3 Aralık 2011 Cumartesi

Medyanın kadınları

İnsanlık bütün zihnî gelişimine rağmen fiziksel güzelliğin idolleştirildiği, ahlakî güzelliğin önemini yitirdiği bir dönemi yaşamaktadır,
bu durumu hazırlayan önemli faktörlerden birisi de tüketim kültürünün 'tellalı' olan medyadır.
Kadın, çağımızdaki kapitalist uygulamaların bir sonucu olarak evinden, kıyafetlerinden çıkartılarak değerlerinden uzaklaştırılmakta ve böylelikle kadının sözde özgürleştiği varsayılmaktadır. Medya bu misyonun en önde gelen temsilcisi olma sıfatını yüklenmiştir. Ancak kadınlara yaygın olarak medyada mesleki konumları, başarıları ya da çeşitli konulardaki görüşleri nedeniyle değil, cinsel kimlikleriyle ve eğlence unsuru olarak yer veren de medyadır.
Kitle iletişim araçları, yaygın olarak kullanılan adlandırması ile medya kitlelere ulaşmaya başladığı andan itibaren; akademisyenlerden, meslek mensuplarına, siyasetçilerden sokaktaki insana değin neredeyse herkes tarafından çeşitli yönleriyle kritik edilmiştir. Bunlardan biri de medya organlarında kadının yer alış biçimidir.
Bu konu, geleneksel kurum ve normlarını terk etmemek için direnen; ancak modern dünyanın normlarından da nasibini almaktan geri kalmayan Türkiye için kanaatimce Batı toplumlarına kıyasla üzerinde daha fazla durulması gereken bir konudur. Ancak kadının medya tarafından cinsel ayrımcılığa tabi tutulması, hatta kendi amaçları doğrultusunda sömürülmesinin nedenlerini de göz önüne alarak incelemeye geçmeden önce bu ayrımcılığın sadece medya tarafından yapılmadığını toplumsal yaşamın her alanında görüldüğünü belirterek mevcut durumun genel sebeplerine de değinmeyi konunun anlaşılması açısından gerekli görüyorum.
TOPLUMSAL ROLLERDEKİ FARKLILIKLAR
Antropolog ve arkeologların çalışmalarından elde edilen verilere göre dünyamızda son altı bin yıldır erkeklerin egemen olduğu bir toplum düzeni varlığını sürdürmektedir. Evrimci ve pozitivist bilim adamlarının bulguları bize göstermektedir ki kadının ikincil ve toplumsal statü sahibi olması uygarlığın başlangıcı ile eşanlıdır. (1) Dinimizin bize ilettiği bilgi ve emirlere baktığımızda ise cinsler arasındaki farklılığın insanlığın başlangıcından itibaren ve sadece biyolojik değil fıtri nedenlerle de gerçekleştiğini görüyoruz. Ancak ladini veya dini hangi açıklama şemasını benimsersek benimseyelim kadın ile erkek arasında belirgin karakter ve fizik farklarının olduğunu, bu durumda toplumsal rollerin paylaşımında farklılık oluşturmasının doğal olduğunu rahatlıkla kabul edebiliriz.
Cinsler arasındaki farklılığın gündelik hayata yansıması toplumların gelişim safhalarına göre çeşitli evrelerden geçmiştir. Özellikle Sanayi Devrimi sonrasında önce Batılı toplumlarda, daha sonra da diğer toplumlarda kadınlar artan işgücü ihtiyacı nedeniyle çalışma hayatına itilmiş ve modernizmle cinsiyetler arasındaki toplumsal rol paylaşımında kadınların –görece– lehine bir gelişim meydana gelmiştir.
Teknolojik gelişmelerin ve toplumsal ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya çıkan kitle iletişim araçlarındaki iletilerde kadının yer alışı ise; genellikle içinde bulundukları toplumsal yapıdaki gelişmelerle bağlantılı olarak cinsiyet rollerine yani kadın ve erkek olmalarına göre belirlenmektedir. Ancak, Türkiye gibi modernleştirilmesi, Batıcı merkez çevrelerce kutsal bir misyon olarak kabul edilen ülkelerde ise kadın ve erkek rolleri bu amaca hizmet eder bir biçimde verilmektedir.
Ele aldığımız konunun genel çerçevesini bu şekilde ortaya koyduktan sonra günümüz Türk medyasında kadının ele alınışını daha detaylı bir biçimde değerlendirmek istiyorum. Tiraj ve rating raporlarını göz önüne alarak halkın büyük çoğunluğuna ulaştığını kabul ettiğimiz “yaygın medya” organlarında yer alan dizilerden, reklamlara hatta program sunucularının tavırlarına değin her yönden izleyici Batılı değer yargıları ve tüketim kalıpları ile donatılmaya çalışılmaktadır. Bu hedeflere ulaşmak için en yoğun kullanılan meta da kadındır. Kadına eşit en azından adil bir toplumsal rol kazandırma amacına sözde sahip olan medya tarihte eşine az rastlanır bir biçimde kadını ve kadınlık imajını kullanmaktadır.
Medya –ratingi tirajı düşük” alternatif tv ve gazeteleri” hariç tutarsak– geleneksel aile ve insan anlayışına karşıdır. Bu durum öyle bir hal almıştır ki devletimizin kuruluşundan itibaren kadın haklarına verilen önem dahi kitle iletişim araçları tarafından farklı bir düzlemde kullanılmaktadır. Devletimizin kuruluş döneminde konan ilkelerin hiçbirinde kadınla ilgili değer yargılarımızı hiçe sayan bir görüş yoktur. Ancak medya kadını geleneksel kimliğinden uzaklaştırdığına dair eleştirilerle karşılaştığında laiklik, çağdaşlık gibi ilkeleri referans aldığını öne sürerek kendini savunmaya kalkmaktan çekinmemektedir.
KADINI ET PARÇASINA İNDİRGEYEN YAYINLAR
Medya, kadına verdiği rolde büyük bir tenakuz içindedir. Bir yandan kadının erkeklerle eşit bir konuma sahip olması, şiddet görmemesi gibi doğruluğu üzerinde hepimizin ittifak ettiği amaçlara sahip olduklarını vurgulayan yayınlara yer vermekte, aynı anda bir sonraki sayfada ya da programda kadını bir et parçasına indirgeyen, teşhirciliğe teşvik eden bir haber ya da kadının kocasından dayak yemesini komiklik adı altında meşrulaştıran bir güldürü programı halka sunulmaktadır. Bu noktada kadın dergilerinde kadının yer alış biçimi üzerinde de kısaca durmak istiyorum. Bu tür dergilerde genellikle kadına yeni, modern, bağımsız, bireyci düşünce, davranış ve tüketim kalıpları benimsetilmeye çalışılmaktadır. Aynı anda da Türk kültüründeki egemen kadın, cinsellik, evlilik, kadın–erkek ilişkisi anlayışlarına taban tabana zıt bir anlayış biçimi işlenmektedir. Türkiye’de egemen olan anlayış, Batı’nın anlayışıyla karşılaştırılıp geri kalmış, yobaz, devri geçmiş olarak nitelendirilmektedir. Açıkça karşılaştırma ise tüketicinin değerlerine açıkça tavır alarak tiraj kaybetmekten korktukları için fazla yapılmamaktadır. Yapılan karşılaştırma sadece “iyi, ileri, modern” olarak gördüklerini tek taraflı olarak, yani açıkça karşılaştırma yapmadan sunuştur. Böylece geleneksel yapı ismi zikredilmeden geçersiz, köhnemiş olarak rahatlıkla ilan edilebilmektedir. (2) Keza aynı tavrın medyanın genelinde de mevcut olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu önceden bahsettiğimiz gibi Batıcı kadroların kendi zihinlerindeki doğruların kentlerde dahi egemenliğini sürdüren Türk–Müslüman kültürüne yönelik mücadelesinin pek çok konuda olduğu gibi kadının ve aile kavramının ele alınışındaki bir yansımasıdır. Aynı zihniyetin medyadaki yansımasını gösteren somut örnekleri çoğaltmayı gerekli görmüyorum; ancak özellikle yerli tv dizilerinde ve reklamlarda ülkenin bir gerçeği olan mesture hanımlara ya hiç rastlanmayış ya da büyükanne gibi eski, devri geçmekte olan kimliklerle rastlanışın, en iyi ihtimalle “Evin Ana” gibi karikatürleştirilmiş, Türkiye’nin hiçbir köyünde var olmayan reklam yıldızı futbolcu nine tiplemelerine yer verilmesinin bir tesadüf olmadığını da belirtmek istiyorum.
Ancak kadına medya tarafından biçilen rol sadece yönetici elitlerinin dünya görüşlerinden kaynaklanmamaktadır. Medya her şeyden önce ticari bir kuruluştur ve pazarda var kalabilmesi öncelikle izlenme oranlarına bağlıdır. Kapitalizmin getirdiği rekabet mantığını kapitalist etikten yoksun bir biçimde uygulayan medya, rating ve tiraj elde edebilmek için kadının cinselliğini istismar etmekten kaçınmamaktadır. Bundan birkaç yıl önce bir özel tv kuruluşunda kurum içinde dağıtılan bir talimat metninde bayan sunuculardan göğüs ve bacak dekoltelerini tebarüz ettirecek kıyafetleri tercih etmelerinin istenmesi mevcut durumu göstermek açısından önemlidir.
Kadın, çağımızdaki kapitalist uygulamaların bir sonucu olarak evinden, kıyafetlerinden çıkartılarak değerlerinden uzaklaştırılmakta ve böylelikle kadının sözde özgürleştiği varsayılmaktadır. Medya bu misyonun en önde gelen temsilcisi olma sıfatını yüklenmiştir. Ancak kadınlara yaygın olarak medyada mesleki konumları, başarıları ya da çeşitli konulardaki görüşleri nedeniyle değil, cinsel kimlikleriyle ve eğlence unsuru olarak yer veren de medyadır. Eskişehir Üniversitesi’nde görevli bir grup araştırma görevlisi tarafından yürütülen ve “Ulusal gazetelerde kadın imajı” konulu çalışmadan çıkan kadının en çok magazin haberlerinde yer aldığı ve görüş bildiren konumunda değil, fiziki görünüşünün ön planda olduğu kimliklerle sunulduğu sonucu da iddialarımızı destekler mahiyettedir. (3) Medyanın kadını, satışı artırıcı, cinsel bir metaya indirgemesine somut bir örnek verirsek 94 yılı itibariyle herhangi bir bayide görülen 32 aktüel, gençlik, kadın ve mizah dergisi içinde kapakta kadın kullanımı yüzde 68 oranındadır. (4)
TÜKETİM KÜLTÜRÜNÜN TELLALI: MEDYA
Açıkça görülmektedir ki medya bütün sözde feminist söylemine rağmen erkek egemen bir bakış açısını her an çarpık ve gelenekten soyutlanmış bir biçimde yeniden üretmektedir. İnsanların cinsel içgüdülerini tatmin etme veya gıdıklama motifleriyle süslü program ve reklamlar bunu özellikle görselliği ön plana çıkararak yapmakta ve izleyici röntgenci, medyayı da teşhirin kurumsallaştığı bir yer haline getirmektedir. Teşhirin insanlar üzerinde tatmin oluşturmaktan öte yeni doyumsuzluklar oluşturması ise medyanın yoğunluk kazanmasına katkıda bulunduğu bir başka toplumsal deformasyon alanıdır. İnsanlık bütün zihni gelişimine rağmen fiziksel güzelliğin idolleştirildiği, ahlaki güzelliğin önemini yitirdiği bir dönemi yaşamaktadır, bu durumu hazırlayan önemli faktörlerden birisi de tüketim kültürünün ‘tellalı’ olan medyadır.
Bu nedenle kanaatimizce kitle iletişim araçlarının Türk toplumu, ailesi ve kadını üzerinde yapabileceği tahrif edici etkileri önleyebilecek öneriler üzerinde tartışmak ve bu önerileri yürürlüğe koydurmak elzem hale gelmiştir. Bizim konu ile ilgili olarak geliştirdiğimiz önerileri medya, devlet, sivil toplum kuruluşları ve birey başlıkları altında sizlere iletmek istiyorum.
MEDYA, HALKIN VE DEĞERLERİNİN TEMSİLCİSİ OLMALI
Medya her zaman söylenegeldiği gibi sosyal sorumluluk ilkesine daha fazla dikkat ederek özdenetim mekanizmasını geliştirmelidir. Özellikle “yaygın medya” daha demokratik bir yapıya kavuşmalı; bir kültürel hegemonya aracı olmaktan çıkıp halkın ve değerlerinin temsilcisi olmalıdır. Kanaatimce kendi halkının değerleriyle barışık bir yayın politikası izlemek medyanın ticari çıkarları açısından da olumlu sonuçlar verecektir. Özellikle tiraj krizinden bir türlü kurtulamayan yazılı basının bu anlamda kendi kendisine yardım etmekten başka çaresi olmadığı düşüncesindeyim. Ancak yazım boyunca ele aldığım sebepler nedeniyle yaygın medyanın kendiliğinden böylesi önerileri uygulamaya koyacağına dair ciddi şüphelerin olduğunu da ifade etmek istiyorum.
Bu noktada da sözü “alternatif medya”nın 90’lı yıllarda atılım yapan, geleneksel ve dini motiflere saygılı kanadına getirerek asıl beklentimizin onlara yönelik olduğunu, yayın kalitelerini artırarak izler kitleleriyle buluşmaları gerektiğini hatırlatmakla yetiniyorum.
Biraz önce belirttiğimiz gibi medyanın kendi içinde bir özdenetim mekanizması oluşturabileceğine dair inancımız zayıftır. Ancak yasakçı bir zihniyetin eseri olmayan; fakat halkın değerlerini korumayı da ihmal etmeyen bir devlet denetim mekanizmasının kurulması mümkündür. Bu anlamda RTÜK’ün kadının ve ailenin istismarı konularında daha hassas olması sağlanmalıdır. Devlet, medya araştırmalarına destek vererek hem kendi halkının mevcut değer dünyasını, hem de medyaya yönelik eleştiri ve beklentilerini öğrenmeli ve o doğrultuda denetim mekanizmalarını işletmelidir. Hatta RTÜK bünyesinde veya radyo ve televizyondan sorumlu devlet bakanlığı bünyesinde bu çalışmaları yapacak akademisyen, araştırmacı ve meslek mensuplarını kadrosuna dahil eden daimi bir birim oluşturulmalıdır.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI HAREKETE GEÇMELİ
Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının da toplumun tamamını ilgilendiren konularda düzenleyecekleri toplantıları, hazırlayacakları raporları ve bu faaliyetlerden elde edilen sonuçları üyelerine, kamuoyuna ve devlete deklare etmeleri yoluyla önemli mesafeler kat edebileceklerine gönülden inanıyorum.
Fakat, bütün bunların yanında medya tarafından gerek kadın, gerek diğer konularda manipüle edilmemizi engelleyecek en önemli unsurun birey olduğunu düşünüyoruz. Birçok iletişim araştırması bize göstermektedir ki kitle iletişim araçlarıyla yüzde yüz bir manipülasyon sağlamak mümkün değildir. Medya yayınları kaynağın öngördüğü biçimde izlenmemekte, referans çevrelerinin ve kişisel tercihlerin etkisi mesajın kabul veya reddedilmesinde etkili olmaktadır. Dolayısıyla kendi kültüründen kaynaklanan referanslara sahip çıkan ve gereklerini yerine getiren bireyler olmayı tercih ettiğimiz sürece ne kadın olarak burada teşhir aracı olmayı kabul ederiz, ne de kadınlığımızı ve insanlığımızı istismar eden mesajların pasif izleyicisi oluruz. Bu bakımdan hepimiz için benim konuyla ilgili önerim kendi değer dünyamızla çelişen medya mesajlarının okuru, dinleyicisi, seyircisi olmayı reddetmemizdir. Bizi yayınlarıyla rencide ettiğini hissettiğimiz medyalara para ve zaman ayırmamamızdır. Böylesi bir tavır kitleler tarafından benimsendiği takdirde –ki bu bir hayal değildir unutmayalım ki kitleler bireylerden müteşekkildir– medyamız da toplumunun değerleri ile örtüşen bir yayıncılık anlayışını benimsemek durumunda kalacaktır.
Son söz olarak diyebiliriz ki; biz; biz olmayı bırakmadıkça biz medyanın esiri değil, medya bizim hizmetçimiz olacaktır.
(*) Arş. Gör. İÜ Sosyoloji Bölümü
Dipnotlar:
(1) Lewis Henry Morgan, Eski Toplum, çev. Ünsal Oskay, İstanbul, Payel Yayınevi, 1986.
(2) Korkmaz Alemdar, İrfan Erdoğan, Popüler Kültür ve İletişim, Ümit Yayıncılık, Ankara, 1994.
(3) Gürsel Yaktıl, Gülseren Gürhan, Emine Demir, Mediha Sağlık, “Ulusal Gazetelerde Kadın, İmajı, Kurgu, Sayı 8, Eskişehir, Haziran 1990.
(4) Alemdar, Erdoğan, a.g.e.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder