3 Aralık 2011 Cumartesi

Kadın olmak zordur

Gelenek ne? Kadın kim? Ne ola ki mutluluk!

Feminist değilim; haddim olmayarak kimi kadınların yaşam tarzlarını sorgulayan, üç beş kelam edeceğim diye öyle görülmek de istemiyorum. Gerçekler ve sadece gerçekleri anlatacağıma... Gerçekleri anlatmak mı? Gerçek de ne!!! Kavramlar, kargaşalar, içine daldıkça giriftleşen ve konuşmaktan korkulan sorunlar varken ve herkes kendi yaşadığını gerçek sanıyorken hangi gerçekten bahsedeceğim. Ama siz, kendini muhafazakar ya da geleneksel olarak tanımlayan sevgili kadınlar, cevabı kimi zaman yarım kalmış sorularda kendi hayatınızı arayın lütfen!...
Herkes üstüne alınsın
Günleriniz nasıl geçiyor? Bana "Bir gününüzü anlatın" desem; herzamanki rutinler dışında (sabah erken kalkıp, eşi uğurlamak, çocukları okula göndermek, çamaşır, bulaşık ve yemekle uğraşmak ya da küçük bir çocuğunuz varsa bunların yarısını bile yapamamak) eşiniz, çocuklarınız ve özellikle de kendinizin gelişimi için farklı ve yararlı daha neler yapıyorsunuz? Sizi mutlu ve enerjik kılan, hep aynıymış gibi akıp giden günlerin aslında birbirine benzemediğini hissettiren, kendinizi ifade ettiğinizi düşündürten (sahi, kendinizi ifade etmek gibi bir kaygınız var mı?) uğraşlar... Aldığınız eğitim, ilgi alanlarınız ya da yetenekleriniz doğrultusunda günlerinizi sıradanlıktan kurtaracak, kendinizi üretici ve verimli hissedebileceğiniz etkinlikler... Ailenin, çocukları yetiştiren bir kurum olmanın yanında, ebeveynin de olgunlaşıp gelişmesini sağlayan bir ortam olduğunu unutanlardan değilsinizdir umarım...
Geleneksel ve modern
Geleneksel ya da muhafazakar kadının sorunları üzerine görüştüğümüz uzmanların hemen hepsi, Türk kadınını geleneksel ya da modern diye kesin hatlarla ikiye ayırmanın mümkün olmayacağı görüşünde birleşiyorlar. Bu kavramların herkes tarafından farklı algılandığı da bir gerçek. Psikiyatr Cem Mumcu, Türkiye'de geleneksellik ve modernliğin birbirinden çok ince çizgilerle ayrıldığını, birinden diğerine daima yumuşak geçişler olduğunu belirtirken, İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Nebi Bozkurt, aynı düşünceleri doğrular şekilde konuşuyor: "Türkiye'deki hayat şartları, geleneksel ve modern gibi net tanımlamalara müsaade etmiyor. Geleneksel kadın da, modern kadın da kendi içinde farklı kategorilere ayrılabiliyor. Geleneksel kadının 'geleneksel' olmaktan kaynaklanan sorunları varsa, modern kadının da 'modern' olmaktan kaynaklanan sorunları var. Bana göre önemli olan; kadının içinde bulunduğu durumdan memnun olmasıdır." Sosyal hayatı ikinci planda tutup, aile, akraba ve komşularla sıkı ilişkiler içinde bulunan, ailenin bilhassa fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması sorumluluklarını hayatında ön plana almış olan, belli bir akademik eğitim almamış kadınlara 'geleneksel' kadın denilebileceğini söyleyen psikolog Farika Artır Teymur; şehir hayatına adapte olmuş; giyim, konuşma, hal ve hareketleri ve düşünce biçimi itibariyle şehir kültürünü yansıtan; kitap okuyan, sosyal faaliyetlerin içinde olan hanımların ise modern olarak tanımlanabileceğini ifade ediyor. Geleneksel kadının da, modern kadının da kendi içinde sınıflamaya tabi tutulması gerektiğini söyleyen Teymur, şöyle devam ediyor: "Her ailenin farklı özellikleri var. Anne ve babanın tahsili aile üyelerinin kültürüne etki eder. Bir öğretmenin ya da din görevlisinin kızı bir çiftçinin kızından farklı şekilde hayata bakabilmekte. Fakat meslek tek başına kültürel özeliklerin belirleyicisi olamaz. Güneydoğu'nun ücra bir köyünde, hayat felsefeleri, konuşma tarzları, insanlara karşı tutumları, misafirperverlikleri, çocuk yetiştirme tarzları, eşlerine gösterdikleri saygı ve sevgi ile taşıdıkları zengin kültür mirasından gelen güzellikleri yansıtan kadınlar da var. Bu nedenle, bütün geleneksel yaşayan hanımların bir sınıf altında toplanmasını doğru bulmuyorum." Psikiyatr Gıyasettin Ekici ise geleneksel olmayanı, modern ve çağdaş diye ayırmayı daha uygun buluyor. Geleneksel kalıpları kabul etmeyen ve aşan; ancak modernitenin bazı olumsuzluklarına da mesafeli duran bir tavrın çağdaş; ama modern olmayacağını söyleyen Ekici, sözlerine şöyle devam ediyor: "Bu tavır, postmodern bir tavırla da çakışır, aynılaşır. Modern hayatın koşturmacasına, doğal çevreye verdiği zarara, bireysel yabancılaşma ve aşırı bireyselleşmeye tepki duyan ancak geleneksel olmayan insanlar da var. Çok kaba bir tanımlamayla; kendi yöresel değerlerini, alışkanlıklarını, zevklerini, kısacası yaşayış tarzını kabullenip devam ettiren kadını geleneksel olarak; dünyadaki olumlu ve olumsuz değişmelere açık, globalleşen ve evrilen dünyanın bir üyesi olan kadını da modern kadın olarak görebiliriz."
Hangi kadın daha rahat...
Şehirde geleneksel bir hayat süren kadının, aile üyeleri ve akrabalarından uzaktaysa, bilhassa çocuklarını büyütürken yalnız kaldığını ve sorunlarının çözümü için bir çıkış yolu bulamazsa psikolojik rahatsızlıklara daha çabuk yakalandığını söyleyen Farika Artır Teymur, modern yaşayan kadınların, çalışarak aile ekonomisine katkıda bulunurken, çocukların yetiştirilmesinde kendisine destek olabilecek alternatifler buldukları ve vakitlerinin bir kısmını sosyal ve kültürel faaliyetler içinde geçirdikleri için yalnızlık duygusundan kurtulabildiklerini belirtiyor. Bu arada evde gün boyu çocuklar ve ev işiyle ilgilenen özellikle muhafazakar kadınların eşleri tarafından yalnız bırakıldıklarını da söylemek gerek. Biraz hava almak, sinemada bir film izlemek ya da bir akşam yemeğini dışarıda yemek isteyen kadın, işten eve yorgun gelen ya da kendi yaşam idealleri için çalışıp evini ihmal eden kocasının isteksizliğiyle karşılaşıyor çoğunlukla. Psikiyatr Ekici'ye göre; geleneksel bir yaşam tarzı benimseyen kadınların değişmesini hızlandıran, onları değişime motive eden ve hatta zorlayan genellikle çocuklar başka bir deyişle yeni kuşaklar oluyor. Psikiyatr Cem Mumcu ise; kadınlarda gördüğü en büyük sorunu şöyle açıklıyor: "Geleneksel ya da değil, kadınlarda gördüğüm en büyük sorun, ya Batı değerlerini hiç sorgulamadan her şeyiyle kabul etmeleri ve içselleştirmeleri ya da tam tersine tümüyle reddederek gelenekselliği abartmaları. Kendini koruma içgüdüsüyle daha içine kapanık ve sıkıntılı olan şehirdeki kadına göre, köylerde yaşayan kadınlar gerek giyimleri gerekse de yaşamlarıyla daha rahat ve daha doğallar.."
Kadın hayattan ne bekler?
Psikiyatr Cem Mumcu geleneksel kadının hayattan öyle büyük talepleri olmadığını düşünüyor: "Böyle kadınların hayattan bekledikleri en önemli şey, çocuklarını büyütürken bir yandan onlara çeyiz hazırlamak oluyor. Kendi yapamadıklarını onun için yapmaya çalışmakla tüketiyorlar ömürlerini. Hiç bitmeyen bir hazırlanış hazırlanış hazırlanış....Spontane hiçbir şey yok. Çeyiz hazırlanan kız da daha sonra aynı süreci yaşayabiliyor." Geleneksel kadının iyi bir ev kadını, iyi bir anne olmak, güzel yemekler, karbeyaz çarşaflar için uğraşmak istediğini söyleyen Psikiyatr Gıyasettin Ekici, geleneksel yaşayan kadınların eşleri ve çocuklarında aradıkları özellikleri de şöyle sıralıyor: "Eve ekmek getiren, aileye ilişkin tüm konularda karar mercii ve evin dirlik, düzenliliğini teminat altına alan otoriter bir eş isteyen kadınlar, uslu, itaatkar ve mümkünse başarılı çocuklar istiyorlar. Modern kadının herkesin bir adım önünde olmaya koşullanmış bir hırsla, biteviye, gelecekteki meçhul bir zamanda rahat etmek üzere koşturması, geleneksel kadında herkesten geriye kalmamak isteği şeklinde görülüyor." Doç. Dr. Nebi Bozkurt da geleneksel kadının hayattan, sıcak bir yuva, sadık bir eş ve saygılı çocuklar dışında çok fazla bir şey talep etmediğini düşünenlerden.
Kadın 'haberdar'olunca
Ev, civar komşular, akrabalar, çocuklar ve eşiyle sınırlı bir dünyada yaşayan muhafazakar kadının kendi dünyası dışındaki bir dünyadan ne kadar haberdar olduğu yönündeki sorumuza Psikiyatr Ekici, şöyle cevap veriyor: "Şehirdeki geleneksel kadın, bakımlı, albenili, düzgün görünüşlü, daha rahat yaşayan, daha çok insiyatif kullanan kadınların yaşantısını gördükçe kendi yaşantısını daha çok sorguluyor, tedirgin, kararsız ve mutsuz olabiliyor." Doç. Dr. Nebi Bozkurt ise, geleneksel kadınların eskisi kadar dünyadan kopuk olmadıklarını söylüyor. Eğitim almamış olsa bile kadının gezebileceğini, fotoğraf, resim, seramik gibi sanatlarla ilgilenebileceğini, sivil toplum örgütlerinde çalışabilabileceğini ve geleneksellikle modernlik arasında bir denge kurabileceğini düşünen Bozkurt; "Dünyaya kapalı kadının dini ve içtimai hayatı doğru algılayabileceğini düşünmek yanlıştır. Çarşaf dışında bir tesetttürü kabul etmeyen ve tesettür ölçülerine uygun giyinenler için bile 'mantolu kafirler' gibi cahilce ifadeler kullanan kadınlarımız var maalesef." diyor.
Kadın hep evdeyse
Dışarıda çalıştığı için kendini geliştirmesi daha kolay olan ve değişen hayata daha kolay adapte olan erkek ile, vaktinin büyük kısmını evde, çocuklarıyla ilgilenerek ya da ev gezmelerine giderek geçiren kadın arasında zamanla bir uçurum oluşmasının kaçınılmaz olduğunu söyleyen psikolog Farika Artır Teymur, evde oturan kadının hele bir de yaramaz çocukları varsa nefes almaya vakit bulamadığını düşünüyor. Dışarıda gördüğü farklı giyinen, farklı düşünen kadınlarla evdeki karısını kıyaslayan erkeklerin zaman içinde eşlerine karşı öfke duymaya başladıklarını belirten Teymur, eşinin daha entellektüel, daha sosyal, daha kültürlü ve bilinçli bir kadın olması için hiçbir girişimde bulunmayan erkeklerin, eşlerine öfke duymak yerine kendi kendilerine, "Onu geliştirmek için ne yaptım?" sorusunu sormaları gerektiğine inanıyor. Psikiyatr Cem Mumcu ise erkeklerin hem dışarıda gördükleri ve giyimi, konuşması, davranışları ya da bilgi birikiminden dolayı saygıyla yaklaştıkları kadınları cazip bulduklarını hem de kendi eşlerinin o kadınlar gibi olmaması için her türlü engellemeyi yaptıklarını ifade ediyor... Her ne kadar erkeğe bu konuda oldukça bir sorumluluk yüklüyor olsak da, bilinçli bir şekilde gelişmeyi ve değişmeyi tercih etmeyen, eşlerinin her türlü çabasını boşa çıkaran kadınların varlığını da gözardı etmemek gerekiyor. "Toplumdan uzaklaşan kabalaşır." Hadisi şerifinde kadınlar ve erkekler için bir ayrım yapılmadığını belirten Doç. Dr. Nebi Bozkurt ise çok nadir dışarıya çıkan kadının evde bunalacağını ve ufkununun daralacağını söylüyor.
Eğitimli kadın çalışmazsa...
Üniversite okuyan bir kadın da, eğer çalışmayıp evde oturmayı tercih ediyorsa zaman içinde eğitimsiz kadınlarla aynı kaderi paylaşmaya başlıyor. Ekonomik gücü yeterli olmayan ve sosyal hayatla iletişimini büyük oranda işiyle sağlayan kadının, büyük şehirin uzak mahallelerinden birinde, civar komşularla sınırlı ilişkisi dışında yalnızlığıyla baş başa evinde oturmaya başlaması, potansiyel depresyon adaylarından biri yapabiliyor onu. Üreticiliğin sadece 9.00-17.00 saatleri arasında belli bir mekanla sınırlandırılamayacağına dikkat çeken psikiyatr Ekici, şöyle diyor: "Evinizde triko örebileceğiniz gibi kitap da yazabilirsiniz. Tercüme yapabilir, dergi çıkarabilir, sosyal faaliyetler organize edebilirsiniz. Önemli olan kişinin üretmekten aldığı ruhsal doyumdur." Psikiyatr Cem Mumcu; Avrupa'da hızla yayılan 'ofis ev' lerin Türkiye'de de kabul görmesiyle, kadınların hem çocuklarına daha fazla vakit ayıracaklarını hem de meslekleriyle irtibatlarını kaybetmeyeceklerini söylüyor. Doç. Dr. Bozkurt ise, üniversiteyi bitirip de bazı sebeplerden dolayı çalışamayan kadınların zaman içinde gerek yaşam tarzı gerekse davranışlar bakımından eğitimsiz kadınlarla benzeştiğini ifade ediyor. Genç kızların üniversiteyi mutlaka o alanda çalışmak için okumamaları gerektiğini, önemli olanın, huzur içinde çalışabilecekleri bir meslek olduğunu söyleyen Bozkurt; "Kıra ne zaman çıkmak isterse o zaman çıkmalı. Tıpkı Van Gogh'un resim yapması gibi." diyor.
Muhafazakar kadınlar bakımsız
Bu konuda bir genelleme yapmak elbette ki yanlış olur; ancak geleneksel ya da muhafazakar yaşayan kadınların büyük çoğunluğunun özellikle evde ve dışarıya çıkarken uyumlu ve estetik giyinmedikleri de bir gerçek. Bu durumun, 'geleneksel yaşayan' diye tanımladığımız kadınların daha düşük sosyo-ekonomik-kültürel düzeylerden geliyor olması ve daha az eğitimli olmasıyla ilgili olduğunu söyleyen psikiyatr Gıyasettin Ekici, kendisiyle barışık ve kendini seven bir kadının başkaları kadar kendisi için de bakımlı olması gerektiğini belirtiyor. Geleneksel yaşayan kadınların kötü giyinme ve bakımsızlık gibi bir sorunları olduğunu söyleyen Doç. Dr. Nebi Bozkurt; İslami bir yaşam tarzını benimseyen kadınların evde dilediklerince süslü ve bakımlı olmaları, dışarıya çıkarken de yine renk uyumuna dikkat ederek, sade ve temiz giyinmeleri gerektiğini söylüyor. Dışarı giyiminde insanların dikkatini çekmek ve cinselliği ön plana çıkarmak amacıyla yola çıkmanın doğru olmadığını söyleyen Bozkurt, kadınların bütçelerini zorlamadan imkanları nispetinde güzel ve kaliteli giyinmesi gerektiğini ve Peygamberimiz'in insanlar arasına çıkarken bir benek gibi güzel olunması gerektiği yolunda söylediği sözlerin hem erkekler hem de kadınlar için geçerli olduğunu ifade ediyor. Dünya çapında ünlü tasarımcılarımızdan Zeynep Fadıllıoğlu, tesettürlü kadınlar için üretilen giysileri çok zevksiz bulduğunu ve Müslüman kadının 2000 yılında hak ettiği yerde olmadığını söylüyor. Kötü kesimli bir kıyafetin onu giyen kişideki güven duygusunu zedelediğine dikkat çeken Fadıllıoğlu şöyle devam ediyor: "Bakımlı olmak bir kadın için çok önemli. İlle modayla hareket etmek de gerekmez. Sadelik ve güzel bir çizgi insana daha da yakışabilir Genelde tesettürlü kadınlar kendilerine özen göstermiyorlar; kıyafetlerinde renk uyumuna dikkat etmiyorlar. Müstehcenlik hiç vurgulanmadan güzel bir çizgi yakalanabilir. Tesettür firmaları, kadınlarımıza haksızlık eden mantolar üretiyorlar. Sadece bir manto ve bir eşarp gibi bir kıyafet kullanılıyorsa, bu sahadaki üretimin daha da dikkatli yapılması, tasarımına değer verilmesi gerekir. Bu alanda kıyafet üreten firmalardan hiçbirini beğenmiyorum. Firmaların, tasarımcı unvanı verdiği kişilerle değil, kendini ispat etmiş tasarımcılarla ve renk uzmanlarıyla çalışmaları gerekir." Kadınların estetik olarak gelişmeleri için sanat faaliyetlerine katılmaları, bunlarla ilgili kitap ve dergiler okumaları ve sık sık böyle ortamlar içinde bulunmaları gerektiğini söyleyen Fadıllıoğlu, bu faaliyetlerin mutlak pozitif bir etkilenmeye yol açıp, üreticiliği körükleyeceği ve tek tip sıradanlıktan kurtaracağına inanıyor.
Çocuğa adanan hayatlar
Kendini çocuklarına adayan, adeta onlar için yaşayan ve herhangi bir özel uğraşısı, ilgi alanı olmayan kadınlar, çocukları okumak ya da evlenmek gibi sebeplerle evden ayrıldığında çok farklı bir tepki verebiliyorlar. Psikiyatr Cem Mumcu, kadınların yaşadığı bu duruma 'yas tepkisi' adını veriyor. Kendi varlığını ve yaşam anlamını çocuğu üzerinden gerçekleştiren kadın için, evladın evden ayrılmasının, kendi yaşam anlamının son bulması yani ölümü demek olduğunu söyleyen Mumcu ile aynı görüşleri paylaşan Psikiyatr Gıyasettin Ekici, "Hiç kimse kendi hayatını annesi, babası veya çocuğu için feda etmemelidir." derken, ailedeki bireylerin mutluluğu için özveride bulunmanın kendini feda etmek anlamına gelmediğinin altını çiziyor ve eşine ya da çocuklarına dayanarak var olmaya çalışan kadının bir kayınvalide olarak gelinini ya da damadını kabul etmemesinin anlaşılabilir bir şey olduğunu belirtiyor.
Döver de sever de...
Bizim dışarıdan görüp de, 'mutsuz birisi' tespitini yaptığımız kadınların, bütün olumsuz şartlara rağmen farklı bir hoşnutluk içinde olduklarını ve o sıkıntılı ortamdan kopmak istemediklerini görüyoruz. Psikiyatr Mumcu ve psikolog Teymur; "O benim kocam, döver de, sever de" diyerek bir nevi teselli bulan böyle kadınların, değişime direnç gösterme gibi bir savunma mekanizması kulandıklarını ve ne kadar hastalıklı olsa da kendi kurdukları dengeyi sarsmaktan korktuklarını söylüyorlar. Psikiyatr Ekici ise "Döver de, sever de" demenin, "Başka çarem yok, çekmek zorundayım" demekten daha kolay olduğu için tercih edildiğini düşünüyor.
Dul kadın olmak mı?...
Ekonomik açıdan bağımsız olmadıkları için çok mutsuz olsalar da boşanmaya cesaret edemeyen kadınların sorunlarıyla özel olarak ilgilendiğini söyleyen psikiyatr Ekici, Türkiye'deki geleneksel sosyal yapının boşanmaya büyük bir direnç gösterdiğini söylüyor. Kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmamalarının güçlü bir faktör olduğunu; fakat sorunun sadece parasal olmadığını düşünen Ekici şöyle devam ediyor: "Birçok aile, eşinden boşanmak isteyen kızlarına 'Senin ancak o evden cenazen çıkar.' diyebilmekte, boşandıktan sonra da birçok hanım 'ucuz kadın' gibi görülmekten ve çevresindeki erkekler tarafından çoğu zaman imalı tacizlere maruz kalmaktan şikayet etmekte. Boşanma, çocuklar açısından da, eşler açısından da hoş olmayan travmatik bir tecrübedir elbette. Ancak boşanmak üzere olan bir arkadaşımın sözünü meslek hayatımda sık sık hatırlamama neden olan durumlara şahit oldum: 'Bir arada yaşayan iki düşman olmaktansa ayrı yaşayan iki dost olmaya karar verdik.' diyen arkadaşım boşandığı halde eşiyle dostluğu hala devam ediyor." Psikolog Teymur ise, mutsuz oldukları halde ekonomik nedenlerden dolayı boşanamayan ve depresyon, obsesyon, özgüven eksikliği gibi sorunlarla kendisine başvuran hastalarını içine düştükleri karamsarlıktan kurtulmaları için, kendilerine gelir getirebilecek işler yapmaları konusunda yüreklendirdiğini söylüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder