3 Aralık 2011 Cumartesi

Osmanlıda harem teşkilatı

Osmanlı'da harem
Yakın tarihle ilgili kitapların büyük çoğunluğunda Osmanlı padişahlarının aile hayatı konusunda büyük tahrîfâtlar ve yanlış izahlar bulunmaktadır. Osmanlı hanedanı ve Topkapı Sarayı'yla ilgili, bir kısım ilim adamlarının yanlış izah ve beyânları, maalesef turizm ve seyahat acentalarının kitaplarına ve turizm rehberlerine kadar yayılmıştır.
Yıllardır bu tür yayınlardan duyduğu rahatsızlıkla bu konuda ilmî bir çalışmaya yönelen Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, bugüne kadarki notlarını ve araştırmalarını bir bütün haline getirerek yayınladı: "İslâm Hukukunda Kölelik-Câriyelik Müessesesi ve Osmanlı'da Harem"
Prof. Akgündüz, bu konuya yönelişini ve eserini şöyle anlatıyor: "1990 yılında 'Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri' adlı eserimizin birinci cildinin neşredilmesinden beri, okuyuculardan ve çeşitli çevrelerden binlerce mektup aldım. Bu mektuplarda dile getirilen ortak talep, İslâm'da kölelik ve câriyelik meselesinin ve özellikle de harem konusunun açıklanmasını üstlenecek bir kitabın yazılmasıydı. Anadolu'nun muhtelif yerlerine konferans ve benzeri münâsebetlerle gittiğimde de aynı talep dinleyicilerden gelmekteydi. Biz, hem ecdadımızın iftirâya maruz kalan aile hayatını gün yüzüne çıkartmak, hem dinimizin itiraz edilen bir müessesesini hakka âşık insanlara izah etmek ve hem de gelen kıymetli talepleri değerlendirmek gayesiyle çalışmamızı sürdürdük. Beş yıllık bir çalışmanın ürünü olan kitap beklenenin üzerinde bir hacimle ortaya çıktı.
Yaklaşık 450 sayfayı bulan bu çalışmada; Kölelik-Câriyelik ve Harem'le ilgili çarpıtmalara ve tahriflere ait bazı örnekleri Birinci Bölüm'de; Diğer Toplumlarda ve Dinlerde Kölelik ve Cariyelik Müessesesini İkinci Bölüm'de; İslâm Hukukunda Kölelik ve Câriyelik Müessesesini Üçüncü Bölüm'de; Kölelik ve Câriyelik Müessesesinin Osmanlı Devleti'nde Aldığı Şekilleri Dördüncü Bölüm'de; 'Gerçek Harem Nedir?' sorusunun cevabını Beşinci Bölüm'de; Kültürlü Bir Muallime'nin Harem Hâtıralarını Altıncı Bölüm'de ve nihâyet Kölelik-Câriyelik ve Harem'le ilgili bazı mühim soruların cevaplarını da Yedinci Bölüm'de anlattık."
Meselenin, avret kavramının erkek, hür kadın, mahrem kadın ve cariye açısından ayrı mânâlar ifade ettiğinin anlaşılamamasından ve bunlara dair şer'î hükümlerin sözkonusu edilmemesinden ve bilinmemesinden kaynaklandığını vurgulayan Prof. Akgündüz, "Kişi, bilmediğinin düşmanıdır" diyor ve ekliyor "Çoğu kaynaklarda Hünkâr Sofası, haremin eğlence yeri olarak tarif edilir. Hedefi Osmanlı'yı ve İslâm'ı kötülemek olan kaynaklarda ise, burası padişahların seks âlemi yaptıkları yerler olarak tavsif edilir.
Acaba böyle güzel bir salonun duvarlarındaki kitaplıkları Kur'an ve tefsirleri olan kitaplarla süsleseniz; salondaki masaların üzerine Kur'an sayfalarını açsanız; sonra da her tarafı Kur'an âyetleriyle süslenen böyle bir salona memleketin veya dünyanın en ahlaksız ve rezil fâhişe bir kadını ile en hovarda bir erkeğini davet etseniz; salona geldiklerinde kendilerine bu Kur'an âyetlerini gösterdikten sonra salonda seks alemi yapmalarını teklif etseniz ve bu rezil iş karşılığında kendilerine bir de önemli sayılabilecek bir para teklif etseniz, acaba dünyanın en ahlaksızı olan bu iki kişi böyle bir teklifi kabul ederler mi? Veya diğer bir ifadeyle bu teklifi kabul edecek iki ahlaksızı dünyada bulmak mümkün müdür? Bizim kanaatimize göre, aklı başında olan her insan (aklı başında olmayanlar için sözüm yoktur), bu soruya hayır diyecektir.
Peki, böylesine rezil teklifi dünyanın en ahlaksızı olan iki erkek ve kadın yapmaz da, asırlarca İslâm'ı temsil eden Osmanlı padişahları mı yapar?
İşte Hünkâr Sofası, duvarları Kur'an âyetleri ve hadislerle dolu olan bir salondur. Burada bu tür eğlencelerin yapıldığını iddia etmek, tamamen meseleyi bilmemek ve çarpıtmak demektir.
Bu misalden hareket ederek, harem konusunda yazılan ve çizilenlerin de daha fazla çarpıtılarak yazıldığını ve çizildiğini söylemek mübalağa olmayacaktır."
Harem'i Batılılar çarpıtıyor
Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, haremin, padişahların ailesiyle birlikte yaşadığı mekanlar olduğunu belirterek, "Bugün çeşitli yayın organlarında yer alan erotik resimler, Avrupalı ressamların hayal ürünlerinden ibarettir" dedi.

Emine İnanç Vakfı tarafından dün vakıf binasında düzenlenen "Osmanlı'da harem" konulu konferansta konuşan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, harem meselesinin Tanzimat'tan bu yana sürekli çarpıtıldığını ifade etti. Sadece 1820-1897 yılları arasında, harem üzerine 83 adet Fransızca kitap yazıldığını belirten Prof. Dr. Akgündüz, "Bu kitaplardan 50'si erotik resimler ve hikayelerden oluşmaktadır. Bugün çeşitli yayın organlarında yer alan bu çıplak resimlerin tamamı, Avrupalı ressamların kendi hayallerine göre çizdikleri yalan resimlerdir" dedi.
Bugüne kadar Osmanlı haremiyle ilgili yapılan yorumlarda ciddi sakatlıklar bulunduğunu kaydeden Prof. Dr. Akgündüz şöyle devam etti:
"Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde olduğu gibi, 24 milyon kilometrekarelik bir imparatorluğun yönetildiği Osmanlı haremlerinde de çeşitli memurlar, hizmetçiler vardı. Bunlardan birinci grup, hizmetçi statüsündeki kadınlar, ustalar, kalfalar ve cariyelerden oluşur. Çamaşır yıkama, yemek yapma vs. sarayın çeşitli işleriyle ilgilenen bu kişiler düzenli bir şekilde maaşlarını da almaktaydılar. Ancak padişahın bu insanlarla kesinlikle bir münasebeti olmuyordu. İkinci grupta ise, Osmanlı padişahlarının eşleri ve kızları bulunuyordu. Gerçekler böyle iken padişahların, sayıları en son 400'e ulaşan cariyelerle beraber olduğunu söylemek iftiradır."
Avusturya krallarının yüzlerce kadınla beraber olduklarını ve bu kadınların heykellerini yatak odalarına diktirdiklerinin iddia edildiğini hatırlatan Prof. Dr. Akgündüz, Osmanlı'da harem meselesinin aralarında tarih profesörlerinin de bulunduğu mihraklarca çarpıtıldığını söyledi.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Osmanlı harem binalarının büyük bir incelikle inşa edildiğini, duvarlarında ayet ve hadisler yer aldığını belirterek, hiçbir dönemde bu mekanlarda gayri meşru hayat yaşanmasının sözkonusu olmadığını sözlerine ekledi.
Hayallerdeki Harem
'Bu kitaplarda anlatılanlar doğru mu?' sorusu, önce Safiye Sultan'da, şimdi de Nurbanu'da karşımıza çıktı. Peki; ama yazarlarının bile 'hayal mahsulü' dediği tarihî romanlar nasıl yazılıyor?
19. yüzyıl oryantalist ressamlarını kıskandıracak 'harem hatıralarıyla' dolu(!) Ann Chamberlin'in 'Safiye Sultan'ından sonra, şimdi de yerli bir yazarın kaleminden çıkan Nurbanu konuşuluyor. Teoman Ergül tarafından tarihi kaynaklara atıf yapılarak yazıldığı iddia edilen Nurbanu, 'Safiye Sultan' kadar uçmasa da; ayaklarının sağlam bir şekilde tarihi gerçeklere bastığını söylemek de zor!
Osmanlı Devleti'nin yükselme dönemi olan 16. yüzyılda "şehzadeler şehri" Manisa'da II. Selim ile gözdesi Nurbanu'nun yaşadığı büyük aşkı anlatan romanda; Nurbanu'nun tarifi "gelmiş geçmiş cariyeler içinde güzellikte misline az rastlanır, cilve edada mümtaz, naz ve niyazda sefernaz bir afet" olarak yapılmış. Böylece harem denince ilk akla gelen aşk, hem eserin ana temasını oluşturmuş; hem de aşktan sonra görmeye alıştığımız entrika, cariyelerin birbirleriyle girdiği lezbiyen ilişki ve erkekliğini yaşamadan hadım edilen harem ağasının cariyelerle cinsel ilişkisi doğal hale getirilmiş. Yazarın hayal gücünü zorlayarak ürettiği enstantaneler 'Safiye Sultan'a göre insaflı. Mesala Ergül, Chamberlin gibi bu tür çarpık ilişkileri tüm hareme mal etmiyor ve bunları aşk filmleri gibi uzatmıyor; kahramanlarının vicdanında bu ilişkileri sorgulayarak onu dramatize bile ediyor.
