3 Aralık 2011 Cumartesi

Feminizm ne demektir

İnsanlar, öteki canlılar gibi ikiye ayrılmış olarak varlıklarını sürdürüyorlar ve ancak böyle çoğalabiliyorlar.

İnsan dışındaki canlıların dişi ile erkekleri arasında bir mücadelenin, savaşın, karşıtlaşmanın olduğunu pek iddia edemiyoruz. Onlar çoğalışla ilgili işbölümlerini nizasız ve fasılasız sürdürmektedirler. Bu konuda anlaşmazlığa, anlayışsızlığa, savlaşmaya, birbirlerine bu nedenle zarar verici olmaya düşmemektedirler.
Fakat insanoğlu tarih boyu dişi ile erkek işlevlerini hep tartışagelmiş, bu konuda nizaya düşmüş, bir türlü yerini belirleyememiştir. İlkel topluluk durumunu aşıp, dil, din, yazı, bilgi, sanat, bilim, kamu düzeni sahibi olmaya başladıktan sonra kadın ile erkek birbiriyle iddialaşmaya başlamıştır. Kadınlar özgürlüğü, başına buyrukluğu, dilediği yerde, dilediği zaman, dilediği ile hayatın gereklerini yapmayı tercih etmişler, aile kavramını daha az önemsemişlerdir.
Eski Yunan mitolojilerinde kadınların hayat anlayışını görebilmekteyiz. Kadın olsun, erkek olsun bu efsanelerde insanlararası ilişkiler çok karışık, hileli ve poligamatiktir. Çoğalışın gereklerinde çocukların yeri, ailelerin yeri yoktur.
Tabiattaki bütün canlılar bir aile ortamı içinde büyütülürler ve canlı kendi başına yaşamayı öğreninceye dek ana–baba denetimi altında büyütülür. Canlılarda reşit olmamış yavruyu terk etmek geleneği yoktur. Bu tutum sadece insanoğlunda vardır. Tabii ki her canlının çoğalma ortamı ve düzeni farklıdır. Biz, bize benzeyen canlıları örnek alabiliriz.
Feminizmi, kadınların toplumsal hayatta daha çok yer almaları olarak ele alırsak mesele değildir. Zaten hayat zorda ve darda ise, kadın ile erkek hayatın zorluklarını birlikte, fonksiyonları ölçüsünde yürütürler. Göçebe hayat süren, tarımla uğraşan, çok soğuk, çok sıcak yörelerde yaşayan, çok yoksul, çok zengin olan insan topluluklarında böyle bir ayrım yapmaya şartlar elvermez.
Fakat feminizm, giderek, kadın egemenliği, kadınsal serbestiyet, tıpkı eski ilkel din ve devlet öncesi topluluklarda olduğu gibi, dilediğim yerde, dilediğim şekilde, dilediğim kadar yaşarım felsefesine dönüştürülmekte ve erkeklere karşı tavır alınmaktadır. Pekçok okumuş, kendi ekonomik gücünü almış, meslek sahibi kadın, iş insanı, yazar, gazeteci, fikir kadını feministliği erkek karşıtlığı olarak, erkeklere egemenlik olarak yaşamak istemektedir.
Bu yüzden evlilikler bozulmakta, küçük çocuklar açıkta kalmaktadır. Büyükler evliliği istemeyebilirler. Ama çocukların ana–babalı olmak hakkını yokedemezler. Bu hakkı çiğnemek, Hz. Musa (a.s.) zamanından beri olumsuz bulunmaktadır.
Feminizm adı altında sürekli olarak erkekler suçlanmakta, erkeklerin hep kadını aldatacağı iddiası pazara sürülerek kadınların da aynı hakka sahip oldukları belirtilmektedir. Feminizm, bu haliyle bir ilericilik değil, mutlak bir gericiliktir ve Hz. Muhammed (s.a.s.), Hz. İsa (a.s.), Hz. Musa (a.s.) öncesine, Budizm, Brahmanizm öncesine dönüşü sergilemekte ve eski Yunan mitolojik anlayışını taklide yönelmektedir.
Halbuki insanlık, o dönemlerin zararını binlerce yıl yaşamış, görmüş ve binlerce yıllık çaba ile din uygarlığını oluşturmuştur. Bu uygarlık binlerce yıllık insanlık tecrübelerinin bir sonucudur. Binlerce bilginin, filozofun, peygamberin çabalarıyla insanlık daha sağlıklı olduğuna inandığı kamu düzenlerini gerçekleştirmeye çalışmıştır.
Binlerce yılda edinilen olumlu anlamdaki çağdaş aile düzenini, özgürlük, özerklik adı altında bozmak ve ortadan kaldırmak, belki büyüklerin lehinedir ama çocukların aleyhinedir.
Feministin ateist olanı, böylece ilkel kavimler zamanındaki gibi dilediğim yerde, dilediğim şekilde, dilediğim kadar yaşarım felsefesini 21. yüzyıla taşımak istemektedir.
Kadınlar tarihi incelendiğinde, kadınların tarih boyu erkeklerle savaştıkları, doğurdukları erkekleri sürekli olarak egemenlikleri altına almaya çalıştıkları görülecektir. Kültürlü kadınlar da, ilericilik adına, en ilkel dönemin özlemlerini sergilemektedirler. Eşitlik gösterisi altında amaçlanan, dişilik özerkliği, dişilik egemenliğidir. Tarih, bu anlayışın ve davranışın bol örnekleriyle doludur.
Bugün, ulaşılan şu uygarlığın harcında binlerce yıl süren erkeklerin emeği vardır. Dinler, devletler, milletler, bilim ve sanatlar için çekilmedik çile, verilmedik can, görülmedik eziyet kalmamıştır. Erkeklerin son onbin yılda çektikleri eziyetler, çileler, verdikleri mücadeleler, kurdukları devlet ve milletler için gösterdikleri çabalar, kadınların ezilmelerinin, sömürülmelerinin yüzlerce katıdır desek yanılmış olmayız.
Fıtrat, kadınlardan hayrünnisa olmalarını bekler. Allah inancının dolaylı yollarla red ve inkarı, kadınları da mutsuz edecek ve daha darlığa ve zorluğa ulaştıracaktır.

Kadın–erkek mücadelesinde amaç, haksız ve gereksiz ezilmelerin önlenmesi, sonuçta işlevsel işbölümünde daha olumlu, daha doğala yakın çözümler bulunup, hayata uygulanmasıdır.
Aykırılığın ve ayrılığın, bağımsızlığın ve özerkliğin abartılıp büyütülmesi, insanları iki ayrı elma olarak kabul etmek, doğru bir yaklaşım değildir. Kadın ve erkeğin iki ayrı varlık olduğu noktalar ile, birbirini tamamladığı oluşumları, olguları iyi tayin etmek daha yararlı olacaktır.
Kadınları erkekleştirerek, erkekleri kadınsılaştırarak daha çok mutlu olacağımızı sanmak, yanlış olsa gerektir. Fıtratta milyonlarca yıldır bir denge mevcuttur. Biz bunu kendi abartılarımızla bozmamalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder