3 Aralık 2011 Cumartesi

İranlı kadınlar

Onlar açılmak, bizimkiler ise örtünmek istiyor
ÜNİVERSİTELERE, özellikle de ilahiyat fakültelerine türbanla girmek için eylem yapan kız öğrenciler ile onları destekleyen erkek arkadaşları acaba Afganistan ile İran kadınlarının verdikleri mücadeleyi izliyorlar mı?
İran'da çağdışı Humeyni despotizmi yüzünden kara çarşafa girmeye mahkûm edilen, sosyal haklarından yoksun bırakılan kadınlar büyük bir özgürlük savaşı veriyorlar.
Adım adım da başarıya gidiyorlar.
Önce çarşaftan kurtuldular, şimdi başlarını yarı yarıya örten örtülerle dolaşabiliyorlar, sınırlı da olsa sosyal yaşamda yer alıyorlar. (İslam devriminin katı şekilde uygulandığı yıllarda saçının bir tek teli görünse kırbaç cezasına çarptırılıyorlardı.)
Onlar, o çilekeş kadınlar, ılımlı mollaların iktidara gelmesinden sonra biraz olsun nefes almaya, insan olmanın onurunu tatmaya başladılar.
Onlar cendere içinde geçirdikleri o sıkıntılı yıllarda hep Türk kadınına, onun sahip olduğu özgürlüklere özlem duydular.
Baskılara dayanamayıp rejimden kaçan İranlı kadınlar, Türk sınırını geçtikleri anda çarşaflarını atıyorlar, gerçek kimliklerine bürünüyorlardı.
İranlı kadınların verdikleri mücadele bitmiş değil. Önlerinde daha çok uzun yolları var.
Eninde sonunda İranlı kadınlar çağdaş dünyanın çizgisini hem giyim kuşamda, hem de sosyal yaşamda yakalayacaklar.
Özlem duydukları Türk kadını gibi yaşama hakkına kavuşacaklar.
Afganistan'da yaşananlar ise daha büyük bir dram içeriyor.
Çünkü Taliban denen ilkel kafalı insanların getirdiği kapkara rejim, insanların bütün haklarını ortadan kaldırıyordu.
Hele kadınlar tam bir cehennem hayatı yaşamaya mahkûm edilmişlerdi.
Taliban çarşafı bile az görüyor, onları ‘‘burka’’ların içine sokuyordu.
Çalışmak ne kelime, evlerinden bile çıkmalarına izin verilmiyordu. Kız çocuklarının okula gitmesi de yasaktı.
Ne oldu? Afganistan dünyadan en az 300 yıl geride kaldı.
İslamiyet bu mudur? Bunları mı emreder?
Kuşkusuz hayır...
Ama bazı ilkel kafalılar, işte İslam'ı böyle uyguladılar. Ne acıdır ki bizde de hálá buna övgü düzen çağdışı kafalılar var.
Şimdi bakın Afganistan'a... İnsanlar ürkek ürkek insanca yaşama dönmeye çabalıyor.
Hele kadınlar... Taliban'dan kurtuldukları anda ‘‘burka’’ları atıyorlar üzerlerinden.
6 yıldır evinde oturmak zorunda kalan TV sunucusu Rida Azmi, Taliban'ın Kábil'den defolup gittiğini duyar duymaz ilk iş olarak ‘‘burka’’sını yaktığını söylüyor.
Taliban rejimi altında yıllarca acı çeken Afgan kadınları, Türk kadınları gibi yaşamak, onların haklarını kazanmak özlemi içinde.
Bundan sonra İranlı ve Afganlı kadınlar, Türk kadınını örnek alacak.
Onun gibi giyinmek, onun gibi sosyal yaşamda yer almak isteyecekler.
Mustafa Kemal'in 60 yıl önce Türk kadınına kazandırdığı, hem de parmaklarını bile kıpırdatmalarına gerek kalmadan kazandırdığı hakları elde edebilmek için mücadele edecekler.
Ve kimsenin en ufak kuşkusu olmasın, bunu başaracaklar.
Özellikle ilahiyat fakültelerinde türban eylemini sürdüren genç kızlarımızın, İran ile Afganistan'daki gelişmeleri iyi izlemeleri ve oradan dersler çıkarmaları gerekir.
Onlar çarşaflarından, örtülerinden kurtulmak, sosyal yaşamda yerlerini almak için onurlu bir mücadele veriyorlar.
Türkiye'de ise bazı genç kızlarımız örtünmek, sosyal yaşamdan kopmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Şaşırtıcı ve düşündürücü olan da bu çelişki.
İranlı kadınların güzellik merakı

İranlı kadınlar, güzellik salonlarına gidip, saçlarını boyatıp, makyaja önem veriyor.
Ancak İranlı kadının diğer kadınlardan bir farkı var: Dışarı çıktıktan sonra başörtüsünü takmak zorunda. İranlı Simin, tüm bunları ‘kendini daha iyi hissetmek istediği için’ yaptığını söylüyor. Kuaför Feride Yasami ise güzel görünmek istemenin kadınların doğasında var olduğuna dikkat çekiyor. Kozmetik ticaretinin ülkelerinde son zamanlarda çok geliştiğini söyleyen İranlı tüccarlar da bu işten memnun. Kozmetiğin yanı sıra gelişen bir diğer alan da estetik ameliyat. Çok dindar kadınların bile bir erkek cerrah tarafından muayene edilmekten rahatsız olsalar da Jennifer Lopez ve Britney Spears gibi ünlülere benzemek için bıçak altına yatmaktan çekinmediği belirtiliyor.
Bugün İslam Devrimi'nden 20 yıl sonra kadınlar için hayatın her alanında hálá birçok kısıtlama var. Bir kadının kocası, erkek kardeşi, oğlu ya da babası dışında bir erkekle konuşması yasak. Makyaj yasak. Bir kadın doktorun bir erkeği muayene etmesi veya tam tersi yasak. Kadınlar futbol maçlarını izlemeye de gidemiyor. Ama artık spor yapıyorlar. Başörtüleri, bol giysileriyle kimilerine göre daha müstehcen gözükse de sporun birçok dalında yer alarak rejimin kadınlara kapadığı kapıları zorluyorlar.

Mollalar 20 yıl önce İran'da iktidara geldiklerinde kadınların özgürlükleri de tehlikeye girdi. Geleneksel olarak istedikleri gibi gezme, istediklerini yapma ve istediklerini söyleme (tabii Şah rejiminin izin verdiği sınırlar içinde) özgürlükleri olan kadınlar tüm bunlardan yoksun kalabilecekleri bir gün geleceğini düşünmemişlerdi.

Ama günden güne başlarını örtmek ve çarşaf giymek zorunda kaldılar. Yine de zaman içinde kadınların çoğu bu sorunu başörtüsü ve bol giysiler üzerine uzun yağmurluklar giyerek çözdü. Bugün İran'da eğer bir erkek bir kadının elini sıkarsa, işinden olarak cezalandırılacak olan kadın, erkeğe bir şey olmuyor. Kamusal alanda kadınların erkeklerle birarada olmaları, birinci dereceden akrabaları olmadığı sürece yasak. Kamu taşımacılığında otobüslerin arka tarafı kadınlara ön tarafı erkeklere ayrılmış durumda.

Her gün genç erkekler özel güvenlik güçleri tarafından kızlarla flört ettikleri için tutuklanıyor. Aynı şey birazcık ruj süren veya başörtüsünün altından bir tutam perçemi görünen bir genç kadın için de geçerli.

Polis, otomobilleri düzenli olarak içki ve uyuşturucu bulmak için arıyor. Bu iki yıl önce göreli olarak liberal olan Başkan Muhammed Hatemi'nin iktidara gelişine kadar müzik kasetleri için de geçerliydi.

DEĞİŞİMİN SESİ

Hatemi'nin işbaşına gelmesinden bu yana İranlı kadınlar kamusal alanda da gözükmeye başladı. Önce işe İranlılar tarafından çok sevilen bir sporla başladılar; parklarda ve dağlarda yürüyüşle. Diğer bütün spor dallarında etkinlik göstermek için hálá erkek gözünden uzakta olmak zorundalar. Bu koşullar altında yüzme, binicilik, tırmanma, yelkencilik ve su kayağı yapabiliyorlar. Tahran'ın batısında her türlü su sporunun yapılabileceği suni bir göl var. Bu tür spor dallarında faaliyet

gösteren kadınlar vücutlarını gizleyecek bol kıyafetler giymek zorunda. Su sporları merkezinin başında olan Murteza Nuri Meclis Başkanı'nın yeğeni. Nuri, Devrimin Bekçileri olarak kendi kendilerini atayan Pasdaran'ları kovalayarak kadınların tarafında yer aldı. Onun sayesinde genç kadınlar, ailelerinin gözetiminde düzenlenen turnuvalara katılabiliyor. Murteza Nuri, Parlamento'da kadınların spor faaliyetlerinde yer almaları için yeteri kadar tesis olmadığı eleştirisini de yapıyor.

ŞAMPİYONLAR GELİYOR

Üniversiteye gitme şansı bulanların hepsi eğitimlerinin yanısıra spor faaliyetlerine de katılmaya cesaretlendiriliyor. Su kayağı, yüzme, binicilik ve kaya tırmanıcılığı dallarında artık kadınlar arası şampiyonalar da yapılıyor. Hepsi de oy verdikleri Başkan Hatemi'yi destekliyor.

Hatemi onlara ihanet etmedi. Sözlerini tuttu. Değişim ağır aksak da olsa gerçekleşiyor. Mutlak gücün muhalif kamptaki radikallerin elinde olduğu İran'da 7 ay içinde parlamento seçimi yapılacak. Kadınlar, o zaman değişimin daha da hızlanacağına inanıyor.

Sportif faaliyetlerde yer alanlardan biri, Dorsa Seyyedan, ‘‘9 yaşından beri su kayağı yapıyorum, son üç yıldır slalomda şampiyon oldum. Milli Takım'a seçildim ve bunu ailemin, antrenörlerimin ve Bay Murteza Nuri'nin cesaretlendirmesine borçluyum. Asya Şampiyonluğu'nda da yarışabilmeyi umuyorum,’’ diyor.
İranlı kadınlar Hatemi hayranı
İran'da genç kızlar sadece Leonardo DiCaprio'yu değil, İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi'yi de çok beğeniyor. Gençler arasında Hatemi'nin resmini cüzdanında taşıyanlar bile var.

Din adamlığından devlet başkanlığına yükselen Hatemi'nin çekiciliği konumundan, titiz giyimi ve aydınlık yüzünden geliyor. Geçtiğimiz günlerde bir kitap fuarında Hatemi'yle yanyana gelen 17 yaşındaki Meryem Omi, ‘Kendimi büyük bir çekim gücünün içinde hissettim’ dedi.

20 yaşındaki üniversite öğrencisi ise ‘Onu çok seviyorum. O kadar aydınlık, temiz ve çekici ki...’ diye konuşuyor. Sarah Taqani isimli bir öğrenci ise, ‘Sade öpmek istiyorum, tıpkı bir baba gibi’ diye hislerini dile getiriyor. Ancak Hatemi sadece kadınların değil erkeklerin de hayranlığını kazanmış durumda. Gençler arasında Hatemi'nin resmini cüzdanında taşıyanlar bile var. 1997 yılının Mayıs ayında yapılan seçimlerde gençlerin ve kadınların desteği 53 yaşındaki Hatemi'nin cumhurbaşkanlığına seçilmesinde önemli rol oynamıştı.

PIRIL PIRIL AYAKKABILAR

Hatemi, hem görünüşü hem de ılımlı fikirleriyle İranlı diğer siyasetçilerden ayrılıyor. Düzgünce taranmış gri sakalı, jilet gibi ütülenmiş cübbesi ve pırıl pırıl parlayan ayakkabılarıyla Hatemi, kamuoyu nezdinde puan topluyor. Hatemi'nin baldızı Zahra Eshraqi, Hatemi'nin çok titiz olduğunu, televizyoncular yakasına mikrofon yerleştirirken görevlileri cübbesini kırıştırmamaları konusunda uyardığını söylüyor.

& yıl Ulusal Kütüphane Başkanlığı yapan Hatemi İslam'ın farklı yorumları ve şeriatın gelenekler ve bireysel özgürlüklerle uzlaştırılması konusunda araştırmalar yapmış. ‘Akım Korkusu’ isimli kitabında şeriatı kendi yaşadıkları döneme adapte etmek isteyen reform yanlısı Şii liderlerin girişimlerini inceleyen Hatemi ‘Kent dünyasından dünya kentine’ isimli kitabında Batı tarzı siyasi düşünceyi irdeliyor.

Üniversite öğrencisi Taqani, ‘Yurtdışına çıktığında nasıl konuşacağını biliyor. Biz de onunla gururlanıyoruz’ diyor.

İranlı kadın milletvekili Elahe Kulayi
Dilerim Merve olayı bizde tekrarlanmaz
İRAN'ın başkenti Tahran'da ilk turda seçilen Tahran Üniversitesi Öğretim üyesi kadın milletvekili Elahe Kulayi, kıyafeti konusunda, mecliste ‘Merve Kavakçı vakasının tekrarlanmamasını’ diledi.
Azad Gazetesi'nin bugünkü haberine göre, reformcu İran İslami Katılım Partisi listesinden aday gösterilen ve % 36 oy alarak 13. sıradan milletvekili seçilen Kulayi, Öğrenci Haber Ajansı'na verdiği demeçte, şu ifadeleri kullandı:
‘İslami bir toplum için kabul edilebilir kıyafet, İslami değerlerin göstergesi olan bir kıyafettir. Dolayısıyla onun özel bir biçim veya formu üzerinde ısrar edilmemelidir. Çünkü kadınların özgür seçim haklarına saygı gösterilmesi gerekir. Kıyafetimin türü konusunda baskıyla karşı karşıya kaldığım takdirde, zorunlu olarak direneceğim. Dilerim ki Merve Kavakçı vakası bizim toplumumuzda tekrarlanmaz’.
Gündelik hayatında ve üniversitede öğretim üyeliği görevi sırasında örtünmek üzere çarşaf değil, manto ve başörtüsü giyen Eleha Kulayi, ilk kez olarak, seçim propaganda broşürlerine çarşaflı değil, manto ve sıkı bağlanmış başörtüsüyle çekilmiş fotoğraflarını koymuştu.
OTOBÜSTE AYRIMA HAYIR
Reformcu listeden Tahran milletvekili seçilen, İslam Cumhuriyeti Kadınlar Derneği üyesi ve şair Fatıma Rakei ise otobüslerde erkeklerle kadınların ayrı olması veya üniversitelerde kadınlarla erkekler, arasına perde veya duvar çekilmesinin, ‘gerçekten korkunç ve küçültücü bir hareket’ olduğunu söyledi. Rakei ‘Bizim kadınlarımız, kültürel gelişme bakımından kendilerine yönelik her türlü hakarete karşı koyma aşamasına geldikleri zaman, sokağa çıkıp ‘Beni niye üniversitede kardeşimden ayırıyorsunuz? Niye beni otobüste kardeşimden ayırıyorsunuz? Siz beni küçültüyorsunuz. Bu, bana ve kardeşime en büyük hakarettir' diye bağırabilir. Ancak maalesef hala o kültürden çok uzaktayız' dedi.
İranlı kadın polis devriyede
İran'da sokağa çıkan kadın polisler, suçluların peşine düşüp devriye görevi yapacak. Kadınların zamanla daha fazla söz sahibi olduğu ülkede, kadın polisler, "suç engelleme"de de aktif rol alacak.
100 kadın polisin katıldığı, dün yapılan bir resmi geçit töreninde, 1979 İran islam Devrimi'nden bu yana ilk kez bu kadar çok sayıda kadın polis birada bulundu.
Dini lider Ayetullah Ali Hamaney'in önünden erkek polislerle birlikte toplu halde geçerek adeta gövde gösterisi yapan kadın polisler, omuzlarında makinalı tüfek taşıyorlar ancak yine İranlı kadının geleneksel giysisi siyah çarşaf giyiyorlardı.
Tümü polis koleji mezunu olan İran polis teşkilatının bu yeni üyeleri, erkek polislerden farklı görevlerde de bulunacak ve bugüne kadar onların yer almadıkları aşamalarda söz sahibi olacaklar.
Kadın polisler devriye görevi yaparak "suç engelleme"de aktif rol alacaklar. Kadın suçluların vücut aramalarını da yine onlar yapacak.
Daha fazla eşitlik
İran üniversitelerinde kız öğrencilerin, erkeklere oranla daha kalabalık oldukları istatistiki bilgilerle kanıtlanmış. Ülkedeki kadınlara bir çok işte çalışma hakkı veriliyor. Ancak bir şartla, başlarını açmaları ve vücut hatlarını ortaya koyan giysiler giymeleri yasak. Hükümetin kimi departmanlarında çalışan kadınlara siyah çarşaf giyme zorunluluğu getirilmiş.
İrandaki kadınlar gün geçtikçe daha fazla hak elde etseler de, yine de çözümlenmemiş çok sayıda problemleri olduğunu söylüyorlar.
Ülke yasalarında yapılan, kadın haklarını savunan bir takım değişikler, İran'daki kadın hareketinin yol aldığının göstergesi olarak kabul ediliyor. Buna son örnek, ülkede yapılan son seçimlerde dikkate değer sayıda kadının aday olması.
Muhammed Hatemi'nin cumhurbaşkanı olduğu 1997'deki reform hareketinde, önemli roller üstlenen kadınlardan bazıları, şu an halen İran meclisinde görev alıyor.
Türk kadını Atatürk sayesinde kurtuldu
Atatürk, Osmanlı döneminde hiçbir hakkı olmayan Türk kadınına medeni haklarını vererek sosyal yaşamdaki yerini sağlamlaştırdı. Türkiye'de demokrasi var. İran'a da bir gün gelecektir. Ancak laiklik gelir mi, pek emin değilim. Çünkü halk istemezse laiklik gelmez. Örtünmek kadının rızasına bırakılsın. Türban takana ‘takma’ denmemeli. Ama, bir kadın eğer isterse caddede mayoyla bile gezebilir. Reform yanlıları arayıp tebrik etti. Nobel'in onları yüreklendirdiğini söylediler. Yıllarca mücadele ettim ve korkuyu yendim.
Son dönemlerin en sansasyonel Nobel Barış Ödülü'nü alan İranlı insan hakları savunucusu Şirin Ebadi ile Paris'te konuşuyoruz. Bugün İran'a döneceğini ve kendisini nelerin beklediğini de bilemediğini söylüyor. Söz İran'da demokrasiden, laiklik ve kadın haklarından açılınca biraz ürkek görünüyor Ebadi.
‘‘Yarın (bugün) gece yarısına doğru Tahran'da olacağım. Beni neyin beklediğini bilmiyorum. Ben ölümle tehdit edildim, hapiste yattım ama yılmadım ve mücadele ederek korkuyu yenmeyi öğrendim. Bildiğim bir şey var, bu ödül 20 yıldır İran'da demokrasi, özgürlük ve insan hakları için mücadele edenlere yeni bir güç ve enerji vermiştir’’ diyor.
Şah döneminde ülkenin ilk kadın yargıcı unvanına kavuştuktan sonra 1979'daki İslam devrimiyle birlikte koltuğunu kaybeden Ebadi'ye Türk kadınıyla İranlı kadının konumu arasındaki farkı soruyoruz. Anlatıyor:
ÖZGÜRLÜK LAİKLİKTEN GEÇMESE DE OLUR
Osmanlı döneminde hiçbir hakkı olmayan Türk kadınına Mustafa Kemal Atatürk medeni haklarını vererek sosyal yaşamdaki yerini sağlamlaştırdı. Yani Türk kadını şimdiki durumunu Atatürk'e borçludur. Atatürk'ün modern bir kişiliği olması ve devrimleri, kadının da sosyal yaşamda daha fazla hak almasını beraberinde getirdi.
Türkiye'de demokrasi var, İran'a da bir gün demokrasinin geleceğine eminim ancak laiklik gelir mi, pek emin değilim, zira laikliği halk istemelidir, halk istemezse laiklik gelmez. Laiklik olmadan da demokrasi olabilir. Kadınlar ve laikliğe gelince, benim görüşüm şudur, kadınların özgürlük yolu her zaman laikliğin yolundan geçmez. Her ülkenin kendine özgü kanunları vardır. Türkiye'de kadınlara tanınan haklar İran'da olup bitenlerden çok ama çok farklıdır. Genel olarak Asya kıtasında kadınların hakları kısıtlıdır. Tüm kadınlara tavsiyem, haklarını arasınlar ve almak için korkmadan yılmadan mücadele etsinler.
İSTEYEN KADIN MAYOYLA GEZSİN
İslam'ın yeni bir yorumu ile modern dünyaya uygun bir İslam modeli de uygulanabilir. Yöneten erkekler, şimdiye kadar İslam'ın yorumunu kendilerine göre yaptılar. Kadına karşı olan onlardır, İslam değildir. İnsanlar nasıl giyineceklerine kendileri karar vermelidir. Kimse türban takmaya mecbur edilemeyeceği gibi, takanlara da türban takmayın denmemelidir. Kimseye az giyin, çok giyin denmemeli, özgür bırakılmalıdır, eğer bir kadın cadde de mayo ile gezmek istiyorsa bu hakkı olması gerektiğine inanıyorum.
TUTUCU MEDYA BENİ SEDAT'A BENZETİYOR
Şirin Ebadi, İran'daki reform yanlılarından tebrik mesajları aldığını, ancak tutucu medyanın kendisini, Camp David'de İsrail ile anlaşıp Nobel Barış Ödülü aldıktan sonra suikaste kurban giden Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'a benzettiğini şöyle anlatıyor: ‘‘İran'da reform yanlıları bana dün bir mesaj göndererek tebrik ettiler ve aldığım ödülün onları yüreklendirdiğini söylediler. İran'daki tutucu medya ise beni Enver Sedat'la karşılaştırmaya başladı ve ödülümün Batı tarafından kasıtlı olarak verildiğini ileri sürdüler.’’
Enver Sedat, İsrail ile barış anlaşması imzaladıktan sonra İsrail Başbakanı Menahem Begin ile birlikte Nobel Barış Ödülü'nü paylaşmış ve 1981 yılında, Müslüman Kardeşler örgütü tarafından öldürülmüştü.
Uzak komşumuz İran!

Sovyetler Birliği'nin çökmesi, gerek Türkiye'nin, gerek İran'ın jeopolitiğine yeni boyutlar katarken İran'ı da, Rusya ile kara sınırımız artık kalmadığı için, en büyük komşumuz haline getirdi. Tarihi açıdan bakıldığında iki ülkeyi diğer İslam ülkelerinden ayıran bir özellik var: Her zaman bağımsız kaldılar ve geçmişte büyük imparatorluklar kurdular. Nüfusunun önemli bir kısmı Türk olan İran'ı asırlar boyunca Türk asıllı hanedanlar yönetti. Türk ve İran milletleri sürekli karşılıklı etkileşim içinde yaşadılar, aynı filozof ve mutasavvıflardan feyiz aldılar. Divan edebiyatına Farsça hákim olurken, İran şahları Türkçe şiir yazdılar, Sünni-Şii çatışması iki imparatorluk arasındaki kudret mücadelesinin bir sonucu ve simgesi oldu.

Soğuk Savaş sırasında Sovyet tehdidi altında Türkiye ve İran aynı cephedeydi. Fakat Bağdat Paktı ve CENTO çerçevesinde işbirliği yaptıkları halde aralarında bir güven ve dayanışma duygusu gelişemedi. 1979'daki İslam devrimi ise Türkiye tarafından haklı olarak komünizmden de daha büyük bir tehdit olarak algılandı. Gerçekten Türkiye'de radikal sol ancak yukarıdan, ya dışarıdan gelecek veya içeriden tahrik edilecek bir askeri müdahale ile egemen olabilirdi. Köktendincilik ise tabandan yayılmaya elverişli bir akımdı ve Humeyni bunu bütün İslam ülkelerine ihraç etmek peşinde koşuyordu. Bu yüzden güvensizliğin hákim olduğu Türk-İran ilişkileri birtakım iniş ve çıkışlarla mesafeli kaldı. İran adeta uzak komşumuz haline geldi.