Her ne kadar eser Nurbanu adını taşısa da, II. Selim romanın başrol oyuncusu. Sultan Selim'e verilen rol ise daha önceki romanları aratmıyor. İçki meclislerinden kalkmayan, güzel cariyelerle gününü gün eden, devlet işlerine fazla kafa yormayan ve günün büyük bir kısmını zil zurna sarhoş geçiren; şişko ve sevimsiz bir padişah adayının portresi bu. Yazar II. Selim için neden böyle bir portre çizmiş acaba? "Bir kere II. Selim'in içki içtiği biliniyor. Bundan dolayı, ona romanda her gün içki içirmenin bir mahzuru yok. Cinsel zaafiyetlere gelince. Tıp, şişman insanların cinsel yönden zafiyeti olabileceğini belirtiyor. Şişman olan II. Selim'de niye bu zaafiyetler olmasın?'' İşte burada hayal gücü devreye giriyor. ''Tarihte birinci derecede rol oynayan, yani tarih yapan kişiler hakkında romanda dahi olsa gerçek dışı bilgiler vermenin doğru olmadığını'' belirten Teoman Ergül, bu sözlerine rağmen 2. Selim karakterini hayal gücüyle bezemekten geri durmamış. Bu çelişkiye dikkat çektiğimizde ise cevabı hazır: 'Yazarın vicdanına kalmış bir şey bu.'
Hayalin de bir sınırı olmalı
Ann Chamberlin gibi Ergül'ün de çıkış noktası aynı. Her iki yazar da, hem haremde hem de kişilerin portresini oluştururken destek noktasını 'İnsanın olduğu yerde zaafiyetler vardır.' mantığı üzerine kuruyor. Yine Chamberlin ve Ergül "Bu bir tarih kitabı değil, roman. Romanda da hayal gücü vardır.' diyorlar. Bu hayal gücünün sınırları olmalı mı, olmamalı mı?" konusunda ise Ergül 'Tabii ki olmalı.' diyerek bu sınırın uzunluğunu okuyucuya bırakıyor.
'Hepsi gerçek olsa...'
Son günlerde popüler iki kitap olan Safiye Sultan ve Nurbanu romanıyla kafamızda soru işaretleri bırakan bir soru da 'Tarihimizi ne kadar biliyoruz?' konusuyla ilintili. İki romanı da okuyan birçok tanıdıktan duyduğum 'Acaba hangisine inansam?' sorusu, hatta ikilemi. Roman ile tarih kitaplarındaki bilgilerin okuyucuyu ikilemde bıraktığını Ergül de doğruluyor. Ama o bunun suçlusunun kendisi olmadığını söylüyor. 'Neticede ben roman yazıyorum. Yazdıklarımın hepsi gerçek olsaydı, tarih kitabı yazardım.' diyor ve ekliyor. 'Bir insan tarihi bilmiyorsa bunun suçunu başka yerlerde aramak gerekir. Hem bugün bize tarih olarak sunulan bilgilerin ne kadarının doğru olup olmadığını bile bilmiyoruz. Bir de tarihe nasıl baktığınız çok önemli. Tarihi değiştirilmez, sorgulanmaz bir emanet gibi görüyorsanız tarih ile ilgili hiçbir yanlışlığı söyleyemezsiniz. Ahlâksızlıkları belirtemezsiniz.'
'Aşk olmadan okunmaz ki'
Teoman Ergül'e harem ile ilgili romanlarda neden hep aşk, entrika ve cinsel sapkınlıkların ön plana çıktığını soruyoruz. "Bunlar insanın doğasında olan şeyler. Heyecan olmadan, entrika olmadan, aşk olmadan bu tür romanlar okunmaz ki." diyor ve ekliyor: "Ben kendi romanım için söylüyorum. Benim dayandığım tarihi kaynaklar var. Zaten onları da kitabımın sonundaki kaynakçada verdim. Yani tarihi bilgiler benim romanımda kemik rolünde, ben ise bu kemiğin etrafını etlendirdim." Nurbanu romanında kitabın en hissedilir.' daha doğrusu insanın zihninde en çok kalan hikayesi Canfeda kalfa ile cariye Nergizada arasındaki lezbiyen ilişki. 'Gerçekten böyle bir ilişki var mı? Varsa bunu hangi vesikalardan buldunuz.' diyerek soru yönelttiğimiz Ergül, 'Hayır böyle bir ilişki yok. Hatta Nergizada diye bir kişi de tarihte geçmiyor. O kahramanı romanın çekici olması için ben yarattım.' diyor. Harem ile ilgili romanların nasıl yazıldığını anladınız mı? ''Neticede bunlar bir yorum, bilimsel alt yapısı olan hayal gücüyle kurulmuş ilişkiler. Kimsenin rahatsız olmasına gerek yok." diyen Ergül, son yıllarda harem ile ilgili havalanan hayal güçlerini okudukça da 'Asparagasın da bir derecesi olmalı, hayal gücünün de bir sınırı olmalı.' demekten kendisini alamıyor!
Ergül, 'Harem'e bakışını şöyle anlatıyor: "Haremi ne Batılıların gördüğü gibi tavuk kümesi ne de kimilerinin gördüğü gibi bir manastır olarak görmek doğru. Bir okul gibi düşünebiliriz. Padişah, şehzadeler, devletin ileri gelenleri için kızlar yetiştiriliyor haremde. Enderun nasıl ki erkeklerin okuluysa harem de kadınların okulu. ''
Hürrem Sultan yıllar sonra yeniden Topkapı Sarayı'nda
Osmanlı Devleti'nin sembol isimlerinden Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi Hürrem Sultan'ın hayatını anlatan kitabın tanıtımı Topkapı Sarayı'nda yapıldı. Ukraynalı sanatçı Olga Sumskaya'nın başrolünü oynadığı bir gösterinin sergilendiği tanıtımda Osmanlı'nın bütün ihtişamı Topkapı Sarayı'nın büyülü atmosferiyle birleşti. Temsili Osmanlı saray kıyafetleri ve yaşam tarzının yansıtılışı dikkat çekerken Ukraynalı katılımcıların saraya ilgisi görmeye değerdi.

Ukraynalı yazar Paulo Arhipoviç Zahrebelny'nin "Hürrem Sultan" adlı kitabının tanıtımı, Diyalog Avrasya Derneği tarafından Topkapı Sarayı'nda düzenlenen görkemli bir törenle gerçekleştirildi. Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi, aslen Ukraynalı olan ve döneminde Osmanlı tarihine damgasını vuran Hürrem Sultan'ı anlatan kitabın tanıtımında sahnelenen gösteri ilgi çekti. Kanuni'yi oyumcu Cem Kurdoğlu ve eşi Hürrem Sultan rolünü de Ukraynalı sanatçı Olga Sumskaya'nın canlandırdığı gösteride, Osmanlı'nın özellikle saray yaşantısı hakkında izleyenlere görsel olarak bilgi verildi. Sumskaya'nın (Hürrem Sultan), gösterinin bir bölümünde Kanuni'ye olan sevgisini anlatması, saray kültürünün cazibesini yorumlaması, Ukraynalı katılımcıları etkiledi. Gösterinin bir bölümünde Kanuni ve Hürrem Sultan'ın bir araya gelerek tahta oturup el ele tutuşmaları, gazetecilerin de ilgisini çekti. Oyuncu Cem Kurdoğlu, temsili olarak bile olsa, bu kültürün bir parçası olmanın kendisini mutlu ettiğini belirtti. Hürrem Sultan (Sumskaya) ise, bu gösteride yer almanın kendisi için bir mucize olduğunu, duygularını anlatmasının mümkün olmadığını söyledi.
Törende bir konuşma yapan Ukrayna Kültür Bakanı İgor Lihova ise, Hürrem Sultan'ın kendi kültürlerinde çok farklı bir yeri olduğunu ifade ederek, "Türkiye bizim için bilinmez bir ülke idi. Bu sayede Türkiye'yi keşfediyoruz. İki ülke arasında kültürel anlamda çok büyük potansiyel var." dedi. Törene kızı ile birlikte katılan Bakan Lihova, "Hürrem" adlı bir filmin Ukrayna'da çekildiğini de belirterek bu film sayesinde Türk kültürünü daha yakından tanıma imkanı bulduklarını anlattı. Törende filmden bazı sahneler de gösterildi.
Gecede, Osmanlı saray figürlerinin canlandırılması, Yeniçeriler, Osmanlı paşaları ve harem kültürünün unsurları izleyicilerin dikkatini çeken diğer detaylar oldu. Törenin sonunda Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü ünlü tarihçi İlber Ortaylı için hazırlanan doğum günü pastası kesildi. Ortaylı'ya pastayı Ukraynalı sanatçı Sumskaya (Hürrem Sultan) ikram etti.
Törene Ukraynalı milletvekilleri ve akademisyenlerin yanısıra köşe yazarları ve tarihçiler katıldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder