırlaştırılıyor Erkek basit bir ameliyatla kısırlaştırılabiliyor. Bu ameliyatta her iki meni kanalı, meni geçmesine engel olacak şekilde kesiliyor ve bağlanıyor. Bu ameliyattan sonra erkekte orgazm sırasında eskisi gibi ejakülasyon ile karşılaşılıyor. Ancak ejakülasyonda gelen sıvıda meni olmadığı için çocuk olmuyor. Erkeklerin çoğu bu cerrahi müdaheleden sonra erkekliklerini kaybedeceklerini zannediyorlar. Bu doğru değil. Cinsel yaşama olumsuz hiç etkisi yok.



Orgazm sorunu, cinsel soğukluk ne anlama geliyor İstatistiklere göre her cinsel birleşmede orgazma ulaşabilen kadınların sayısı azınlıkta. Kadında orgazm olmama hali veya orgazm sorunu veya orgazm güçlüğü, cinsel soğukluktan farklı. Cinsel soğuklukta kadının cinsel içgüdüsü yok gibi. Cinsellikle ilgili davranışları itici buluyorlar. Orgazm güçlüğünde ise cinsel istek var ve cinsel olarak uyarılabiliyorlar, cinsel uyarılardan heyecan duyuyorlar fakat orgazm olamıyorlar. Orgazm olamayan kadının partneri ile ilişkisini gözden geçirmesi gerekiyor. Orgazm, öğrenilebilen bir refleks. Herhangi bir nedenle orgazm olamayan kadının cinselliğe bakış açısını değiştirmesi gerekiyor.



Gebeliğin belirtileri neler 28-30 gün gibi düzgün aralıklarla adet gören genç bir kadında kanamanın gerçekleşmemesi ilk olarak gebeliği düşündürüyor. Ancak bazı enfeksiyon hastalıkları, kansızlık, iklim, çevre veya meslek değişiklikleri, gebelik korkusu, gerginlik de adetin gecikmesine neden olabiliyor. Gebeliğin oluşmasıyla birlikte değişen hormonal denge ile bağlantılı olarak, kadında memelerde dolgunluk, hassasiyet ve acı oluşuyor. İkinci aydan itibaren memelerde büyüme görülmesi de olağan. Gebelerin çoğunluğu ilk haftalarda sabahları bulantıdan şikayetçi oluyorlar. Gebeliğin kesin belirtileri ise bebeğin karın üstünden bir uzman tarafından muayenesi, bebeğin hareketlerinin incelenmesi, kalp sesinin dinlenmesi ve gebelik testleriyle anlaşılıyor.



Gebelikte yalancı sancı ne demek Özellikle gebeliğin miyadına yaklaştığı günlerde düzenli olmayan sancılar kadını tedirgin edebilir. Doğumun başladığı düşünülebilir. Bu durumda paniğe kapılmadan hemen kağıt, kalem temin edilmeli. Bir, iki saatlik kontrol sırasında sancıların yalancı mı, gerçek mi olduğu ortaya çıkacaktır. Gerçek sancılar, aynı sürede kalır, yalancı sancılar ise düzensiz aralıklarla gelir ve bir süre sonra kaybolur.



Kan grubu uyuşmazlığının anlamı nedir İnsanların yüzde 85'inin kanında Rh faktörü bulunuyor, diğerlerinde ise bulunmuyor. Kanında Rh faktörü bulunanlar pozitif, diğerleri ise negatif grupta yer alıyorlar. Annenin kanının Rh negatif, babanın kanı da Rh negatif ise hiçbir problem yok. Babanın kanı Rh pozitif ise, bebek de Rh pozitif kan taşıyorsa, problem çıkabiliyor. İlk çocuktan ziyade ikinci çocuk söz konusu olduğunda daha tehlikeli.

Kadınların hayat mücadelesi

Yıldız Durak, 38 yaşında. Beş çocuklu. 16 yıllık evliliği süresince dayağı, işkencenin her türlüsünü yaşadı. Eşinin baskısıyla tesettüre girdi. İkinci bir kadının varlığını öğrendiğinde beşinci çocuğuna hamileydi. Tarikate girdi. Sonra mı? Yıldız Durak, geçmişini ve eşini İzmit'te bıraktı. Tesettürü attı. Beş çocuğunu alıp memleketi Konya'ya döndü. Acı dolu yıllarının üzerine sabır ve azimle pırıl pırıl, başarı dolu bir gelecek kurdu. 1994'te yerel TV'lerde kameramanlık, program sunuculuğu yapmaya başladı. Yıldız şimdi Kanal D ve Mil-ha muhabiri. Acıları mutluluğa, başarıya dönüştürdü. Konya caddeleri, Konya sokakları omuzunda kamerasıyla koşan ‘Erkek Yıldız’ı çoktan benimsedi. Yıldız, üç yıl önce ortaokul diplomasını aldı. Sırada lise ve üniversite diploması var.


Yıldız Durak, 1961 yılında, iki erkek çocuktan sonra, polis babasının görev yeri Gümüşhane'de doğuyor. ‘‘Annem beni istemedi. Kendisi gibi çile çekerim diye.’’ Altı yaşında döndükleri baba ocağı Konya'da, iki ağabeyinin arasında, erkek gibi büyüyor. Ta ki ilkokulu bitirinceye kadar. Ergenleşince dindar ailesi, kapalı giyinmesi, sokağa çıkmaması için baskı yapmaya başlıyor. Yıldız, kedisi Tekir'le odasına kaçıp okuduğu kitaplarla mutlu olmaya çalışıyor ve ortaokula gitmek için öyle ısrar ediyor ki ailesi karşı koyamıyor. Bir şartla izin veriliyor: Lise yok! Yıl 1972 ve polis baba kızının ‘‘Anarşist’’ olmasından korkuyor. Yıldız Orta üçe geçtiğinde 15 yaşında. Dünürcüler gelip gitmeye başlıyor. ‘‘Genç kızlığa adım atıyordum ama erkek arkadaş, flört gibi kavramlar o kadar yabancı ve saçma geliyordu ki.’’ Ve eşi olacak komşu oğlu N. ile karşılaşıyor. N., Ankara'da mobilyacı. Nişanlısından ayrılıp dünürcü gönderiyor Yıldız'a. Bir sabah annesi Yıldız'ı uyandırıyor. ‘‘Kalk, dünürcü geldi. Giyin. Seni vereceğim.’’ Yıldız, itiraz edemiyor. Annesi şaşırıyor. Bir tek babası itiraz ediyor. Kızının okuyup polis olmasını istiyor. ‘‘Aile yapıları da ters gelmişti. Annesi boşanmış, Konya'da ikinci evliliğini yapmıştı. Çok zenginlerdi.’’ Yıldız kabul ediyor evlenmeyi. O günleri, bu kararının nedenlerini şimdi farklı değerlendiriyor. ‘‘İlk karşılaştığım, ilk beğendiğim erkekti. Evlilik bir kaçıştı. Baskıdan kaçıp başka bir baskıya giriyormuşum da bilmiyormuşum.’’ DAYAK VE HASTANE





Yıldız nişanlanıyor ve okulu bırakıyor. Öğretmenleri kararına tepki gösteriyorlar, okumasını istiyorlar. Ama Yıldız evlenmekte kararlı olduğunu söylüyor. Dokuz ay nişanlı kaldıktan sonra evlenip Ankara'ya yerleşiyor. Yıl 1977. İlk iki yıl, evliliğinde önemli bir sorunla karşılaşmıyor. 1978'de ölü doğum yapıyor. İzmit'e taşınıyorlar. İlk çocuğu Tuğba doğuyor ve eşi N.'de kıskançlık başlıyor. Kıskançlığı arttıkça baskı ve dayak da artıyor. Tuğba yedi aylıkken Elif'e hamile kalıyor. N., Yıldız'ın bütün giysilerini imha edip tesettüre uygun giysiler alıyor. ‘‘Bütün bu olan bitenlere inanmıyor, kabullenmiyordum. Bir oyun gibi geliyordu.’’ Boyun eğmiş kocasına. Hemen her gün yediği dayaklara itiraz etmemiş. ‘‘Çocuklarım vardı. Kocama aşırı sevgim vardı. Ailemden uzaktım. Ne derse yerine getiriyordum.’’ 1982'de Burak doğuyor. Çocukluğundaki kedi ve kitapların yerini çocuklar ve bitmek bilmeyen ev işleri alıyor.

Yasin doğduktan sonra N.'nin şiddeti artıyor. Yıldız, eşinden ‘‘Kabus’’ gibi korkuyor. Çünkü N., dayak için herşeyi gerekçe göstermeye başlıyor. ‘‘Korkumla birlikte suçluluk duygum arttı. Çamaşır makinası bozulduğunda duyduğum suçluluğu, N. öğrendiğinde yiyeceğim dayağı düşünüyordum.’’ Her akşam dayaktan sonra Yıldız'ı kapının önüne koyuyor. Onu artık istemediğini, babasının evine göndereceğini söylüyor. Saatlerce merdivenlerde oturup eşinin kapıyı açmasını bekliyor. Baba evine dört çocukla dönmeyi hiç düşünmüyor. ‘‘Gelinlikle çıktığım eve ancak kefenle dönebiliceğim öğretilmişti.’’ Bir dayak sonrası Yıldız, kısmi felç geçiriyor. Komşuları hastaneye götürüyor. ‘‘Sinir krizi’’ teşhisi konuluyor. Altı ay tedavi oluyor. Evde herşeyden korkmaya başlıyor. Tuvalete yalnız gidemiyor. Kayınbiraderleri hocalara götürüyor. ‘‘Altı yıl boyunca doktorlar ve hocalar arası koşturdum.’’ TARİKATE GİRİŞ





1989 yazında da N., her yaz olduğu gibi çocuklarla birlikte Yıldız'ı Konya'ya, baba evine gönderiyor. Yıldız üç ay kalıyor ve eşinden habersiz İzmit'e geliyor. Buz gibi karşılanıyor. Yıldız ilk kez kuşkulanıyor eşinden. ‘‘Neden?’’ diye düşünmeye başlıyor. Biraz kurcaladığında, dördüncü çocuğu Yasin'e hamileyken eşinin hayatında bir başka kadın olduğunu, yıllar sonra öğrenmiş oluyor. Üç yıl ikinci kadınla mücadele ediyor. Bu arada tarikate giriyor. ‘‘Öyle bir boşluğa düşmüştüm ki. Çarşafa, bol, tesettürlü giysilere büründüm. toplantılara, ayinlere katılıyordum. Yaşama umudumu yitirmiştim. Herşey büyük günah gibi gelmeye başlamıştı. Kapıya gelen erkek dilenci bile.’’ Yıldız'daki bu değişim, eşinin hoşuna gitmiş. Yıldız'ın yeni hayat tarzı, N.'nin diğer kadınla ilişkisinde daha rahat davranmasına neden olmuş. ‘‘Bunun üzerine tarikatten, ayinlerden vazgeçtim.’’ Dayaklar tekrar başlamış. Bir keresinde televizyon antenini Yıldız'ın boynuna sarıp sıkmış. Genellikle hortumla dövüyormuş. Kapı önünde soğukta beklerken baba evine gitmeyi yine düşünmemiş. Beşinci çocuğu Mehmet Akif'e hamileyken, dokuz ay boyunca da dayaklar sürmüş. 1992'de Mehmet Akif doğmuş. Yıldız iki kızını Konya'ya göndermiş.

Bu arada eşi N., iflas ediyor, sefalet dolu günler başlıyor. Çocukların masrafını Yıldız üstleniyor. ‘‘Beş ay boyunca, evin alt katındaki atari salonunu, türban takıp ben işlettim.’’ Bu işten sonra kapı kapı dolaşıp triko giysi satıyor. ‘‘Bu arada ilişkisi üçüncü yılındaydı ve hálá inkar ediyordu.’’ KESİN KARAR



Eşinin hayatındaki diğer kadın, bir gün Yıldız'a telefon ediyor ve ne kadar gurursuz olduğunu söylüyor. Bunun üzerine Yıldız, ilk kez Konya'ya dönmesi gerektiğine karar veriyor. Bu kararı öğrenen N. değişiyor. ‘‘N'olur kurtar beni o kadından’’ diye yalvarıyor. Yıldız, ‘‘Eşime saygım kalmamıştı. Yine de son kez yardım edeyim dedim’’ diyor. Evliliklerinde yeni bir dönem başlayacağını düşündüğü sırada, yine telefonlar geliyor ve N., yine sevgilisine gidiyor. Yeni dönemin ilk dayağında Yıldız, o güne kadar yapmadığı bir şey yapıyor. Karşı koyuyor, dövdürtmüyor kendini. Hem de N. bu kez kapı önüne konuyor. N., ‘‘Sen kimsin, ne yapabilirsin? Sen bana muhtaç, beş çocuklu bir kadınsın. Bu hayatı çekmek, katlanmak zorundasın’’ diyor. İşte o an, Yıldız derhal gitmesi gerektiğine karar veriyor. Bu kararından, 16 yıllık eşi N.'ye hiç söz etmiyor. Ertesi gün eşi yokken hiçbir şey almadan, beş çocuğuyla Konya'ya gitmek üzere evini terkediyor. O günü hiç unutmuyor.



Anne ve babası, Yıldız'ı ve beş çocuğunu bir sabah karşılarında görüyorlar. ‘‘Mehmet Akif 14 aylıktı. Çalışacaktım. Ama ne iş yapacaktım? Eğitimli biri değildim. Hastanede temizlikçilik ya da çaycılıktan başka ne yapabilirdim ki?’’ O gün, pardesü ve başörtüsünü atıyor. Saçlarını kısacık kestiriyor.




Neden anlattım?


Amacım, kadınların hayatla mücadelesinde ne kadar yalnız olduğunu anlatmak. Gazeteciliğim nedeniyle bu tür olaylarla o kadar çok karşılaşıyorum ki. En son, iki çocuğuyla intihar etmek üzere olan bir kadın tanıdım. Devlet ve yasalar yeterli değil. Yüzlerce kadın arasında benim azmimi gösterip alnı ak sıyrılabilen o kadar az ki... Geri kalan kadınlar ne olacak? Birilerinin dikkatini çekebilirsem belki birkaç kadına yardımım dokunacak. Kadınların çaresizliğini görmek beni çok üzüyor. Kendimi aştım. Artık çevremdekilere yardım etmek istiyorum. Hayatımı beni anlayacak bir kadın olduğunuz için size anlattım. Umarım bir yararı olur.

Yıldızlar'a seslenmek istiyorum. Hangi şartlarda yaşarsanız yaşayın, belli bir noktada kalmayın. Mücadele edin, umutlarınızı kırmayın. Ben Polyannacılık oynamadım. Ve sihirli bir değneğe de sahip değildim. Ama inançla, azimle, umutla, onurla direnişimi sürdürdürdüm. Sürdüreceğim de. Allah'ın izniyle. Bilin ki güneş, battığı mutlaka doğacaktır.

İranlı kadınlar

Onlar açılmak, bizimkiler ise örtünmek istiyor
ÜNİVERSİTELERE, özellikle de ilahiyat fakültelerine türbanla girmek için eylem yapan kız öğrenciler ile onları destekleyen erkek arkadaşları acaba Afganistan ile İran kadınlarının verdikleri mücadeleyi izliyorlar mı?
İran'da çağdışı Humeyni despotizmi yüzünden kara çarşafa girmeye mahkûm edilen, sosyal haklarından yoksun bırakılan kadınlar büyük bir özgürlük savaşı veriyorlar.
Adım adım da başarıya gidiyorlar.
Önce çarşaftan kurtuldular, şimdi başlarını yarı yarıya örten örtülerle dolaşabiliyorlar, sınırlı da olsa sosyal yaşamda yer alıyorlar. (İslam devriminin katı şekilde uygulandığı yıllarda saçının bir tek teli görünse kırbaç cezasına çarptırılıyorlardı.)
Onlar, o çilekeş kadınlar, ılımlı mollaların iktidara gelmesinden sonra biraz olsun nefes almaya, insan olmanın onurunu tatmaya başladılar.
Onlar cendere içinde geçirdikleri o sıkıntılı yıllarda hep Türk kadınına, onun sahip olduğu özgürlüklere özlem duydular.
Baskılara dayanamayıp rejimden kaçan İranlı kadınlar, Türk sınırını geçtikleri anda çarşaflarını atıyorlar, gerçek kimliklerine bürünüyorlardı.
İranlı kadınların verdikleri mücadele bitmiş değil. Önlerinde daha çok uzun yolları var.
Eninde sonunda İranlı kadınlar çağdaş dünyanın çizgisini hem giyim kuşamda, hem de sosyal yaşamda yakalayacaklar.
Özlem duydukları Türk kadını gibi yaşama hakkına kavuşacaklar.
Afganistan'da yaşananlar ise daha büyük bir dram içeriyor.
Çünkü Taliban denen ilkel kafalı insanların getirdiği kapkara rejim, insanların bütün haklarını ortadan kaldırıyordu.
Hele kadınlar tam bir cehennem hayatı yaşamaya mahkûm edilmişlerdi.
Taliban çarşafı bile az görüyor, onları ‘‘burka’’ların içine sokuyordu.
Çalışmak ne kelime, evlerinden bile çıkmalarına izin verilmiyordu. Kız çocuklarının okula gitmesi de yasaktı.
Ne oldu? Afganistan dünyadan en az 300 yıl geride kaldı.
İslamiyet bu mudur? Bunları mı emreder?
Kuşkusuz hayır...
Ama bazı ilkel kafalılar, işte İslam'ı böyle uyguladılar. Ne acıdır ki bizde de hálá buna övgü düzen çağdışı kafalılar var.
Şimdi bakın Afganistan'a... İnsanlar ürkek ürkek insanca yaşama dönmeye çabalıyor.
Hele kadınlar... Taliban'dan kurtuldukları anda ‘‘burka’’ları atıyorlar üzerlerinden.
6 yıldır evinde oturmak zorunda kalan TV sunucusu Rida Azmi, Taliban'ın Kábil'den defolup gittiğini duyar duymaz ilk iş olarak ‘‘burka’’sını yaktığını söylüyor.
Taliban rejimi altında yıllarca acı çeken Afgan kadınları, Türk kadınları gibi yaşamak, onların haklarını kazanmak özlemi içinde.
Bundan sonra İranlı ve Afganlı kadınlar, Türk kadınını örnek alacak.
Onun gibi giyinmek, onun gibi sosyal yaşamda yer almak isteyecekler.
Mustafa Kemal'in 60 yıl önce Türk kadınına kazandırdığı, hem de parmaklarını bile kıpırdatmalarına gerek kalmadan kazandırdığı hakları elde edebilmek için mücadele edecekler.
Ve kimsenin en ufak kuşkusu olmasın, bunu başaracaklar.
Özellikle ilahiyat fakültelerinde türban eylemini sürdüren genç kızlarımızın, İran ile Afganistan'daki gelişmeleri iyi izlemeleri ve oradan dersler çıkarmaları gerekir.
Onlar çarşaflarından, örtülerinden kurtulmak, sosyal yaşamda yerlerini almak için onurlu bir mücadele veriyorlar.
Türkiye'de ise bazı genç kızlarımız örtünmek, sosyal yaşamdan kopmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Şaşırtıcı ve düşündürücü olan da bu çelişki.
İranlı kadınların güzellik merakı

İranlı kadınlar, güzellik salonlarına gidip, saçlarını boyatıp, makyaja önem veriyor.
Ancak İranlı kadının diğer kadınlardan bir farkı var: Dışarı çıktıktan sonra başörtüsünü takmak zorunda. İranlı Simin, tüm bunları ‘kendini daha iyi hissetmek istediği için’ yaptığını söylüyor. Kuaför Feride Yasami ise güzel görünmek istemenin kadınların doğasında var olduğuna dikkat çekiyor. Kozmetik ticaretinin ülkelerinde son zamanlarda çok geliştiğini söyleyen İranlı tüccarlar da bu işten memnun. Kozmetiğin yanı sıra gelişen bir diğer alan da estetik ameliyat. Çok dindar kadınların bile bir erkek cerrah tarafından muayene edilmekten rahatsız olsalar da Jennifer Lopez ve Britney Spears gibi ünlülere benzemek için bıçak altına yatmaktan çekinmediği belirtiliyor.
Bugün İslam Devrimi'nden 20 yıl sonra kadınlar için hayatın her alanında hálá birçok kısıtlama var. Bir kadının kocası, erkek kardeşi, oğlu ya da babası dışında bir erkekle konuşması yasak. Makyaj yasak. Bir kadın doktorun bir erkeği muayene etmesi veya tam tersi yasak. Kadınlar futbol maçlarını izlemeye de gidemiyor. Ama artık spor yapıyorlar. Başörtüleri, bol giysileriyle kimilerine göre daha müstehcen gözükse de sporun birçok dalında yer alarak rejimin kadınlara kapadığı kapıları zorluyorlar.

Mollalar 20 yıl önce İran'da iktidara geldiklerinde kadınların özgürlükleri de tehlikeye girdi. Geleneksel olarak istedikleri gibi gezme, istediklerini yapma ve istediklerini söyleme (tabii Şah rejiminin izin verdiği sınırlar içinde) özgürlükleri olan kadınlar tüm bunlardan yoksun kalabilecekleri bir gün geleceğini düşünmemişlerdi.

Ama günden güne başlarını örtmek ve çarşaf giymek zorunda kaldılar. Yine de zaman içinde kadınların çoğu bu sorunu başörtüsü ve bol giysiler üzerine uzun yağmurluklar giyerek çözdü. Bugün İran'da eğer bir erkek bir kadının elini sıkarsa, işinden olarak cezalandırılacak olan kadın, erkeğe bir şey olmuyor. Kamusal alanda kadınların erkeklerle birarada olmaları, birinci dereceden akrabaları olmadığı sürece yasak. Kamu taşımacılığında otobüslerin arka tarafı kadınlara ön tarafı erkeklere ayrılmış durumda.

Her gün genç erkekler özel güvenlik güçleri tarafından kızlarla flört ettikleri için tutuklanıyor. Aynı şey birazcık ruj süren veya başörtüsünün altından bir tutam perçemi görünen bir genç kadın için de geçerli.

Polis, otomobilleri düzenli olarak içki ve uyuşturucu bulmak için arıyor. Bu iki yıl önce göreli olarak liberal olan Başkan Muhammed Hatemi'nin iktidara gelişine kadar müzik kasetleri için de geçerliydi.

DEĞİŞİMİN SESİ

Hatemi'nin işbaşına gelmesinden bu yana İranlı kadınlar kamusal alanda da gözükmeye başladı. Önce işe İranlılar tarafından çok sevilen bir sporla başladılar; parklarda ve dağlarda yürüyüşle. Diğer bütün spor dallarında etkinlik göstermek için hálá erkek gözünden uzakta olmak zorundalar. Bu koşullar altında yüzme, binicilik, tırmanma, yelkencilik ve su kayağı yapabiliyorlar. Tahran'ın batısında her türlü su sporunun yapılabileceği suni bir göl var. Bu tür spor dallarında faaliyet

gösteren kadınlar vücutlarını gizleyecek bol kıyafetler giymek zorunda. Su sporları merkezinin başında olan Murteza Nuri Meclis Başkanı'nın yeğeni. Nuri, Devrimin Bekçileri olarak kendi kendilerini atayan Pasdaran'ları kovalayarak kadınların tarafında yer aldı. Onun sayesinde genç kadınlar, ailelerinin gözetiminde düzenlenen turnuvalara katılabiliyor. Murteza Nuri, Parlamento'da kadınların spor faaliyetlerinde yer almaları için yeteri kadar tesis olmadığı eleştirisini de yapıyor.

ŞAMPİYONLAR GELİYOR

Üniversiteye gitme şansı bulanların hepsi eğitimlerinin yanısıra spor faaliyetlerine de katılmaya cesaretlendiriliyor. Su kayağı, yüzme, binicilik ve kaya tırmanıcılığı dallarında artık kadınlar arası şampiyonalar da yapılıyor. Hepsi de oy verdikleri Başkan Hatemi'yi destekliyor.

Hatemi onlara ihanet etmedi. Sözlerini tuttu. Değişim ağır aksak da olsa gerçekleşiyor. Mutlak gücün muhalif kamptaki radikallerin elinde olduğu İran'da 7 ay içinde parlamento seçimi yapılacak. Kadınlar, o zaman değişimin daha da hızlanacağına inanıyor.

Sportif faaliyetlerde yer alanlardan biri, Dorsa Seyyedan, ‘‘9 yaşından beri su kayağı yapıyorum, son üç yıldır slalomda şampiyon oldum. Milli Takım'a seçildim ve bunu ailemin, antrenörlerimin ve Bay Murteza Nuri'nin cesaretlendirmesine borçluyum. Asya Şampiyonluğu'nda da yarışabilmeyi umuyorum,’’ diyor.
İranlı kadınlar Hatemi hayranı
İran'da genç kızlar sadece Leonardo DiCaprio'yu değil, İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi'yi de çok beğeniyor. Gençler arasında Hatemi'nin resmini cüzdanında taşıyanlar bile var.

Din adamlığından devlet başkanlığına yükselen Hatemi'nin çekiciliği konumundan, titiz giyimi ve aydınlık yüzünden geliyor. Geçtiğimiz günlerde bir kitap fuarında Hatemi'yle yanyana gelen 17 yaşındaki Meryem Omi, ‘Kendimi büyük bir çekim gücünün içinde hissettim’ dedi.

20 yaşındaki üniversite öğrencisi ise ‘Onu çok seviyorum. O kadar aydınlık, temiz ve çekici ki...’ diye konuşuyor. Sarah Taqani isimli bir öğrenci ise, ‘Sade öpmek istiyorum, tıpkı bir baba gibi’ diye hislerini dile getiriyor. Ancak Hatemi sadece kadınların değil erkeklerin de hayranlığını kazanmış durumda. Gençler arasında Hatemi'nin resmini cüzdanında taşıyanlar bile var. 1997 yılının Mayıs ayında yapılan seçimlerde gençlerin ve kadınların desteği 53 yaşındaki Hatemi'nin cumhurbaşkanlığına seçilmesinde önemli rol oynamıştı.

PIRIL PIRIL AYAKKABILAR

Hatemi, hem görünüşü hem de ılımlı fikirleriyle İranlı diğer siyasetçilerden ayrılıyor. Düzgünce taranmış gri sakalı, jilet gibi ütülenmiş cübbesi ve pırıl pırıl parlayan ayakkabılarıyla Hatemi, kamuoyu nezdinde puan topluyor. Hatemi'nin baldızı Zahra Eshraqi, Hatemi'nin çok titiz olduğunu, televizyoncular yakasına mikrofon yerleştirirken görevlileri cübbesini kırıştırmamaları konusunda uyardığını söylüyor.

& yıl Ulusal Kütüphane Başkanlığı yapan Hatemi İslam'ın farklı yorumları ve şeriatın gelenekler ve bireysel özgürlüklerle uzlaştırılması konusunda araştırmalar yapmış. ‘Akım Korkusu’ isimli kitabında şeriatı kendi yaşadıkları döneme adapte etmek isteyen reform yanlısı Şii liderlerin girişimlerini inceleyen Hatemi ‘Kent dünyasından dünya kentine’ isimli kitabında Batı tarzı siyasi düşünceyi irdeliyor.

Üniversite öğrencisi Taqani, ‘Yurtdışına çıktığında nasıl konuşacağını biliyor. Biz de onunla gururlanıyoruz’ diyor.

İranlı kadın milletvekili Elahe Kulayi
Dilerim Merve olayı bizde tekrarlanmaz
İRAN'ın başkenti Tahran'da ilk turda seçilen Tahran Üniversitesi Öğretim üyesi kadın milletvekili Elahe Kulayi, kıyafeti konusunda, mecliste ‘Merve Kavakçı vakasının tekrarlanmamasını’ diledi.
Azad Gazetesi'nin bugünkü haberine göre, reformcu İran İslami Katılım Partisi listesinden aday gösterilen ve % 36 oy alarak 13. sıradan milletvekili seçilen Kulayi, Öğrenci Haber Ajansı'na verdiği demeçte, şu ifadeleri kullandı:
‘İslami bir toplum için kabul edilebilir kıyafet, İslami değerlerin göstergesi olan bir kıyafettir. Dolayısıyla onun özel bir biçim veya formu üzerinde ısrar edilmemelidir. Çünkü kadınların özgür seçim haklarına saygı gösterilmesi gerekir. Kıyafetimin türü konusunda baskıyla karşı karşıya kaldığım takdirde, zorunlu olarak direneceğim. Dilerim ki Merve Kavakçı vakası bizim toplumumuzda tekrarlanmaz’.
Gündelik hayatında ve üniversitede öğretim üyeliği görevi sırasında örtünmek üzere çarşaf değil, manto ve başörtüsü giyen Eleha Kulayi, ilk kez olarak, seçim propaganda broşürlerine çarşaflı değil, manto ve sıkı bağlanmış başörtüsüyle çekilmiş fotoğraflarını koymuştu.
OTOBÜSTE AYRIMA HAYIR
Reformcu listeden Tahran milletvekili seçilen, İslam Cumhuriyeti Kadınlar Derneği üyesi ve şair Fatıma Rakei ise otobüslerde erkeklerle kadınların ayrı olması veya üniversitelerde kadınlarla erkekler, arasına perde veya duvar çekilmesinin, ‘gerçekten korkunç ve küçültücü bir hareket’ olduğunu söyledi. Rakei ‘Bizim kadınlarımız, kültürel gelişme bakımından kendilerine yönelik her türlü hakarete karşı koyma aşamasına geldikleri zaman, sokağa çıkıp ‘Beni niye üniversitede kardeşimden ayırıyorsunuz? Niye beni otobüste kardeşimden ayırıyorsunuz? Siz beni küçültüyorsunuz. Bu, bana ve kardeşime en büyük hakarettir' diye bağırabilir. Ancak maalesef hala o kültürden çok uzaktayız' dedi.
İranlı kadın polis devriyede
İran'da sokağa çıkan kadın polisler, suçluların peşine düşüp devriye görevi yapacak. Kadınların zamanla daha fazla söz sahibi olduğu ülkede, kadın polisler, "suç engelleme"de de aktif rol alacak.
100 kadın polisin katıldığı, dün yapılan bir resmi geçit töreninde, 1979 İran islam Devrimi'nden bu yana ilk kez bu kadar çok sayıda kadın polis birada bulundu.
Dini lider Ayetullah Ali Hamaney'in önünden erkek polislerle birlikte toplu halde geçerek adeta gövde gösterisi yapan kadın polisler, omuzlarında makinalı tüfek taşıyorlar ancak yine İranlı kadının geleneksel giysisi siyah çarşaf giyiyorlardı.
Tümü polis koleji mezunu olan İran polis teşkilatının bu yeni üyeleri, erkek polislerden farklı görevlerde de bulunacak ve bugüne kadar onların yer almadıkları aşamalarda söz sahibi olacaklar.
Kadın polisler devriye görevi yaparak "suç engelleme"de aktif rol alacaklar. Kadın suçluların vücut aramalarını da yine onlar yapacak.
Daha fazla eşitlik
İran üniversitelerinde kız öğrencilerin, erkeklere oranla daha kalabalık oldukları istatistiki bilgilerle kanıtlanmış. Ülkedeki kadınlara bir çok işte çalışma hakkı veriliyor. Ancak bir şartla, başlarını açmaları ve vücut hatlarını ortaya koyan giysiler giymeleri yasak. Hükümetin kimi departmanlarında çalışan kadınlara siyah çarşaf giyme zorunluluğu getirilmiş.
İrandaki kadınlar gün geçtikçe daha fazla hak elde etseler de, yine de çözümlenmemiş çok sayıda problemleri olduğunu söylüyorlar.
Ülke yasalarında yapılan, kadın haklarını savunan bir takım değişikler, İran'daki kadın hareketinin yol aldığının göstergesi olarak kabul ediliyor. Buna son örnek, ülkede yapılan son seçimlerde dikkate değer sayıda kadının aday olması.
Muhammed Hatemi'nin cumhurbaşkanı olduğu 1997'deki reform hareketinde, önemli roller üstlenen kadınlardan bazıları, şu an halen İran meclisinde görev alıyor.
Türk kadını Atatürk sayesinde kurtuldu
Atatürk, Osmanlı döneminde hiçbir hakkı olmayan Türk kadınına medeni haklarını vererek sosyal yaşamdaki yerini sağlamlaştırdı. Türkiye'de demokrasi var. İran'a da bir gün gelecektir. Ancak laiklik gelir mi, pek emin değilim. Çünkü halk istemezse laiklik gelmez. Örtünmek kadının rızasına bırakılsın. Türban takana ‘takma’ denmemeli. Ama, bir kadın eğer isterse caddede mayoyla bile gezebilir. Reform yanlıları arayıp tebrik etti. Nobel'in onları yüreklendirdiğini söylediler. Yıllarca mücadele ettim ve korkuyu yendim.
Son dönemlerin en sansasyonel Nobel Barış Ödülü'nü alan İranlı insan hakları savunucusu Şirin Ebadi ile Paris'te konuşuyoruz. Bugün İran'a döneceğini ve kendisini nelerin beklediğini de bilemediğini söylüyor. Söz İran'da demokrasiden, laiklik ve kadın haklarından açılınca biraz ürkek görünüyor Ebadi.
‘‘Yarın (bugün) gece yarısına doğru Tahran'da olacağım. Beni neyin beklediğini bilmiyorum. Ben ölümle tehdit edildim, hapiste yattım ama yılmadım ve mücadele ederek korkuyu yenmeyi öğrendim. Bildiğim bir şey var, bu ödül 20 yıldır İran'da demokrasi, özgürlük ve insan hakları için mücadele edenlere yeni bir güç ve enerji vermiştir’’ diyor.
Şah döneminde ülkenin ilk kadın yargıcı unvanına kavuştuktan sonra 1979'daki İslam devrimiyle birlikte koltuğunu kaybeden Ebadi'ye Türk kadınıyla İranlı kadının konumu arasındaki farkı soruyoruz. Anlatıyor:
ÖZGÜRLÜK LAİKLİKTEN GEÇMESE DE OLUR
Osmanlı döneminde hiçbir hakkı olmayan Türk kadınına Mustafa Kemal Atatürk medeni haklarını vererek sosyal yaşamdaki yerini sağlamlaştırdı. Yani Türk kadını şimdiki durumunu Atatürk'e borçludur. Atatürk'ün modern bir kişiliği olması ve devrimleri, kadının da sosyal yaşamda daha fazla hak almasını beraberinde getirdi.
Türkiye'de demokrasi var, İran'a da bir gün demokrasinin geleceğine eminim ancak laiklik gelir mi, pek emin değilim, zira laikliği halk istemelidir, halk istemezse laiklik gelmez. Laiklik olmadan da demokrasi olabilir. Kadınlar ve laikliğe gelince, benim görüşüm şudur, kadınların özgürlük yolu her zaman laikliğin yolundan geçmez. Her ülkenin kendine özgü kanunları vardır. Türkiye'de kadınlara tanınan haklar İran'da olup bitenlerden çok ama çok farklıdır. Genel olarak Asya kıtasında kadınların hakları kısıtlıdır. Tüm kadınlara tavsiyem, haklarını arasınlar ve almak için korkmadan yılmadan mücadele etsinler.
İSTEYEN KADIN MAYOYLA GEZSİN
İslam'ın yeni bir yorumu ile modern dünyaya uygun bir İslam modeli de uygulanabilir. Yöneten erkekler, şimdiye kadar İslam'ın yorumunu kendilerine göre yaptılar. Kadına karşı olan onlardır, İslam değildir. İnsanlar nasıl giyineceklerine kendileri karar vermelidir. Kimse türban takmaya mecbur edilemeyeceği gibi, takanlara da türban takmayın denmemelidir. Kimseye az giyin, çok giyin denmemeli, özgür bırakılmalıdır, eğer bir kadın cadde de mayo ile gezmek istiyorsa bu hakkı olması gerektiğine inanıyorum.
TUTUCU MEDYA BENİ SEDAT'A BENZETİYOR
Şirin Ebadi, İran'daki reform yanlılarından tebrik mesajları aldığını, ancak tutucu medyanın kendisini, Camp David'de İsrail ile anlaşıp Nobel Barış Ödülü aldıktan sonra suikaste kurban giden Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'a benzettiğini şöyle anlatıyor: ‘‘İran'da reform yanlıları bana dün bir mesaj göndererek tebrik ettiler ve aldığım ödülün onları yüreklendirdiğini söylediler. İran'daki tutucu medya ise beni Enver Sedat'la karşılaştırmaya başladı ve ödülümün Batı tarafından kasıtlı olarak verildiğini ileri sürdüler.’’
Enver Sedat, İsrail ile barış anlaşması imzaladıktan sonra İsrail Başbakanı Menahem Begin ile birlikte Nobel Barış Ödülü'nü paylaşmış ve 1981 yılında, Müslüman Kardeşler örgütü tarafından öldürülmüştü.
Uzak komşumuz İran!

Sovyetler Birliği'nin çökmesi, gerek Türkiye'nin, gerek İran'ın jeopolitiğine yeni boyutlar katarken İran'ı da, Rusya ile kara sınırımız artık kalmadığı için, en büyük komşumuz haline getirdi. Tarihi açıdan bakıldığında iki ülkeyi diğer İslam ülkelerinden ayıran bir özellik var: Her zaman bağımsız kaldılar ve geçmişte büyük imparatorluklar kurdular. Nüfusunun önemli bir kısmı Türk olan İran'ı asırlar boyunca Türk asıllı hanedanlar yönetti. Türk ve İran milletleri sürekli karşılıklı etkileşim içinde yaşadılar, aynı filozof ve mutasavvıflardan feyiz aldılar. Divan edebiyatına Farsça hákim olurken, İran şahları Türkçe şiir yazdılar, Sünni-Şii çatışması iki imparatorluk arasındaki kudret mücadelesinin bir sonucu ve simgesi oldu.

Soğuk Savaş sırasında Sovyet tehdidi altında Türkiye ve İran aynı cephedeydi. Fakat Bağdat Paktı ve CENTO çerçevesinde işbirliği yaptıkları halde aralarında bir güven ve dayanışma duygusu gelişemedi. 1979'daki İslam devrimi ise Türkiye tarafından haklı olarak komünizmden de daha büyük bir tehdit olarak algılandı. Gerçekten Türkiye'de radikal sol ancak yukarıdan, ya dışarıdan gelecek veya içeriden tahrik edilecek bir askeri müdahale ile egemen olabilirdi. Köktendincilik ise tabandan yayılmaya elverişli bir akımdı ve Humeyni bunu bütün İslam ülkelerine ihraç etmek peşinde koşuyordu. Bu yüzden güvensizliğin hákim olduğu Türk-İran ilişkileri birtakım iniş ve çıkışlarla mesafeli kaldı. İran adeta uzak komşumuz haline geldi.

Fakat İran'da 1997'den beri büyük bir kıpırdanma var. Cumhurbaşkanı Hatemi'nin etrafında toplanan sivil toplum, gerici ve baskıcı rejime karşı mücadele veriyor. Ne var ki devletin çarkları, özellikle yargı, polis, ordu, radyo ve televizyon yürütmeden sorumlu cumhurbaşkanının değil, Rehber-i Muazzam sıfatını taşıyan Hamenei'in ve gerici mollaların elinde. Merve Kavakçı'ya destek veren gösterileri de hem Türkiye'ye ve hem Hatemi'ye karşı onlar tertipliyor. Büyük çoğunluğuyla rejimden tamamen kopmuş kadınlar ise aksine, aydınlar ve gençlerle birlikte liberalleşme hareketinin başını çekiyorlar. Kadınlar insan haklarından mahrumiyetlerinin sembolü olarak gördükleri başörtüsüne, makyajlarını daha çarpıcı yaparak ve saçlarını kısmen dışarı çıkararak karşı geliyorlar. Bir İranlı yazar, kadınların tepkisini izah ederken, ‘‘Kadının örtüsü dışarıda değil, içeride olmalı. Başı örtmek mecburiyeti inanç noksanlığını yalanla gizlemek anlamına gelir’’ diyor.

Son zamanlarda Avrupa Birliği ülkelerinin hemen hepsi İran'a karşı bir açılma içinde. Amerika yavaş yavaş aynı yaklaşıma yöneliyor. Türkiye'nin de İran'daki evrimi daha yakından izlemesi ve desteklemesi gereklidir. Kaldı ki, bu aşamada Türkiye ile İran arasında bir yumuşama gözleniyordu. İran PKK'ya verdiği desteği azaltmış ve güvenlik alanında işbirliğine yanaşmıştı. İslam Konferansı Başkanı olarak PKK ve Öcalan konusunda Suriye ile varılan anlaşmaya katkıda bulunmuştu. 1996'da 20 yıl süre ile doğalgaz satımı konusunda imzalanan anlaşmanın uygulanması için gerekli boru hattı inşaatında kendine düşen yükümlülükleri yerine getirmiştir.

Türkiye ile İran arasında birçok alanda çıkar ve yaklaşım farkları elbette mevcut. Orta Asya ve Kafkasya'daki rekabet de sürecek. Fakat bugünkü dünyada işbirliği ve rekabet el ele gidiyor. Thomas Friedman'ın küreselleşme konusundaki son kitabında dediği gibi, ‘‘Soğuk Savaş zamanında dost ve düşman vardı, bugün ne dost kaldı, ne de düşman, sadece rakipler var.’’
Kadınlar sanat tercihlerini ‘geleneksel’den yana kullanıyor
 Ülkemizde son yıllarda özellikle kadınların geleneksel sanatlara ilgisinin arttığı, birçok özel atölyede yeni çalışmaların yapıldığı gözleniyor. İranlı minyatür sanatçısı Selina Puriya İran’da da geleneksel sanatçıların yüzde 80’e yakın kısmının kadınlardan oluştuğunu söylüyor.
İran, sınır komşumuz olduğu halde en az tanıdığımız ülkelerden biri. Oysa bu ülkenin halklarıyla aramızda tarihi ve kültürel birçok benzerlik bulunuyor. Bunların başında da tezhip, minyatür, ebru gibi geleneksel sanatlarımızın benzerliği geliyor. Türkiye’de son iki yüz yıldır bu sanatlardan bir kopuş yaşandı, İran’da ise bugünün insanlarına da hitap eden yeni üsluplarla gelişimini sürdürdü. Ülkemizde de son yıllarda özellikle kadınların bu sanatlara ilgisinin arttığı, birçok özel atölyede yeni çalışmaların yapıldığı gözleniyor. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da başlayan “İki Kültür Bir Sanat” başlıklı İran ve Türk minyatürlerini bir araya getiren proje için İstanbul’a gelen minyatür sanatçısı Selina Puriya, İran’da da geleneksel sanatları icra eden sanatçıların yüzde 80’e yakın kısmının kadınlardan oluştuğunu söylüyor. Daha ince ve zarif tarzları olduğu için geleneksel sanatların kadınlara daha yakın olduğunu ifade eden Puriya, “Tezhip ve minyatür, kadınların ince ruhlarına hitap ediyor. Özel bir okulda ders veriyorum. Öğrencilerimizin çoğu genç kızlar. Yaşlı ve çocuklarıyla birlikte kursa gelen kadınlar da var. Bu yıl iki dalda yapılan beşinci büyük minyatür yarışmasında bayanlar birinci oldu.” diyor.
19 yıldır minyatür yapan ve İran minyatür derneğinin asil üyesi olan Selina Hanım, İngilizce tercümanlık bölümü mezunu; ancak ailesinin zoruyla okuduğu bu bölümü diplomasını aldıktan sonra tamamen bırakmış. Türkiye’ye ilk defa gelen ve Türk kadınlarıyla ilk kez karşılaşan Selina Puriya, “Türk kadınların özel hayatıyla ilgili hiçbir şey bilmiyorum; ancak minyatüre ve geleneksel sanatlara çok ilgi gösterdiklerini gördüm ve çok şaşırdım. Bu çok güzel. Biz İranlı kadın sanatçılar olarak her türlü desteği ve tecrübelerimizi vermeye hazırız. İstediğiniz zaman gelip yardımcı oluruz.” diye konuşuyor.
Modern teknikleri Türkiye’de öğretmek isteriz
İran’ın en meşhur ressamlarından ders alan, beş sene desen çalıştıktan sonra yağlıboya ve suluboya ile devam eden sanatçıyı, hocası Ruyin Pakibar, “Sen minyatür yapmak için yaratılmışsın.” diyerek bu sanata yönlendirmiş. Minyatür sanatına ilgi duyanların mutlaka çok iyi bir altyapı kazanmaları gerektiğini belirten Puriya, diğer tarzlara göre, minyatürün çok sabırla çalışılması gereken bir teknik olduğunu, bu yüzden eserle sanatçı arasında daha derin bir bağ oluştuğunu ifade ediyor. “Minyatürü kendi ruhuma çok yakın hissediyorum.” diyen Puriya, Türk minyatür sanatçılarının eserlerini ilk kez gördüğünü ve çok beğendiğini dile getiriyor. Ancak, son iki yüzyılda bu sanatlardan uzaklaşılması nedeniyle İran’a göre Türk sanatçıların kullandığı tekniklerin çok eski olduğunu söyleyen Selina Puriya şöyle konuşuyor: “İki ülkenin bugün yapılan minyatürlerini görünce Türkiye’de yaşanan boşluk daha iyi hissediliyor. Bugün çok iyi hocaların sayısı fazla olmamasına rağmen, kendi başlarına ilerledikleri için eserlerinin çok büyük değeri var. ‘İki Kültür Bir Sanat’ projesi çok iyi bir başlangıç oldu. Bundan sonra İran’dan çok iyi hocalar Türkiye’ye gelip kurslarda ders verebilirler. Bu, İran minyatürünü buraya getirmek için değil, Türkiye’de modern teknikleri öğretmek ve sanatçıların hayallerini daha kaliteli, profesyonel tekniklerle ifade edebilmelerini sağlamak için olacaktır.”
Halkın içinden notlar
İranlılar, kendilerini 20 yıllık tecritten kurtaracağına inandıkları İslam Zirvesi'ne verdikleri önemi göstermek için ellerinden geleni yapmışlar. Tahran'ın dört bir tarafı, üzerinde "Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılıp dağılmayın" ayetinin üç dilden yer aldığı, zirveyle ilgili posterlerle süslenmiş. Zirve toplantısının adı olan 'Eclas' başkente hakim görünüyor; herşey 'Eclas'a ayarlı. Ünlü 'Bazar' bile zirve yüzünden üç günlük tatile sokulmuş.
Devrimin sonuca ulaşmasında başrollerden birini oynamış olan Bazar'ın zirve boyunca kapalı tutulmasının sebebi olarak trafik sıkışıklığına mahal vermemek gösteriliyor; trafik sıkışıklığının zirveyi engellememesi için otellerle toplantının yapıldığı semte giden bütün yollar, üzerinde zirve amblemi bulunmayan araçlara kapalı zaten. Bence, Bazar'ın tatile sokulmasının, zirveye katılan delegelerin dikkatinin dağılmaması gibi daha pratik bir sebebi olmalı.
Ben dikkatimi dağıttım ve zirvenin yapıldığı gece Tahran'ın en merkezi yeri olan Veliy-yül Asr meydanı ve caddesi üzerinde dolaştım; herkesin 'yenileniyor' dediği İran'ın bir de gayr-ı resmi yüzünü görmek amacıyla. Daha baştan kaydedeyim: İran, hiç değilse halk olarak, dünyaya kapalı olmanın zararlarını en azıyla atlatmış görüntüsünde. Halkta bizim sandığımız kadar büyük bir karamsarlık sezmedim Tahran sokaklarında dolaşırken.
Bir zamanlar Ortadoğu'nun zenginliğini en fazla gösteren başkentlerinden biriydi Tahran; o görüntü bütünüyle kaybolmuş. Caddelerde çok sayıda otomobil dolaşıyor, ama neredeyse hepsi İran malı mütevazı araçlar. Yabancı marka otomobil? Yok gibi. Zirve delegeleri emrine tahsis edilen otomobiller yabancı, hepsi o kadar.
Bir başka gözlem, kültür yerliliği. İran, 20 yıl önce, Ortadoğu'nun Batı'ya en açık ülkesiydi; 1978 yılbaşını Tahran'da Şah Rıza Pehlevi'nin misafiri olarak geçiren ABD başkanı Jimmy Carter, biraz da o görüntüye bakarak, "Kadehimi devrimler ve darbelerle sarsılan bir bölgede istikrar adası durumundaki İran için kaldırıyorum" demişti. Önünden geçtiğim sinemaların önlerinde ve sokaklardaki reklam panolarında duyurulan filmlerin hepsi yerli yapım bugün. Müzik de teşvik ediliyor muhakkak, ama İran'ın kendisine özgü bir müzik bu. Devrim, yerli bir kültüre önem vermiş, o kültür ülkede etkisini hissettiriyor.
Ancak yine de gençlerin İngilizce ibareler taşıyan fanilaları, yabancıya hayranlığı teşhir ediyor. Daha da şaşırtıcı bir gözlemim var: Kuzey Tahran'daki çoğu caddenin adını taşıyan levhalarda Farsça yanında İngilizce de kullanılmış.
Vitrinler her ülkede benzer bir şarkıyı terennüm ederler. Hangi ülkeye gidersek gidelim, dünyanın belli başlı markalarının ürünleriyle karşılaşıyoruz bugün. Veliy-yül Asr Caddesi üzerinde epey görkemli sayılabilecek vitrinle karşılaşılıyor, ama pek azı müstesna, hiçbirinde yabancı markaya rastlanmıyor; tek tük bildik markaların da 'dandik' olma ihtimali büyük. Bir çarşıda, kadın eşyası satılan bir mağazanın vitrininin baş köşesini bir çorap işgal ediyordu. Üzerini okudum; 'Öğretmen çorapları' yazıyordu.
Kadınların çarşaflı veya mantolu dolaştığı bir ülkede dükkanların kadın eşyasıyla dolup taşması ilk bakışta tuhaf gelebilir. Oysa, İran kadınının benzerlik içinde sergilediği çeşitlilik, kadının her yerde aynı olduğunu açıkça gösteriyor. Dış görünüşteki benzerliği bile farklı biçimde sergiliyor İranlı kadın. Yabancı marka eşya yok ama, yerlilerin de, görüntü olarak, yabancılardan bir farkı bulunmuyor.
Meydanın dört bir tarafına -yeni bittiği henüz boş duran dükkanlarından anlaşılan- çarşılar inşa edilmiş. Ankara'daki Tunalı Pasajı'nı hatırlattı gezdiğim çarşılar. Dükkanların bazısının camında kadınları uyaran duyurular vardı. Kimi, "Hicab-ı İslami ra riayed befermayend"; kimi de "Hicab-ı İslami ilzami est" biçiminde düzenlenmişti bu duyuruların. Etrafıma bakınca gördüğüm manzara, bütün kadınların derece derece örtülü olduğu bir ortamda, başörtüsü zorunluğunu hatırlatan bu uyarıların gereksizliğini düşündürdü bana.
Elimde kalem, vitrinlerde gördüğüm ilginçlikleri yazdığımı görenler biraz tedirgin oldular, ama kimse ses çıkartmadı. Ben de fırsattan istifade, birkaç özlü sözü defterime kaydettim. Bir dükkanın girişinde, "Namaz sütun-u din'est" yazmıştı sahibi; zaten dükkanın hemen yanıbaşındaki bir kapının üzerinde 'Namazhane' işareti bulunuyordu. Bir başka dükkan sahibi, altında hadis olduğunu belirttiği bir sözü camlatıp asmıştı: "Namaz nur-u çeşm-i menest."
Bunları bu kadar ayrıntılı aktarmamın sebebi, Farsçanın, özellikle edebiyata meraklı olanlarımız için, ne kadar kolay bir dil olduğuna ışık tutmak. Bundan birkaç yıl önce, o zaman dışişleri bakanı olan Hikmet Çetin'le çıktığımız Orta Asya gezisinde, Farsça'nın resmi dil olduğu Tacikistan'da, Cengiz Çandar'la birlikte meramımızı anlatmakta fazla zorlanmamıştık. Dikkat ederseniz, yukarıda alıntıladığım duyurularda geçen her kelime, biraz kendimizi zorlarsak, hiç yabancımız değil: Namaz, sütun, din, hane, nur, çeşm (göz anlamına). 'Men'in 'ben', 'est'in de 'dir' olduğunu çıkartmak için Farsça mütehassısı olmak gerekmiyor.
Bizler için Farsça'ya da gerek yok Tahran sokaklarında derdimizi anlatmak için. Şimdiye kadar karşılaştığım her iki kişiden biri Türkçeyi anlayıp rahatlıkla konuşuyor. Azeriler, özellikle hizmet sektöründe, lokantalarda, otellerde, taksicilikte yoğunlar. Bir yerde muhatap olduğunuz kişi Türkçe bilmiyorsa, hiç endişe etmeyin, yanındaki kişi sizi mutlaka anlayacaktır.
Tahran'da halkın içinden notlar bunlar.

Faslı kadınlar

Kadın erkeklerin biraz gerisinde. Fas'ta tesettür modası farklı. Giysiler iklimin daha sıcak olması nedeniyle olsa gerek daha açık renkli. Başörtüsünden ayrı peçe muhakkak takılıyor.


‘‘Kadınlığa yönelik olumsuz tutum Fas kültürüne adeta sinmiş durumda. Kadını sevmek bir tür akıl hastalığı, kendi kendini yiyip bitirmeye neden olan bir tür delilik gibi görülür.’’



Bu sözler, Türkçeye ‘‘Peçenin Ötesi’’, ‘‘Hanım Sultanlar’’ gibi kitapları çevrilmiş olan Faslı sosyolog Fatima Mernissi'ye ait. Mernissi, Faslı erkeklerin kadına karşı duydukları güvensizliğin şiirlere yansıdığını ve bunların çoğunun atasözü haline geldiğini de söylüyor ve örnek veriyor: ‘‘Aşk karışık bir iştir. Deli etmemişse sizi, bilin ki öldürür’’ ya da ‘‘Kayıp giden tekneler gibidir kadınlar. Mahvolmaya mahkumdur teknedeki yolcular...’’

Mernissi'ye göre, toplumsal yaşamda gözle görünür biçimde bir cinsiyet ayrımcılığı ile karşı karşıya olan Faslı kadınlar dün ciddi bir sınav verdiler. Fas Kralı 2. Hasan'ın son dönemlerde hızlandırdığı demokratikleşme süreci çerçevesinde yapılan parlamento seçimleri için 69 kadın aday yarıştı. Parlamentodaki 325 sandalye için yarışan üç bin aday arasında sadece 69 kadının olması pek önemli görünmezse de bu oranın geçen parlamento seçimlerinde 33 olması kadın saflarında bir hareketlenme gerçekleştiğinin göstergesi.


POLİTİKADA YOK Fas, diğer Afrika ülkeleri arasında kadının parlamentoda en düşük düzeyde temsil edildiği ülke. Bu bilgiyi bize, Casablanca'daki Akdenizli Kadın Girişimciler Toplantısı sırasında görüştüğümüz Faslı Hukuk Profesörü Sabah Chraibi Bennouna veriyor.



Bennouna'nın Kur'an surelerinden yola çıkarak İslam'da kadının rolüyle ilgili önemli bir çalışması var. İslam dininin özünde asla kadını kısıtlamadığını savunuyor. Bennouna ‘‘Fas'ta kadın politika sahnesinde hemen hemen yok gibi. Komşumuz Cezayir'de parlamentodaki kadınların oranı yüzde 6.7. Tunus'ta yine yüzde 6.7. Sudan'da 8.2. Çad'da 16.4. Güney Afrika'da yüzde 25. Fas'ta ise sadece yüzde 0.6’’ diyor.

Peki Faslı kadının parlamentoda temsil oranı yükselirse ülkede önemli bir değişiklik olabilir mi?

Sabah Chraibi Bennouna, Faslı kadınlar arasında okuma yazma bilmeyenlerin oranının yüzde 42 oranında olduğunu hatırlatıyor. Haklı olarak, parlamentoda yerlerini alacak kadınların önceliği eğitime vereceklerini düşünüyor. ‘‘Kadına eğitim, üretim ve politikada eşit haklar tanımak toplumsal dengelerin yerli yerine oturmasını sağlayacaktır’’ diyen Bennouna'ya göre Fas Kralı'nın geçtiğimiz ağustos ayında yenilediği kabineye dört kadın bakan ataması partilerin daha fazla kadın aday göstermeleri için bir işaretti.


DİYALOGDAN YANA Bennouna, Akdenizli Kadın Girişimciler Toplantısı'nı örgütleyen gazeteci Fawzia Talut gibi ılımlı İslamcı kadınlarla diyaloğun sürdürülmesinden yana. Talut'un Fas Kralı'nın izlediği politika sayesinde fundemantalizmin Fas'ta uygun bir ortam bulmadığını iddia etmesine karşın Casablanca'da karşılaştığımız bir Necmettin Erbakan hayranı tam aksini iddia etti. Adını açıklamayan genç kadın, seçimler adil yapıldığı takdirde ilk kez seçimlere katılan İslamcı partilerin büyük bir başarı kazanacaklarını de öne sürdü. Casablanca'daki Türk grubuyla hararetli bir tartışmaya giren ve asla ılımlı bir İslamcı gibi konuşmayan genç kadına göre, Kuzey Afrika ülkelerindeki İslamcılar İran modelinin dışında bir model arayışı içindeler.




Çokeşliliğe devam


Nüfusun üçte ikisinin kırsal alanda yaşadığı Fas modern ile gelenekseliğin her alanda sürekli çatıştığı bir ülke. Ülkede bir hafta gibi kısa bir süre kalsanız da bu hemen farkediliyor. Erkeklerin üstünlüğünü mesela, taksi şoförünün tavrından ya da lokantada size servis yapan garsonun üslubundan seziyorsunuz. Sizden yaşça küçük olsalar da, ilk kez karşılaştıklarında bile size ‘‘ma gazelle’’ ‘‘ceylanım’’ diye hitap etmekten asla çekinmiyorlar.

Sosyolog Fatima Mernissi'nin ‘‘Peçenin Ötesi’’ kitabında belirttiği gibi, çokeşlilik 1957 yılında yeniden şekillendirilen medeni kanunda küçük bir hileyle yasaklanmış: ‘‘Adaletsizlik endişesi varsa çokeşlilik yasaktır’’. Bu durumda çokeşlilik erkeğin sadece vicdanına bırakılmış. Ekonomik güçlükler nedeniyle özellikle büyük kentlerde çokeşlilik giderek azalsa bile, konuştuğum Faslı gazeteciler kırsal kesimlerde erkeklerin hala dört kadınla evlendiğini söylediler.


BİRİ KÖYDEN, DİĞERİ ÇÖLDEN Casablanca dışındaki diğer kentlerde sokaktaki kadınların çoğu peçeli. Bazıları üçgen şeklinde olan peçeler genellikle siyah ya da beyaz. Fotoğraf çekildiğinde peçeli olanlar gözlerini de örtüyorlar. Sahra'da yaşayanlar ise peçe takmıyorlar ve davranışlarında çok daha rahatlar.




ŞAPKADAN SEPETE

Marakeş'te Medina'nın çarşısı cıvıl cıvıl. Satıcıların çoğu kadın. Şapkadan el yapımı sepetlere aklınıza ne gelirse satıyorlar. Yabancılar sıkı bir pazarlık yapmaya alışkın. Çoğunlukla istenilen fiyatın yarısından da azı veriliyor.


KINAYA ÇOK MERAKLILAR Faslı kadınlar kınaya çok meraklı. Ellerinin her iki tarafını kınayla çeşitli desenler çiziyorlar. Kınayı bildiğimiz bir şırıngaya doldurup sokakta isteyenlerin ellerini boyayanlara da rastlıyoruz.


Kraldan kadınlara hadisli reformFas Kralı Muhammed, ülkesinde kadın hakları konusunda reform yapma kararı aldığını bildirdi.
Kral, Fas meclisinin güz dönemi oturumunun açılışında yaptığı konuşmada, Hz Muhammed'in ‘‘Sadece şerefli birerkek kadınları onurlandırır ve sadece şerefsiz bir erkek kadınları alçaltır’’ hadisini hatırlatarak, parlamento üyelerinden Faslı karı kocaların aile sorumluluğunu birlikte paylaşmalarını sağlamalarını istedi. Kadınlar için evlenme yaşı 15'ten 18'e çıkartılarak, erkeklerle aynı seviyeye getirilecek ve kadınlar da evlilikte mal mülk edinme haklarına kavuşacaklar. Kadınlar, eşlerine boşanma davası açabilecek, erkekler ancak yargıcın izniyle dört eş alabilecek.
Fas Meclisi, kadın reformunu konuşuyor
Fas Kralı Muhammed, bütün milletvekillerinin aynı tip geleneksel kıyafet giydiği parlamentonun açılışında kadın hakları alanındaki reform paketini açıkladı. Öneriye göre Faslı kadınlar için evlenme yaşı 15’ten 18’e çıkartılarak erkeklerle aynı seviyeye getirilecek ve kadınlar da evlilikte mal mülk edinme hakkına kavuşacak.
Kralın, konuşmasında Hz. Muhammed (as)’in ‘’Sadece şerefli bir erkek kadınları onurlandırır ve sadece şerefsiz bir erkek kadınları alçaltır.’’ hadisine atıfta bulunması dikkat çekti. Kral Muhammed’in hazırladığı ve parlamento tarafından kabul edilmesi beklenen tasarı kadınlara da eşleri gibi kocalarını boşama hakkı veriyor. Ancak kadının eşini boşayabilmesi için bir yargıcın onayı gerekecek. Erkeklerin 4 kadına kadar evlenme hakkını koruyan tasarıya göre, erkeğin bu hakkı kullanması ilk kez yargıç yetkisine bırakılıyor. Erkeklerin daha önce evlendikleri eşlerinin rızasını almadan yeniden evlenmelerine izin verilmeyecek. Tasarıda ilk kez eşlerin evlilik sırasında edindikleri mülklerin paylaşılması konusu da hükme bağlanıyor.

Afrodit kadınlar

Saf cinselliğin enerjisidir. İçgüdüleri keskin ve çekici olan Afrodit, içindeki sese göre hareket eder. Güzelliğine düşkündür ve vücudunu sever. Gerçek bir romantiktir. Erkekler Afrodit kadını için çok önemlidir. Ancak bu erkeğin kimin kocası, kimin sevgilisi olduğu bu kadın için hiç farketmez. Yalnız istediği erkeği elde ettikten sonra, sevdiğini iddia ettiği adamı bir kenara fırlatıp atabilir. Çünkü artık onunla işi bitmiştir. Baştan çıkarıcı, neşeli ve tutkulu olan bu kadına erkeklerin karşı koyması çok zordur.

Demet Şener: Son bir kaç yıldır genç, yaşlı bir çok erkek Demet Şener'in peşinde. Herkes onun güzelliğinden, çekiciliğinden etkilenmiş durumda. O da kendi güzelliğinin farkında. Hatta daha güzel olmak için burnunu ve göğüslerini ameliyat ettirmekten kaçınmadı. Bugüne dek bir çok isimle aşk yaşayan Şener'e karşı koyan erkek görülmedi. Ancak şimdiye kadar aşık olmadığını söyleyerek tipik bir Afrodit olduğunu O da kabul etti.



Artemis

Afrodit kadınlarAşırı enerjik, çok hareketli ve dinç bir kadındır. Doğanın ve yaşam enerjisinin tanrıçası olduğu için uçlarda yaşamayı sever ve arayıştan zevk alır. Etrafında büyük bir özgürlük duygusu vardır. Doğaya düşkündür. Böylece hem kendi içinde, hem de dışındaki bilinmeyen yerleri keşfeder. Hemcinsleriyle iyi dostluklar kurar. Artemis, bazı erkeklere soğuk bir kadınmış gibi görünebilir. Bunun sebebi, aşırı bağlanmak ve özgürlüğünü kaybetmekten duyduğu korkudur. Ancak yavaş yavaş ve sabırla keşfedilmesi gereken bir kadındır.

Candan Erçetin: İlk olarak soğuk bir insan profili çiziyor gibi görünse de, sanatçının yakın çevresi hayat dolu biri olduğunu söylüyor. Bu arada hem arkeoloji, hem de konservatuar mezunu olması zekasını kanıtlıyor. Sanatla uğraşmasının yanı sıra Galatasaray Lisesi'nde müzik öğretmenliği yapması da cabası. Son çıktığı su reklamında da doğaya olan düşkünlüğünü anlata anlata bitiremiyor Candan Erçetin.

Persephone

Annesinin kızıdır. En yakın ilişkisi babasıyla değil, annesiyledir. Genellikle babası, büyüme çağında yanında bulunmamış ya da arasıra evde olmuştur. Persephone sonsuza kadar küçük kız olarak kalacak bir kadındır. Güvensiz ve kararsızdır. Bu tip kadınlar uzunca bir süre küçük kızlar gibi giyinmeye devam edebilirler. Persephone kadını çocuksu açıklığı, samimiliği, saflığı ile erkeklerin çekici bulduğu bir kadın tipidir. Ancak o kendi değerinin farkında değildir. Bir çok ilişkiye girer çıkar.

Hande Ataizi: Boşanmış bir ailenin kızı olan Ataizi, annesine düşkünlüğünü her fırsatta dile getiriyor. Güzel bir kadın olmasına rağmen sürekli estetik ameliyat yaptırması kendinden hoşnut olmadığını gösteriyor. Samimiliği, açık ve dürüst konuşmaları bazen başına iş açıyor. Aklına geleni hemen söylemek gibi bir huyu var. Hestia

Onda bulunan iç huzuru kimsede olamaz. Dünyanın en sevgi dolu, uyumlu, barışsever, anlayışlı ve hizmet etmekten zevk alan kadınıdır. Yaşamında sakin bir ritm vardır. Eğer mutfakta yemek pişiriyorsa, harıl harıl çalışır. Hestia kadını evlense bile, yalnızlığı sever. İsim, statü ya da ünle hiçbir ilgisi yoktur. Herkes de güven uyandırır, kibar ve düşüncelidir. Tek söz etmese bile onun yanındayken huzur ve güven hissedersiniz.



Afrodit kadınlarArzum Onan: Mankenliği bırakmasına rağmen, tüm mankenlerin hayali bir gün onun gibi olabilmek. Duru güzelliği, abartısız hareketleri ve yumuşacık sesiyle tanındı, sevildi. Mehmet Aslantuğ'la olan evliliğini başarıyla yürüten Onan, tıpkı Hestia kadını gibi evine düşkün. Mehmet Aslantuğ, eşinin gecenin bir yarısı çekimden döndükten sonra mutfağa girip yemek yaptığını söylüyor. Bunun yanısıra tavırlarıyla insanlarda huzur ve güven uyandırıyor.

Athena

Athena görkemli ve zarif bir kadındır. Cesur, yetenekli ve açıkgöz olmasının yanı sıra; ilginç fikirler yaratmakta üstüne yoktur. Sanatın herhangi bir dalına karşı mutlaka bir yeteneği vardır. ‘‘Haydi gidiyoruz’’ diyen hep Athena'dır. Çevresindekilerin bir yerde sıkışıp kalmasına izin vermez. Onunla birlikteyseniz, devamlı hareket halinde olacaksınız demektir. Bu kadın önemsiz şeylerle uğraşmayı sevmez. En önemli özelliği; ön saflarda yer alması, söylenmesi ve ifade edilmesi gereken şeyleri dile getirmesidir. Yani Athena, çoğunluk için konuşur, topluluğun sözcüsüdür ve liderdir.

Sezen Aksu: O, Türkiye'nin gerçeği. Elini attığı her işte başarılı oluyor. Şarkı söylüyor, beste yapıyon, yeni yetenekleri keşfediyor. Bu arada Sezen Aksu kolonisi dillere destan. Aksu ailesine bir giren bir daha çıkamıyor. Bir de nerede hareket, orada bereket der gibi; sanatçının bulunduğu bütün topluluklarda neşe, eğlence kaçınılmaz. Tüm bu özellikleriyle gerçek bir Athena kadını olduğunu kanıtlıyor Sezen Aksu.

Hera

Kendini sevdiği insanlara adamış bir kadındır. Hera kadını, kendini asla kızlık soyadıyla tanıtmak istemez. Çünkü o, kocasının karısıdır. Ona göre bu durum asla bir fedakarlık, kişiliğinden vazgeçme değildir. Tam anlamıyla sadık ve kıskançtır. Ancak kocasının kendisini aldattığını veya evliliğini bitirmek istediğini öğrenen bir Hera kadını kelimenin tam anlamıyla yıkılır.

Arzu Yanardağ: Güzel mankenin, Mustafa Altıoklar'la olan beraberliği neredeyse bir yıla yakın. O süre boyunca haklarında her türlü şey yazıldı, çizildi. Bunları söyleyenler karşılarında Arzu Yanardağ'ı buldu. Kendini sevgilisine tamamen adamış görünen manken, bu durumu bir fedakarlık olarak görmüyor

Türk Kadınının özellikleri

Efes Pilsen'in, Türkiye'deki kadın profilini belirlemek üzere Taylor Nelson Sofres Piar Şirketi'ne yaptırdığı araştırmaya göre, kadınların yüzde 14.5'i her gün çamaşır yıkıyor, yüzde 50'si her gün yerleri, yüzde 51.6'sı banyo ve mutfağı temizliyor, yüzde 3'ü her gün camları
siliyor ve yüzde 94'ü her gün bulaşık yıkıyor. Her gün yemek yapan kadınların oranı ise 70.8. Ortaya çıkan tablo Türk kadınının her gün ‘‘köle gibi’’ çalıştığını gösteriyor.


Türk kadınları ister çalışsın, ister ev kadını olsun, yaşamının büyük bir bölümünü ev işleriyle geçiriyor. Türkiye'nin kadın profilini belirlemek üzere yapılan bir araştırmaya katılan kadınların yüzde 18.7'si, yani neredeyse 5'te 1'i kendisini ‘titiz’ olarak tanımladı.

Kadınların yüzde 14.5'i her gün çamaşır yıkıyor, yüzde 50'si her gün yerleri, yüzde 51.6'sı banyo ve mutfağı temizliyor, yüzde 3'ü her gün camları siliyor ve yüzde 94'ü her gün bulaşık yıkıyor. Kendini ev işlerine adayan Türk kadınları arasında haftada bir kaç kez perdeleri yıkadığını söyleyenler bile var. Ev işlerinde düzenli ya da düzensiz yardımcı çalıştıranlar ise kadınların sadece yüzde 7.6'sını oluşturuyor.


Yemek pişirmek de kadınların en önemli günlük işlerinden biri. Evli olsun olmasın, Türk kadının yüzde 70.8'i, kendi yemeğini yapıyor. ‘Ben hiç yapmam’ diyenler ise sadece yüzde 9 oranında. Evlerimizde en çok pişen yemeklerin başında ise sulu sebze yemekleri geliyor. Bunu pilav ve makarnalar ile çorbalar izliyor. Dışarıda yemek yeme alışkanlığı ise çok az.


Kadınların yüzde 77.3'ü fast food türü yerlerde, yüzde 69.9'u ise restoranlarda yemek yemediğini söylüyor. Ancak yüzde 4'lük bir kesim haftada bir kaç kez dışarıda yemek yediğini belirtiyor. Ailelerin yüzde 78.3'ünde akşam yemeği için tüm fertlerin eve gelmesi bekleniyor. Efes Pilsen'in Taylor Nelson Sofres Piar Şirketi'ne yaptırdığı araştırmaya katılan kadınların yüzde 2.3'ü ise yalnız yaşadığını söyledi.

Araştırma, Türk evlerine, Batı ülkelerine kıyasla oldukça geç giren tuvalet kağıdı ve kağıt peçetelerin de gitgide yaygınlaştığını ortaya koydu. Toplam 17 ilin kent ve kırsal kesiminde yüzyüze yapılan araştırmaya katılan kadınlardan yüzde 61.3'ü tuvalet kağıdının, yüzde 64.2'si de kağıt peçetenin evde sürekli kullanıldığını belirtti. Tuvalet kağıdını hiç kullanmayanlar yüzde 9.2'yi oluştururken, kağıt peçete girmeyen evler de yüzde 2.6 olarak belirlendi. Türk kadını, çöpü torbayla atma alışkanlığını edindi ama çöp torbası kullananlar sadece yüzde 11.2'yi oluşturuyor. Yüzde 77.1'i oluşturan büyük çoğunluk alışverişlerle eve gelen naylon poşetleri tercih ediyor. Çöp torbası kullanmayanların oranı ise yüzde 15.5.


Türk kadını kanseri takmıyor


Türk kadınları, sağlık sorunlarını gözardı ediyor. Televizyon ve gazetelerden yapılan tüm uyarılara karşı, kanser kontrolü yaptıran kadınlarımızın oranı, sadece yüzde 2.5 düzeyinde. Yüzde 97.5 oranında kadın ise kanseri ciddiye almıyor, kontrol yaptırmıyor.

DOKTORA GİDİYOR, İLAÇ KULLANIYOR Son 3 ay içinde kadınlarımızın yüzde 40.3'ü en az bir kez doktora uğramış. Türk kadınlarının yüzde 58.6'sı, en az ayda bir kez rahatsızlık nedeniyle ya da korunma amaçlı ilaç kullanıyor. Kullanılan ilçlarda ilk sırayı yüzde 38'le ağrı kesiciler alırken, onu yüzde 16.3'le vitaminler izliyor. Kullanılma çokluğu bakımından, soğuk algınlığı ilaçları yüzde 8'le 3'üncü, mide ilaçları yüzrde 7.7'le dördüncü, tansiyon ilaçları yüzde 7.6 ile 5'inc ve romatizma ilaçları yüzde 6.7'yle 6'ncı sıraya oturuyor.




DİŞ HEKİMİNİ SEVMİYOR Türk kadını, diş hekimine gitmeyi de sevmiyor. Kanser kadar olmasa da diş sağlığını da ciddiye almıyor. Efes Pilsen'in Taylor Nelson Sofres Piar Şirketi'ne yaptırdığı ‘Türkiye Kadın Profili Araştırması’ Türk kadınının, yüzde 55.4'ünün, diş hekimine 2-3 yıl arayla gittiğini ya da hiç gitmediğini ortaya çıkardı. Kadınların yüzde 10.9'u ise dişlerini hiç fırçalamıyor.



Günde 2-3 kez dişlerini fırçalayan, yüzde 16.9, günde 3 kez fırçalayanlar ise sadece yüzde 1.8 oranında kaldılar. Çoğunluk yüzde 39.7 ile günde ya da 2 günde bir dişlerini fırçalıyor. Haftada 1 ya da daha fazla diş fırçalayanlar yüzde 25.5, ayda 1-2 kez ve daha seyrek diş fırçalayanlar ise yüzde 5.2 oranlarındalar.


Türk kadını kahverengi gözlü, kahverengi düz saçlı

Türk kadınları üzerinde yapılan bir araştırma, kadınlarımızın kınasını, boyasını, lensini bir yana ayırarak, gerçek renklerini belirledi. Araştırmaya göre Türk kadınlarının yüzde 51.5'i kahverengi saçlı ve yüzde 58'inin saçları düz. Göz renginde de yüzde 70'le, kahverengi/siyah renk ilk sırayı alıyor. Büyük kentlerde, sokakta gördüğünüz kadınların yarısı sarışın olsa da doğuştan sarışınlar, Türk kadınının sadece yüzde 6.7'si. Moda olmadığı zaman sık görülmeyen kızıl saç ise gerçekte yok denecek kadar az. Türk kadının sadece yüzde 2.3'ünün saç rengi gerçek kızıl.
Türk kadınları teknolojiyi seviyor
TÜRK kadınlarının zamanlarını en iyi şekilde değerlendirmek için pratik çözümler bulmaktan yana oldukları ve teknolojiyi sevdikleri ortaya çıktı. Motorola, Türkiye, Almanya, İtalya, Belçika, İspanya, Hollanda, Mısır ve Fransa'da yaptığı araştırmada kadınların iletişim ve mobil telefonların zaman planlamadaki etkisini ölçtü. Bu araştırmaya göre, Türk kadınları hayatı kolaylaştırıp pratik çözümler sunduğu için teknolojiyi seviyorlar. Cep telefonunu da önemli bir yardımcı olarak görüyorlar. Herhangi biriyle herhangi bir zamanda irtibata geçebileceklerini bilmeleri, Türk kadınlarına güven ve rahatlık veriyor. İtalyan kadınları ise teknolojiden korkuyor, mobil telefonların hayatı kolaylaştırmaktan çok, komplike hale getirdiğini düşünüyor. Hollandalı kadınlar teknoloji ve mobil telefondan hoşlanmazken Mısırlı kadınlar mobil telefonları özgürlüğe açılan gizli bir kapı olarak algılıyor. Alman kadınları da mobil telefonlara önem veriyor ve kolay kullanımla dış görünüş mobil telefon seçiminde ön plana çıkıyor
Kadın hakları
Demirel, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanınmasının 64'üncü yıldönümünü nedeniyle yayınladığı mesajda, Atatürk'ün çağını aşan ileri görüşlülüğü sayesinde, Türk kadınının bu hakka 64 yıl önce kavuştuğunu hatırlattı. Demirel, 1926 yılında kabul edilen ve hayatın her alanında köklü değişikliklere yol açan Medeni Kanun'un, Türk kadınının toplumsal yaşama katılmalarının önünü açtığını da vurguladı.
Başbakan Mesut Yılmaz, kadınların sosyal ve özellikle siyasal yaşama katılımlarının artırılmasının, Türkiye'nin aydınlık yarınları için büyük önem taşıdığını bildirdi. Yılmaz, ‘‘75 yıldır gelinen noktada üzerlerine düşen sorumluluğu fazlasıyla her alanda başarıyla taşıyarak yerine getiren kadınlarımız, gurur kaynağımız olmuştur’’ dedi.
TBMM Başkanı Hikmet Çetin ise kadınlara seçme ve seçilme hakkı veren Atatürk ve 4. Dönem Milletvekilleri'ni şükranla andı. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da yayımladığı mesajında, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlemesi gerektiğini vurguladı.
CHP İzmir Kadın Kolları, Atatürk'e şükranlarını, bir dizi etkinlikle ifade ederken, Ankara Yenimahalle Belediyesi'nce, ‘Kadınlararası Yol Koşusu’ gerçekleştirildi. Bu yıl 10'uncusu düzenlenen koşu, Atatürk Orman Çiftliği Koşu Parkuru'nda yapıldı. 3 bin metrelik koşuyu Sevim Keleş 9 dakika 9 saniyelik derecesiyle birinci bitirdi.
5 Aralık Kadın Hakları Günü
Türk kadınları 3 Nisan 1930 tarihinde belediye ve il genel meclislerine, 1933 yılında muhtar ve ihtiyar heyetine seçilmeyi ve 5 Aralık 1934'te de milletvekili seçme ve seçilme haklarını elde etti. Kadın milletvekillerinin parlamentoda en yüksek oranda temsil edilmesi, kadınların katıldığı ilk genel seçimlerin yapıldığı 1935 yılında oldu. Bu dönemde parlamentoya giren 18 kadın milletvekilinin toplam parlamenterler içindeki oranı yüzde 4.6 ile cumhuriyet döneminde en yüksek kadın üye oranını oluşturdu. Günümüzde ise Meclis'teki kadın milletvekili sayısı 13, oranı ise ancak yüzde 2.4.

Seks Işçisi Kadınlar

Gacı'nın ilk sayısının, ‘‘Heeeyy, bizi duyuyor musunuz?’’un arkasından gelen ilk cümleleri bunlar. ‘‘Şimdilik beleş’’ olarak ayda bir yayınlanan Gacı'yı, iki grup kadın çıkarıyor: Onların deyişiyle ‘‘Cinsel tercihini ve kimliğini kadın olarak değiştirmiş, aynı zamanda meslek olarak seks işçiliği yapan kadınlar, yani transseksüeller’’ ve ‘‘Kadın, anne ve aynı zamanda da seks işçisi olanlar...’’ Amaçları ise yine onların söyleyişine göre, ‘‘Fuhuş sektörünü ve cinsel azınlık kültürünü teşvik etmek ya da topluma empoze etmek değil’’, yalnızca sorunları bir de onların açısından aktarmak, ortak çözüm yolları aramanın aracı olmak ve yaşadıklarını paylaşmak... Üçüncüsü yayınlanmak üzere olan Gacı'dan birkaç sayfa başlığı: ‘‘Dr. Jeykle & Mr. Hyde’’, ‘‘Kadın Kapısı'ndan’’, ‘‘K-art Gacı’’ (Şiir ve deneme sayfası), ‘‘Demet'in tepindiği köşe’’...

Ve haberler:

‘‘CYBH (Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar) ve AIDS'in Önlenmesi Projesi kapsamında, 3. eğitim grubu toplantısı yapıldı. Gece kulüplerinde ve barlarda barmaid, konsomatrist olarak çalışanların yanısıra vesikasız seks işçilerinin de katılımıyla yapılan ve üç gün süren toplantı, katılımcıların sertifika almalarıyla sonlandı. Çalışma ve özel yaşamlarında edinilen bilgileri kullanma, kullandırma ve yaygınlaştırma konularında da tartışmalara katılan 'meslektaş eğitici'ler aynı zamanda bu bilgileri aktarırken kullanacakları malzemeyi de ürettiler. Bu amaçla hazırlanan iki broşürden biri prezervatif kullanımı, diğeri ise CYBH ve AIDS hakkında.’’

İkinci haber ise şu: ‘‘Seks işçileri temsilcileri ile İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı ve Genel-iş'in temsilcilerinin oluşturduğu Seks İşçilerinin İnsan Hakları Komisyonu'nun ikinci toplantısı yapıldı.’’

SEKS İŞÇİLERİNİN HAKLARI BİLDİRİSİ

Bu yazı yayına hazırlanırken, komisyonun üçüncü toplantısı da yapılmıştı. Nisan ayında yapılan ilk toplantıyla faaliyete başlayan İnsan Hakları Komisyonu, seks işçileri, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, Genel-iş sendikasının desteği ve katkılarıyla oluşmuş, daha sonra Emekçi Kadınlar Birliği, Kadının İnsan Hakları Eylem ve Araştırma Merkezi, Mor Çatı, İnsan Hakları Derneği, Toplumsal Hukuk Araştırmaları Vakfı gibi sivil toplum örgütleri ile Avukat Canan Arın, Gazeteci Yazgülü Aldoğan da katılmışlar. Komisyon üyelerine göre, 1930'lu yıllardan beri yürürlükte olan ‘‘Fuhuşla ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü‘‘, fuhuşu engelleyen bir çalışmaya rehber olması gerekirken, bu alanda çalışan kişilerin suçlu olarak damgalanmasına neden oluyor. Ayrıca cinsel yolla bulaşan hastalıkların yalnızca fuhuş yapanlarda olduğuna dair bir yanlış görüşü yansıtarak cinsel tabuyu daha da körüklüyor. Bu sektörde çalışan kişiler ise çalışma koşulları ve sosyal güvenlik eksiklikleri nedeniyle müşteri, sağlık çalışanı, polis, medya ve genel olarak toplum ilişkilerinde tamamıyla bir ‘‘sosyal işkence’’ içinde. Kimi zaman da bedensel işkenceye dönüşüyor bu.

Komisyon, bu nedenle, ‘‘seks işçilerinin yüzyıllardır üzerinde taşıdığı damgalardan kurtularak bir insan ve vatandaş olarak toplum içinde eşit hak ve uygulamalara sahip yaşamalarını sağlayıcı çalışmalarda bulunmayı’’ amaçlıyor. Uluslararası Seks İşçilerinin Hakları Komisyonu Bildirisi'ni kabul ediyor ve destekliyor. İşte bu bildiriden bazı pasajlar:

ONLARIN DA ÖZEL HAYATI VAR

Yasalar: Bireysel karar sonucu olan tüm fuhuş türleri suç olmaktan çıkarılmalıdır. Fuhuş meslek standartlarına göre düzenlenmelidir. Varolan pek çok meslek kollarının seks işçilerini sömürdüğü unutulmamalı ve bu önlenmelidir. Dolandırıcılık, baskı, şiddet, sübyancılık, çocuk işçi çalıştırma, tecavüz ve ırkçılığa karşı fuhuşla ilgili olsun olmasın, her yerde ve milli sınırlar ötesinde ceza yasaları düzenlenmelidir. Seks işçilerinin örgütlenme, seyahat vb. özgürlüğünü engelleyen yasalar kaldırılmalıdır. Onların da özel hayatları olduğu ve ihlal edilemeyeceği ile ilgili düzenleme getirilmelidir.

İnsan Hakları: Seks işçileri için konuşma, seyahat, göç, çalışma, evlenme ve annelik özgürlüğü ile işsizlik, sağlık, ikamet sigortası dahil tüm haklar garanti altına alınmalıdır.

Çalışma koşulları: Seks işçilerine yaşayacakları ve çalışacakları yeri seçme özgürlüğü sağlanmalıdır. Haklarını korumayı garanti eden ve şikayetlerini yöneltebilecekleri bir komite oluşturulmalıdır.

Sağlık: Bütün kadınlar ve erkekler cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve AIDS için düzenli sağlık taramaları için bilinçlendirilmelidir. Sağlık kontrolleri seks işçilerini damgalamak için kullanılmamalıdır.

Hizmetler: Çocuk fuhuşunu engellemek ve çocukların refahını ve fırsatlarını yükseltmek için evinden kaçmış çocuklar için danışmanlık, yasal düzenleme yapılmalıdır.

Vergiler: Seks işçilerine hiçbir özel vergi uygulanmamalıdır. Diğer serbest meslek sahipleri ve işverenlerle aynı tabanda vergi ödemelidirler.

Kamuoyu: Ayrım gözeten sosyal tavırları değiştirmek için eğitim programları desteklenmelidir. Fuhuş sektörü içinde müşterinin rolünün toplum tarafından anlaşılmasına yardımcı olacak eğitim programları geliştirilmelidir. Bununla beraber müşteriler de seks içşileri gibi suçlanmamalıdır.

GACI'DAN... GACI'DAN... GACI'DAN

Ütopyada gezinti

Çok çalışmıştım, belim ağrıyordu. Bir saat kadar hazırlanma sürem vardı, çünkü Hakan gelecekti, önce hemen çok hızlı underground çalan bir radyo kanalı açtım, sonra duşa. Ne acıdır ki bir erkek arkadaşınızla çıkmak isterseniz önce vücudunuza sinmiş bütün erkek kokularını gidermek zorundasınızdır; o kokuları erkek arkadaşınızın alamayacağını bilseniz de sizin almanız zaten yeterlidir. Hakan'la yeni tanışıyoruz. Beraberken yaptığımız tek şey arabası ile dört beş saat süren yolculuklar yapıp sohbet etmek (...) Yine gezmelerimizden birinde böyle gezmekten sıkıldığımı söyledim, ‘‘Seni ütopyamda gezdirebilirim’’ dedi. Şimdi evliyiz ve hala ütopyasında gezemediğimiz o kadar büyük bir bölüm var ki...

Şevval Kılıç Kim daha namussuz?

‘‘Sonuçta hepimiz bir anlamda fahişeyiz. Kafa emeğinin kol emeğinden üstün olduğunu ya da kol emeğinin kutsal, bedenini satmanın şerefsizlik olduğunu savunmak için hiçbir tutarlı dayanak yok. Bunların hepsinin de kutsal olduğunu ve başka insanların kutsal varlıkları üzerinden kazanç sağlamanın ise esas namussuzluk olduğunu savunmak daha tutarlı olur.’’

Dr. Tuğrul Erbaydar

Cadı avı

Ben

‘‘kara kediyim’’

eskilerden bu yana

cadı avı kurbanlarının

en yakınındayım

sakın ‘‘cadı avı’’nın

ortaçağda kaldığını sanmayın

‘‘cadılar’’ hala aramızda

‘‘cadı avcıları’’ ölmedi

her çağ kendi avcılarını

ve kurbanlarını yaratır

Türkiye'de kimsenin hakkı yok

Feyza transseksüel. M.Ü. Uluslararası İlişkiler'den terk. Şimdi evlenmek üzere olduğunu ve fuhuşu bıraktığını söylüyor. İlerde ‘‘normal’’ bir işte çalışıp, ‘‘çalışma egosunu tatmin etmeyi’’ umuyor. Vakıfta olmasının nedeni, seks işçilerinin sorunlarını iyi biliyor olması ve yapılması gereken şeyler olduğunu düşünmesi... ‘‘Bizden daha bilgili olan insanlarla çalışmamız büyük avantaj. Sadece hastalıklar ve fuhuş değil bizim çalışma konumuz; temeli insan haklarına dayanıyor sonuçta. Seks işçilerinin de evsensel hakları var. Türkiyede insan hakları doğru dürüst işlemediği için hiçbir grubun hakkı yok, yapılacak çok şey var.’’

Çalışma koşullarının aynı olduğunu söylüyor. ‘‘Transseksüeller, travestiler ve kadınların aynı. Ama bizim daha farklı. Biz, AIDS, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, virüsler hep bize maledildiği için herkesten, hatta erkek eşcinsellerden bile çok daha titiz ve bilinçliyiz. Ben çok gördüm, astronomik rakamlar teklif edildiği halde kondomsuz birlikte olmayı reddeden. Ben de çok reddettim.’’

‘‘Travestilerin durumu çok trajik. Fişleniyorlar, alınıyorlar, dayak yiyorlar. Ameliyat olmaları için baskı yapılıyor ya da geri dönmeleri için... Emniyet, ameliyat ol karne vereyim, diyor. Ya da yanlış telkinlerle ameliyata doğru sürükleniyorlar. Oysa her travestinin bünyesi bunu kaldırmıyor.

‘‘Koşulların değişmesi için sistemin tamamen değişmesi lazım. İnsan haklarının ön planda olması gerekir. Bu faşist ideolojilerin ortadan kalkması lazım. Biz de bunun için çalışıyoruz.’

Kadınların cinsel özgürlüğü

Bugün ve yarın çıkacak yazılarımda “Famo seksikus” yani sırf şehvetten veya seks güdülerinden ibaret olduğu iddia edilen kadın (veya erkek) konusunu ele alacağım.
Bu iddia, ortalama 1998’lere kadar pek çok alevlenmiş; bizde ve Batı entellerinde Kur’an-ı Kerim ve başka kutsal kitapların “eşref-i mahlûkat”tan saydığı insanlar ve onların kadın cinsine bakış tarzının esasını teşkil etmişti.
Yüce Rabbimiz, böyle yaratıklara gönderdiği AIDS ve başka illetler, insan olarak çağ insanlarının gözlerini açtı. Kısacası 21. asra girerken insanoğlunun ve Havva kızlarının sadece ekonomik hayvan veya şehvet hayvanı veya sırf madde hayvanı olmayıp insan olduğuna dair buluşlar, bütün dünyada öne çıkıyor.
İşte ben, bugün ve yarın çıkacak iki yazımda, Rabbimin kullarını asla terketmeyip yeniden insanlığa kavuşturacağına olan müjdeyi sezer gibi oluyorum.
Bir zamanların düşünürleri sade alışveriş ve para ile uğraşan, yani çıkarlarından ve hesabından başka hiçbir duygu taşımayacak olan bir insan tipi tasarlamışlar ona da “Homoekonomikus” (iktisattan ibaret olan, iktisat adamı) adını takmışlardı. Aslında çok yönlü, çok duygulu, akıllı ve “yaratıkların en şereflisi” olan insan bu sıfatla yoksullaşıyor, azalıyor, küçük görülüyordu. Nitekim, ne kadar bencil, hesâbi ve maddi olursa olsun, böyle bir insan tipi, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir zaman yaşamadı; yaşayacak da değildir.
Şimdi de, bizde ve dünyada birtakım erkekler, kadınlar, yazar, romancı ve sanatkârlar, bir “Famo seksikus” (Şehvetten ibaret insan, şehvet adamı) kavramı peşine düşmüş görünüyorlar. Sorumsuzluk, tembellik, kolay kazanç, törelere isyan biraz da ucuz yenilik merakı, onları aldatmış görünüyor.
Famo ekonomikus gibi famo seksikus tipi de hiçbir zaman olmadı ve olmayacaktır. Çünkü, çıkarcılık, para düşkünlüğü ve şehvet, elbette insanların hepsinde az çok bulunan tutkulardır ama, hiçbir insan, o tutkuların yalnız birinden ibaret değildir. İnsan, en az çıkar ve şehvet kadar, sevgi, aşk, şefkat, iyilik, ana-babalık, fedâkârlık, din, inanç, şöhret, sevilme, koruma, yücelik vs. tutkularına da sahiptir. Her insanda, herhangi bir hırs, arzu vasfı ağır basabilir. Fakat, her insan, az veya çok, bütün o sayılan tutkuların maddi manevi mozayiğidir. Her insanda her devirde, her millette biraz farklılıklarla bu böyledir.
Famo seksikus’çular, özellikle “cinsel özgürlük” gibi “yem torbası”nı kullanarak kadınları, genç kızları şaşırtmaya kalkıyorlar. Türkiye’mizde, nasılsa sağlam kalarak belki en güçlü tarafımız olan aile düzenine hücum ediyorlar. Kafalarındaki plan galiba ailesiz, evsiz, ana babasız bir topluluktur. Ama öyle bir insan topluluğu olamaz. Şu halde istedikleri şey insanlarla kurulabilecek bir cemiyet mevcut değildir. Belki, cemiyet halindeki insanlara seyrettirilen sevişme gösterilerinin aktörlerinden ibaret bir zümre düşünmektedirler.
Çünkü Famo seksikus kadın tasavvuru, insanın ve özellikle kadın cinsinin yaratılışına aykırıdır. Daha ileri giderek söyleyebiliriz ki aile, kadının isteğidir. Hattâ aile kadın demektir.
Bu konuda çok değerli romancımız ve en hür, en mücadeleci kadınımız olan Halide Edib Hanım’ın “Kadın ve Türk Kadını” makalesinden bir bölüm aktarıyorum:
“Evvelâ tâ başlangıçtan beri insan topluluğunu hayvanlardan ayırt ettiren kadınlar olmuştur. Binlerce ve binlerce yıl önce erkek, peydahladığı yavru ile hiç alâkası olmadığı tarih öncesi zamanlarda dahi, kadında analık denilen bir his vardır. İnsan cemiyetinin ilk tohumu kadındır. O devirlerde sırf yavrusunu beslemek ve giydirmek için ziraat ve sanayii ortaya atan da kadındır.
Erkek, ferdiyetçi, kavgacı, kadına nisbeten ilk devirlerde çok egoisttir... Belki cemiyetin terkip ve tekâmülünde bu hususiyetler de lâzımdır. Fakat, evvelâ erkeği beyabandan alıp bir yuvaya sokan aile denilen mefhuma ve etrafında inkişaf eden cemiyete bağlayan da hiç şüphesiz kadındır. Ve bu, hiç şüphesiz, yaratılışın verdiği analık insiyakının bir neticesidir.”
Dünya yüzünde, kadınlığın eşlik, analık, kardeşlik şerefini altın mahfazasında saklayan aileye karşı davranışlar, kadını o şerefe layık görmeyerek küçültmek, horlamak bir “mal” gibi görmek, onun bayağılaşmasını istemek gibidir.
Sanki Türkiye’nin ve dünya insanlığının bugün hiçbir meselesi, sıkıntısı kalmamıştır da, kadınların “cinsel özgürlüğü, nikah ve aile bağından koparılması, cinsî çoğulculuk ve çeşitleme telaşı kalmıştır. Kadını tanımayan, onun ancak aile içinde mutlu olduğunu bilmeyen kimselerin bakışı olabilir bu... Nitekim, milyonlarca Türk kadını (millet gibi) sessiz dururken onun adına, aile bağlarından uzak veya rahatsız kimseler konuşmaktadır. Eğer gerçekten “cinsel özgürlüğe” kadın ve erkek hürriyetlerine inanıyorlarsa, yalnız kendileri adına konuşsunlar.
Ailesizler, nikahsızlar serbest aşk düşkünleri gibi, aile, nikah, inanç, mensuplarına da söz hakkı tanısınlar.
Türkiye’de yalnız, anormalin sesi çıkıyor, normale söz hakkı tanınmıyor. Bu nasıl bir “özgürlük”tür? “İlericilik” bu kadar basit ve haksız şeyler üzerine mi kurulmuştur.
Bir kere dünyada nikahtan vazgeçmiş, aileyi, evi, çoluk çocuğu boşlamış hiçbir millet yoktur. (1917 Bolşevizminden sonra bu insanlık dışı sistem denenip vazgeçilmiştir.) Bu hale düşürülmüş olan bazı küçük “sosyete”lerden duyulan ise sadece kin, düşmanlık, hastalık ve yalnızlık şikayetleridir. Tazeliğinde, erkekten erkeğe koşsa bile daha orta yaşında bile ilgisiz, evlatsız, kimsesiz bırakılan kadınların ıstırabı bu sözde “çağdaş sosyete”lerin yüz karasıdır. Bu tutum, feminizm adı altında ilk çağlardaki gibi sorumsuz, bencil çapkın yaşamak isteyen birkısım erkek soyunun, kadını alçaltmaya dönük bir çapkınlık hilesi dahi olabilir. Çünkü kadınları kayırmak anlamına “feminizm” değil, kadını eğlence aleti yapmaya kalkan bir hareket tarzıdır. Bu sebeple normal kadınlar tarafından savunulamaz, düşünülemez.
Batı’nın bazı milletlerinin dar sosyetelerinde, zevke, eğlenceye, şehvete, kazanca ait gördüğümüz, her şeyi “medeniyet” sanmayalım. Gerçek medeniyet aile sağlamlığıdır. Türk ailesi, Tanrı’nın ve geleneğin lütfu olan, öyle özlenilecek bir cevherdir ki, eğer biz onun üzerine titrersek, yarın, kendini arayacak olan Batı, yitirdiği medeniyet örneğini bizde bulacaktır.
İnsanın ve insanlığın şerefli ve muhafazakâr yarısını teşkil eden kadınlığa bir çeşit “Famo-ekonomikus” gözüyle bakan demeçler, oturumlar, yazılar, romanlar ve oyunlar, kanların deli aktığı yaşlarda körpe gençlerin ilgisini çekebilir. Onu yazan adileştirici eserler kapışılır, yapanlar, yazanlar şöhret ve para kazandıktan başka birkaç masum genç kız ve kadını da yuvalarından ve insan haklarından soğutabilirler.
Ancak insan ruhunun büyüklüğüne, hanımların değerine aykırı bir tutumdur bu. İnsan nesli hiçbir zaman bir zevk aleti hafifliğiyle horlanamaz. Kadını, aileyi ve insanı yaşamaya sıcaklık veren sevgi, sorumluluk, huzur, yücelik ve ahlak fonksiyonlarından ayırmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.