Fakat İran'da 1997'den beri büyük bir kıpırdanma var. Cumhurbaşkanı Hatemi'nin etrafında toplanan sivil toplum, gerici ve baskıcı rejime karşı mücadele veriyor. Ne var ki devletin çarkları, özellikle yargı, polis, ordu, radyo ve televizyon yürütmeden sorumlu cumhurbaşkanının değil, Rehber-i Muazzam sıfatını taşıyan Hamenei'in ve gerici mollaların elinde. Merve Kavakçı'ya destek veren gösterileri de hem Türkiye'ye ve hem Hatemi'ye karşı onlar tertipliyor. Büyük çoğunluğuyla rejimden tamamen kopmuş kadınlar ise aksine, aydınlar ve gençlerle birlikte liberalleşme hareketinin başını çekiyorlar. Kadınlar insan haklarından mahrumiyetlerinin sembolü olarak gördükleri başörtüsüne, makyajlarını daha çarpıcı yaparak ve saçlarını kısmen dışarı çıkararak karşı geliyorlar. Bir İranlı yazar, kadınların tepkisini izah ederken, ‘‘Kadının örtüsü dışarıda değil, içeride olmalı. Başı örtmek mecburiyeti inanç noksanlığını yalanla gizlemek anlamına gelir’’ diyor.

Son zamanlarda Avrupa Birliği ülkelerinin hemen hepsi İran'a karşı bir açılma içinde. Amerika yavaş yavaş aynı yaklaşıma yöneliyor. Türkiye'nin de İran'daki evrimi daha yakından izlemesi ve desteklemesi gereklidir. Kaldı ki, bu aşamada Türkiye ile İran arasında bir yumuşama gözleniyordu. İran PKK'ya verdiği desteği azaltmış ve güvenlik alanında işbirliğine yanaşmıştı. İslam Konferansı Başkanı olarak PKK ve Öcalan konusunda Suriye ile varılan anlaşmaya katkıda bulunmuştu. 1996'da 20 yıl süre ile doğalgaz satımı konusunda imzalanan anlaşmanın uygulanması için gerekli boru hattı inşaatında kendine düşen yükümlülükleri yerine getirmiştir.

Türkiye ile İran arasında birçok alanda çıkar ve yaklaşım farkları elbette mevcut. Orta Asya ve Kafkasya'daki rekabet de sürecek. Fakat bugünkü dünyada işbirliği ve rekabet el ele gidiyor. Thomas Friedman'ın küreselleşme konusundaki son kitabında dediği gibi, ‘‘Soğuk Savaş zamanında dost ve düşman vardı, bugün ne dost kaldı, ne de düşman, sadece rakipler var.’’
Kadınlar sanat tercihlerini ‘geleneksel’den yana kullanıyor
 Ülkemizde son yıllarda özellikle kadınların geleneksel sanatlara ilgisinin arttığı, birçok özel atölyede yeni çalışmaların yapıldığı gözleniyor. İranlı minyatür sanatçısı Selina Puriya İran’da da geleneksel sanatçıların yüzde 80’e yakın kısmının kadınlardan oluştuğunu söylüyor.
İran, sınır komşumuz olduğu halde en az tanıdığımız ülkelerden biri. Oysa bu ülkenin halklarıyla aramızda tarihi ve kültürel birçok benzerlik bulunuyor. Bunların başında da tezhip, minyatür, ebru gibi geleneksel sanatlarımızın benzerliği geliyor. Türkiye’de son iki yüz yıldır bu sanatlardan bir kopuş yaşandı, İran’da ise bugünün insanlarına da hitap eden yeni üsluplarla gelişimini sürdürdü. Ülkemizde de son yıllarda özellikle kadınların bu sanatlara ilgisinin arttığı, birçok özel atölyede yeni çalışmaların yapıldığı gözleniyor. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da başlayan “İki Kültür Bir Sanat” başlıklı İran ve Türk minyatürlerini bir araya getiren proje için İstanbul’a gelen minyatür sanatçısı Selina Puriya, İran’da da geleneksel sanatları icra eden sanatçıların yüzde 80’e yakın kısmının kadınlardan oluştuğunu söylüyor. Daha ince ve zarif tarzları olduğu için geleneksel sanatların kadınlara daha yakın olduğunu ifade eden Puriya, “Tezhip ve minyatür, kadınların ince ruhlarına hitap ediyor. Özel bir okulda ders veriyorum. Öğrencilerimizin çoğu genç kızlar. Yaşlı ve çocuklarıyla birlikte kursa gelen kadınlar da var. Bu yıl iki dalda yapılan beşinci büyük minyatür yarışmasında bayanlar birinci oldu.” diyor.
19 yıldır minyatür yapan ve İran minyatür derneğinin asil üyesi olan Selina Hanım, İngilizce tercümanlık bölümü mezunu; ancak ailesinin zoruyla okuduğu bu bölümü diplomasını aldıktan sonra tamamen bırakmış. Türkiye’ye ilk defa gelen ve Türk kadınlarıyla ilk kez karşılaşan Selina Puriya, “Türk kadınların özel hayatıyla ilgili hiçbir şey bilmiyorum; ancak minyatüre ve geleneksel sanatlara çok ilgi gösterdiklerini gördüm ve çok şaşırdım. Bu çok güzel. Biz İranlı kadın sanatçılar olarak her türlü desteği ve tecrübelerimizi vermeye hazırız. İstediğiniz zaman gelip yardımcı oluruz.” diye konuşuyor.
Modern teknikleri Türkiye’de öğretmek isteriz
İran’ın en meşhur ressamlarından ders alan, beş sene desen çalıştıktan sonra yağlıboya ve suluboya ile devam eden sanatçıyı, hocası Ruyin Pakibar, “Sen minyatür yapmak için yaratılmışsın.” diyerek bu sanata yönlendirmiş. Minyatür sanatına ilgi duyanların mutlaka çok iyi bir altyapı kazanmaları gerektiğini belirten Puriya, diğer tarzlara göre, minyatürün çok sabırla çalışılması gereken bir teknik olduğunu, bu yüzden eserle sanatçı arasında daha derin bir bağ oluştuğunu ifade ediyor. “Minyatürü kendi ruhuma çok yakın hissediyorum.” diyen Puriya, Türk minyatür sanatçılarının eserlerini ilk kez gördüğünü ve çok beğendiğini dile getiriyor. Ancak, son iki yüzyılda bu sanatlardan uzaklaşılması nedeniyle İran’a göre Türk sanatçıların kullandığı tekniklerin çok eski olduğunu söyleyen Selina Puriya şöyle konuşuyor: “İki ülkenin bugün yapılan minyatürlerini görünce Türkiye’de yaşanan boşluk daha iyi hissediliyor. Bugün çok iyi hocaların sayısı fazla olmamasına rağmen, kendi başlarına ilerledikleri için eserlerinin çok büyük değeri var. ‘İki Kültür Bir Sanat’ projesi çok iyi bir başlangıç oldu. Bundan sonra İran’dan çok iyi hocalar Türkiye’ye gelip kurslarda ders verebilirler. Bu, İran minyatürünü buraya getirmek için değil, Türkiye’de modern teknikleri öğretmek ve sanatçıların hayallerini daha kaliteli, profesyonel tekniklerle ifade edebilmelerini sağlamak için olacaktır.”
Halkın içinden notlar
İranlılar, kendilerini 20 yıllık tecritten kurtaracağına inandıkları İslam Zirvesi'ne verdikleri önemi göstermek için ellerinden geleni yapmışlar. Tahran'ın dört bir tarafı, üzerinde "Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılıp dağılmayın" ayetinin üç dilden yer aldığı, zirveyle ilgili posterlerle süslenmiş. Zirve toplantısının adı olan 'Eclas' başkente hakim görünüyor; herşey 'Eclas'a ayarlı. Ünlü 'Bazar' bile zirve yüzünden üç günlük tatile sokulmuş.
Devrimin sonuca ulaşmasında başrollerden birini oynamış olan Bazar'ın zirve boyunca kapalı tutulmasının sebebi olarak trafik sıkışıklığına mahal vermemek gösteriliyor; trafik sıkışıklığının zirveyi engellememesi için otellerle toplantının yapıldığı semte giden bütün yollar, üzerinde zirve amblemi bulunmayan araçlara kapalı zaten. Bence, Bazar'ın tatile sokulmasının, zirveye katılan delegelerin dikkatinin dağılmaması gibi daha pratik bir sebebi olmalı.
Ben dikkatimi dağıttım ve zirvenin yapıldığı gece Tahran'ın en merkezi yeri olan Veliy-yül Asr meydanı ve caddesi üzerinde dolaştım; herkesin 'yenileniyor' dediği İran'ın bir de gayr-ı resmi yüzünü görmek amacıyla. Daha baştan kaydedeyim: İran, hiç değilse halk olarak, dünyaya kapalı olmanın zararlarını en azıyla atlatmış görüntüsünde. Halkta bizim sandığımız kadar büyük bir karamsarlık sezmedim Tahran sokaklarında dolaşırken.
Bir zamanlar Ortadoğu'nun zenginliğini en fazla gösteren başkentlerinden biriydi Tahran; o görüntü bütünüyle kaybolmuş. Caddelerde çok sayıda otomobil dolaşıyor, ama neredeyse hepsi İran malı mütevazı araçlar. Yabancı marka otomobil? Yok gibi. Zirve delegeleri emrine tahsis edilen otomobiller yabancı, hepsi o kadar.
Bir başka gözlem, kültür yerliliği. İran, 20 yıl önce, Ortadoğu'nun Batı'ya en açık ülkesiydi; 1978 yılbaşını Tahran'da Şah Rıza Pehlevi'nin misafiri olarak geçiren ABD başkanı Jimmy Carter, biraz da o görüntüye bakarak, "Kadehimi devrimler ve darbelerle sarsılan bir bölgede istikrar adası durumundaki İran için kaldırıyorum" demişti. Önünden geçtiğim sinemaların önlerinde ve sokaklardaki reklam panolarında duyurulan filmlerin hepsi yerli yapım bugün. Müzik de teşvik ediliyor muhakkak, ama İran'ın kendisine özgü bir müzik bu. Devrim, yerli bir kültüre önem vermiş, o kültür ülkede etkisini hissettiriyor.
Ancak yine de gençlerin İngilizce ibareler taşıyan fanilaları, yabancıya hayranlığı teşhir ediyor. Daha da şaşırtıcı bir gözlemim var: Kuzey Tahran'daki çoğu caddenin adını taşıyan levhalarda Farsça yanında İngilizce de kullanılmış.
Vitrinler her ülkede benzer bir şarkıyı terennüm ederler. Hangi ülkeye gidersek gidelim, dünyanın belli başlı markalarının ürünleriyle karşılaşıyoruz bugün. Veliy-yül Asr Caddesi üzerinde epey görkemli sayılabilecek vitrinle karşılaşılıyor, ama pek azı müstesna, hiçbirinde yabancı markaya rastlanmıyor; tek tük bildik markaların da 'dandik' olma ihtimali büyük. Bir çarşıda, kadın eşyası satılan bir mağazanın vitrininin baş köşesini bir çorap işgal ediyordu. Üzerini okudum; 'Öğretmen çorapları' yazıyordu.
Kadınların çarşaflı veya mantolu dolaştığı bir ülkede dükkanların kadın eşyasıyla dolup taşması ilk bakışta tuhaf gelebilir. Oysa, İran kadınının benzerlik içinde sergilediği çeşitlilik, kadının her yerde aynı olduğunu açıkça gösteriyor. Dış görünüşteki benzerliği bile farklı biçimde sergiliyor İranlı kadın. Yabancı marka eşya yok ama, yerlilerin de, görüntü olarak, yabancılardan bir farkı bulunmuyor.
Meydanın dört bir tarafına -yeni bittiği henüz boş duran dükkanlarından anlaşılan- çarşılar inşa edilmiş. Ankara'daki Tunalı Pasajı'nı hatırlattı gezdiğim çarşılar. Dükkanların bazısının camında kadınları uyaran duyurular vardı. Kimi, "Hicab-ı İslami ra riayed befermayend"; kimi de "Hicab-ı İslami ilzami est" biçiminde düzenlenmişti bu duyuruların. Etrafıma bakınca gördüğüm manzara, bütün kadınların derece derece örtülü olduğu bir ortamda, başörtüsü zorunluğunu hatırlatan bu uyarıların gereksizliğini düşündürdü bana.
Elimde kalem, vitrinlerde gördüğüm ilginçlikleri yazdığımı görenler biraz tedirgin oldular, ama kimse ses çıkartmadı. Ben de fırsattan istifade, birkaç özlü sözü defterime kaydettim. Bir dükkanın girişinde, "Namaz sütun-u din'est" yazmıştı sahibi; zaten dükkanın hemen yanıbaşındaki bir kapının üzerinde 'Namazhane' işareti bulunuyordu. Bir başka dükkan sahibi, altında hadis olduğunu belirttiği bir sözü camlatıp asmıştı: "Namaz nur-u çeşm-i menest."
Bunları bu kadar ayrıntılı aktarmamın sebebi, Farsçanın, özellikle edebiyata meraklı olanlarımız için, ne kadar kolay bir dil olduğuna ışık tutmak. Bundan birkaç yıl önce, o zaman dışişleri bakanı olan Hikmet Çetin'le çıktığımız Orta Asya gezisinde, Farsça'nın resmi dil olduğu Tacikistan'da, Cengiz Çandar'la birlikte meramımızı anlatmakta fazla zorlanmamıştık. Dikkat ederseniz, yukarıda alıntıladığım duyurularda geçen her kelime, biraz kendimizi zorlarsak, hiç yabancımız değil: Namaz, sütun, din, hane, nur, çeşm (göz anlamına). 'Men'in 'ben', 'est'in de 'dir' olduğunu çıkartmak için Farsça mütehassısı olmak gerekmiyor.
Bizler için Farsça'ya da gerek yok Tahran sokaklarında derdimizi anlatmak için. Şimdiye kadar karşılaştığım her iki kişiden biri Türkçeyi anlayıp rahatlıkla konuşuyor. Azeriler, özellikle hizmet sektöründe, lokantalarda, otellerde, taksicilikte yoğunlar. Bir yerde muhatap olduğunuz kişi Türkçe bilmiyorsa, hiç endişe etmeyin, yanındaki kişi sizi mutlaka anlayacaktır.
Tahran'da halkın içinden notlar bunlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder