3 Aralık 2011 Cumartesi

Elinden tutulacak o kadar çok kadın var ki

On sene önce bir avukatın hatıralarını okuyordum. Diyordu ki, bir mahkeme safhasında, hâkim bey, karşısındaki hanıma ne iş yaptığını sordu.
O da kafasını eğdi, utandı sıkıldı. Israr edince, “Çok af edersiniz efendim, özür dilerim, genelevde çalışıyorum.” deyip gözlerini yere dikti. Bunun üzerine hâkim hüzünlü ve yavaş bir sesle boynunu büküp “Asıl sen af edersin.” dedi. Ama bu sözleri o hiç duymadı.
Bu ifadeleri kitaptan okuduktan sonra, kafamı kaldırıp uzun uzun düşündüm. Aslında, vicdanının sesini dinleyip mahzun olan o hâkim gibi her birimiz teker teker kendimizi hesaba çekmeliyiz. Onu kim, nasıl oralara zorladı? Onlar zorlanırken resmî görevliler ve vicdanının sesini dinlemesi gerekenler neredeydi? Biz neredeydik? Bu tür zulüm, tuzaklar hâlâ devam ediyor; biz yine neredeyiz? Acaba bu hususta, insanlar bilhassa kadın ve kızlar kötü yollara nasıl düşürülüyor? Onları bu işe sürükleyen teşkilatları kimler organize ediyor diye Meclis’imiz bir araştırma yapma lüzumu duymuş mudur? Acaba anlı şanlı medyamız, ‘Bu meselede bizim kötü rolümüz nedir?’ diye kendi kendini bir iç muhasebeye çekmiş midir? Çekmesi gerekmez mi?
1985’te bulunduğum şehrin batakhanelerinin yanından bir gece geçiyordum. Bir kadının feryadı ile irkildim. Kendisini zaptetmeye çalışan pavyon fedâilerine içkili kafa ile bağırıyor: “Bırakın artık beni. Bittim, tükendim. Ölmek istiyorum!” diyordu. Tabii vicdanen beni çok rahatsız eden bu olayı unutamadım. Meselenin perde arkasında neler vardı, tahkik edip öğrenecek durumum yoktu.
İki üç sene sonra olsa gerek, Mektup dergisine mektup yazan ve hayatın derin darbelerini yemiş birisi, o bataklığın patronlarından birisinin cenaze merasimini anlatıyor ve pek çok şeyi ifşa ediyordu. Bu meselenin kanayan bir yara halinde derinleşerek devam ettiğini ve pek çok kötülüğü de üreterek işini sürdürdüğünü anladım.
Elinden tutulacak o kadar çok insan var ki. Ama el uzatacaklar nerede?
Yine o günlerde bir vilayet büyüklüğünde bir kazanın yanından taksiyle geçiyorduk. İnşaatı yeni tamamlanmış bir cami gördük. Bir arkadaşımız dedi ki: “Bir kadın, bu cami inşaatı başladığı zaman büyük meblağda bir para göndermiş. Fakat, ‘Sen genelevde çalışıyorsun.’ diye kabul etmeyip, iade etmişler. Çok üzülmüş.”
Elbette mabedlerimizin temelleri takva üzerine atılmalıdır. Fakat, karşı tarafın tavrı bizi derin derin düşündürmelidir. O, oralara düşürülürken, biz neredeydik? Yeni kurulacak bir mahalleye önceden gidip bir mabed yaptırmak ne kadar güzel, ne kadar mübeccel bir duygudur; ama bir o kadar da insanların gönüllerinde tesis edilecek mabedler için, onları nefis ve şeytanların pençesinden ve iğrenç odakların dolaplarından kurtarmak için de daha fazla gayretlerimiz olmalıdır. Çünkü “Def–i mefâsid; celb–i menâfi’den evlâdır.” Yani mefsedetleri önlemek, kötülükleri gidermek; menfaat ve faydaları elde etmekten önce gelir.
Biz hepimiz bir gemide bulunuyoruz, birbirimizden sorumluyuz. Bir anda salgın haline gelen kötülükler, bulaşıcı hastalıklar gibi her tarafı kaplayıp burnumuzun dibine kadar gelebilir. Sevginin ve merhametin fedailerine çok büyük vazifeler düşüyor. Karda kışta açan kardelenler gibi, öldürücü soğuklara, kara buza meydan okuyarak her şartta, her mekânda kendilerini göstermeleri gerekiyor. Yanık gönüllü Hz. İbrahim (as) gibi Nemrutların yaktıkları fitne ateşlerinin arasından demet demet güller dermek de yine sizin işiniz. Sizin hiç mi hiç mazeretiniz olamaz.
Elinden tutulacak o kadar çok kadın var ki hakkinda aciklamalar Elinden tutulacak o kadar çok kadın var ki konusunda bilgiler.

alıntı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder