3 Aralık 2011 Cumartesi

Atatürk `ün birlikte olduğu kadınlar

Gazi'nin hayatındaki üç kadın
Atatürk' ü çok seven üç kadın ve yaşamlarının Atatürk'e bakan yüzü

Lideri lider yapan kadın
Sarıgöl'den gelen Yörük kızı, çıkık elmacık kemikleri, mavi ve ateş gibi yanan gözleriyle Altaylar'ın izlerini taşıyordu yüzünde. Altaylar'dan gelen Zübeyde'nin ailesi Selanik yakınlarındaki Langaza Kasabası'na yerleşmiş, hayatlarını burada sürdürmeye başlamıştı. Zübeyde, 1871 yılında Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleşmiş Kocacık Yörüklerinden Ali Rıza Efendi ile evlenmişti. Zübeyde'nin Ali Rıza Efendi ile kurduğu yuva, Osmanlı Türkü'nün yoksulluğa düşmüş halinden nasibini alsa da onurlu bir hayatın izlerini taşıyordu.
Zübeyde, Mustafa doğduğunda neredeyse otuz yaşındaydı; öğrenim görmemiş olmasına rağmen ailede hakim rolü üstlenmişti. Uzun boyu, güçlü gövdesiyle ve lepiska gibi sarı saçlarıyla, gürbüz bir bedenin haysiyetine sahipti. İçinden çıkmış olduğu verimli topraklar gibi sağlam ve verimli bir hayat anlayışı vardı. Keskin bir zekaya ve muhakeme gücüne sahip olan Zübeyde Hanım, aynı zamanda vatanperver ve dindardı.
Bütün Türk kadınları gibi o da bir erkek çocuk istiyordu. Mustafa doğduğunda çok sevinmişti. Mustafa büyürken sürekli onu okşar ve şımartırdı. Mustafa, okul çağına geldiğinde babası onun tüccar olmasını, Zübeyde Hanım ise din adamı olarak yetişmesini istiyordu. Bu sıralarda Ali Rıza Efendi ansızın öldü. Onun ölümü aileyi beş kuruşsuz bırakmıştı. Bu yüzden Zübeyde Hanım evini kapatıp, Selanik yakınlarındaki Lazasan adlı köyde çiftçilik yapan erkek kardeşinin yanına gitti. Oğlunun eğitimi onu çok ilgilendiriyordu; fakat onu okutacak maddi gücü yoktu. Bu yüzden Zübeyde Hanım kız kardeşlerinden birini oğlunun okul masraflarını karşılaması konusunda ikna etti.
Mustafa ileriki yıllarda annesi istemese de, dayısının da desteği ile askeri mektebe gitti. Yıllar ilerliyordu. Mustafa askeri hayata atılmıştı ve çok da başarılıydı. Bu sıralarda Zübeyde Hanım ikinci evliliğini yapmıştı ve maddi durumu da hayli iyiydi.
Ülke kızışmaya başlamıştı. Zübeyde'nin Mustafa'sı cepheden cepheye koşuyordu. Zübeyde Hanım ikinci eşini de kaybetmişti. Yaşlanmıştı artık. Mustafa, İstanbul'dan bir ev kiralayarak annesini ve kızkardeşi Makbule'yi İstanbul'a getirtti.
Zübeyde Hanım altmışın üzerindeydi. Geçen yıllarda şişmanlamış, gözleri neredeyse tamamen kör olmuştu. Mustafa, bu yoğun işlerinin arasında yine de annesini ziyaret ediyor, onun elini öpüp duasını alıyordu. Zübeyde de oğlunun yüzünü yaşlı elleriyle okşuyor ve ağlıyordu. Oğlunun başarıları bir anne olarak onu çok bahtiyar ediyordu. Oğlunun kendisini İstanbul'a getirmesine sessizce razı oldu; ama orada hiç huzur bulamadı. Selanik'te akrabaları katledilmişti, evi elinden gitmiş, sahip olduğu her şeyi yitirmişti. İleriki yıllarda Mustafa, Çankaya'ya yerleştiğinde Zübeyde Hanım da İstanbul'dan Ankara'ya oğlunun yanına yerleşmişti. Ankara'da bütün gün boyunca köşedeki divana bağdaş kurup oturuyor, Mustafa'nın çocukluğunu, Selanik'teki günleri düşünüyordu.
Bir gün Mustafa cepheden döndüğünde Zübeyde Hanım oğluna "Mustafam, evlen artık." diye devamlı ısrara başlamıştı. Çünkü ölmeden önce Mustafa'sının mürüvvetini görmek istiyordu.
Mustafa annesinin, evlenmeyi düşündüğü kız olan Latife Hanım'la tanışmasını istiyordu. Bu yüzden annesinin hem Latife Hanım'la görüşmesi, hem de iyileşmesi için İzmir'e gönderdi. Anne Zübeyde, İzmir'e vardığında Latife'ye oğlundan selam, bir de Sakarya isimli atı hediye getirmişti. Latife, Zübeyde Hanım'a çok iyi ve çok kibar davranıyordu; ama bir türlü Zübeyde Hanım'ın gözüne giremiyordu. Zübeyde, Latife'nin oğlunu rütbesi için sevdiğini düşünüyordu ve kendi kendisine soruyordu: Acaba Mustafa'sı sıradan bir asker olsaydı, Latife, oğluna aynı ilgiyi gösterir miydi? Zübeyde oğlu için ne Fikriye gibi süklüm püklüm bir gelin, ne de Latife gibi yapmacık hareket eden birini istiyordu. Zübeyde Hanım oğlu gibi mağrur, onun gibi tek, onu gerçekten seven bir gelin istiyordu. Latife hakkındaki olumsuz izlenimlerini Başyaver Salim Bey'e iletti. Ancak oğluna iletmeye ömrü yetmedi.
Hayatta bütün kadınlar, annesi Zübeyde Hanım haricinde, Mustafa'yı hep makamı, rütbesi ve liderliği için sevmişti. Mustafa'yı, Mustafa olduğu için seven, ruhunun derinliğine inebilen yalnız annesi Zübeyde Hanım'dı.
Mustafa Kemal, annesinin ölümü üzerine İzmir'e geldi. Cenazeden birkaç gün sonra da Latife Hanım'la evlendi.
Kaynaklar:
1- Bozkurt-H.C.Armstrong
2- Atatürk'le 1000 Gün, Nezihe Araz

İlk ve son eş: Latife
Latife Hanım. Nam-ı diğer Uşşakizade Latife. Bilinen ilk ve en önemli özelliği Gazi Mustafa Kemal'in nikahlı eşi oluşu. Sadece iki yıl süren ve Gazi'yi bir hayli yıprattığı söylenen bu evlilikle ilgili pek fazla kaynak bulunmuyor. Yayınlanacak bazı yazı ve makalelere ise Latife Hanım "Benim özel hayatımdır "diyerek birçok yayına engel olur; ancak ilk kez İsmet Bozdağ, "Biz sizin hayatınızı değil; Atatürk'ün evlilik hikayesini yazdık ve yayınladık."diyerek yayını sürdürür. Ardından Halit Refiğ'in aynı içerikli senaryo tarzında eseri gelir.
Latife Hanım'ın halk arasında bilinen en belirgin özelliği kıskanç ve hırslı oluşu.
İzmir'in ünlü ailelerinden Uşşakizadeler'in büyük kızı Latife Halit Ziya Uşaklıgil'in de yeğenidir. Yurt dışında eğitim görmüş, birden fazla yabancı dil bilen ateşli bir bağımsızlık taraftarıdır. Ülkenin bağımsızlığını kazandığı günlerde ailesiyle birlikte Fransa'da bulunurken yaşadığı coşkunun etkisiyle tek başına İzmir'e dönebilmiş, yaşananlara şahit olmak istemiştir. Köşklerinin 20 gün Gazi'nin karargahı olarak kullanılmasına imkan tanımıştır. Düzenli, tertipli ve displinli kişiliğiyle ilk anda Gazi'nin dikkatini çekmiştir.
Gazi'yle evliliği düşleyen Latife, Gazi'nin annesinin sağlık problemi yüzünden İzmir'e ve özellikle de köşke göndermesiyle kaçırılmayacak bir fırsat yakalar. Zübeyde Hanım'ı çok iyi ağırlayıp, her isteğini yerine getirince ğlunun kendisiyle evliliğini onaylayacağını düşünür. Gazi'nin zihninde de evlenme fikri doğmuştur. Annesini İzmir'e gönderiş gayesi de budur; ancak daha düne kadar kendi konumundaki biri için evliliğin uygun olmadığını düşünen Paşa için değişen nedir?
Evet "Gazi artık oluşmakta olan yeni bir devletin başındadır. Yapılması gerekli pek çok işleri vardır. Kadını toplum hayatına, iş hayatına, sokmanın sosyal ve ekonomik, yararlarını, daha Sofya'dayken savunmuştur. Kadını, erkeğin yardımcısı yapacaksa , önce kendi karısını buna alıştırmalıdır. Ayrıca 42 yaşından sonra kendisinin de düzenli bir hayata ihtiyacı olacaktır."
Ancak Zübeyde Hanım, Latife'yi yardımseverliği, saygılı oluşu, güzelliği gibi birçok yönüyle beğense de kısa sürede bu kızın oğluna değil; onun rütbesine aşık olduğunu anlar. Latife, büyük hanımefendi olmak istemektedir. Kendisi de gerçekte kimi ve niye istediğinin farkında değildir. Zübeyde Hanım bu düşüncelerini Başyaver Salih'e (Bozok) açar; ancak bu düşüncelerini oğluna söyleyemeden hayata gözlerini yumar. Salih ise başından beri evlilikle sonuçlanmasını istediği bu konuda Zübeyde Hanım'ın düşüncelerini Gazinin de dikkate almayacağını düşünerek bu sırrı gizli tutar.
O Artık "Latife Gazi Mustafa Kemal"dir
Ve beklenen evlilik gerçekleşir; ancak bu evlilikte kıyılan nikah ilk kez hoca tarafından değil, kadı tarafından kıyılır. Gazi'nin bundaki gayesi Medeni Kanun'a girecek olan nikah biçimini başlatmak ve nikahı dini formdan çıkarıp hukuki forma sokmaktır. İlk dönemler mutluluk içinde yüzen çift, yurt gezilerine birlikte çıkar. Latife, gördüğü yoğun ilgiden hayli memnundur. Ancak kadınların ve kızların Gazi'ye gösterdikleri yakınlıktan hayli mustariptir. Zaman zaman bu konuda problemler yaşanır.
Latife, Meclis çalışmalarıyla da yakından ilgilenır. Meclis'te dinleyici olarak girme iznini alır Paşa'dan. Bu, onun için muhteşem bir zaferdir. Meclis'e giren ilk Türk kadınıdır artık o. Orada gördüğü ilgi de onu çok onurlandırır. Ancak hızını alamaz vekil değişimi gündeme gelince vekilliğe adaylığını koymak ister. Gazi buna karşı çıkar, onu evinde istediğini belirterek "Meclis'e kadın vekil bulunur; ama bana senin gibi bir latif (ona bu şekilde hitabederdi) bulunmaz."der.
Evlilik çatırdamaya başlar
Yurt gezileri ve buralardaki kadınların Gazi'ye olan ilgisi, artık Gazi'nin ona karşı ilgisizliği, memleketle ilgili aldığı kararlardan bahsetmemesi, Gazi'nin adeta tutkunu olan Fikriye'nin evlerine gelişi Latife'yi çileden çıkaran, mutsuz kılan şeylerdir. O, bir devlet adamıyla evli olmanın ne kadar zor bir iş olduğunun farkındadır; ama bir kenara sinip oturacak karakterde de değildir. Ne olursa olsun onu arkadaşlarının ve işlerinin arasından çekip alacaktır. Bu düşünceyle yaptığı davranışlar Gazi'yi rahatsız eder. Özellikle gittikleri yurt gezilerinde ve köşke gelen misafirlerle toplantıdayken Latife'nin üst katta topuklarıyla yere vurarak sabote etmesi Gazi'yi çileden çıkarırken, arkadaşları arasında "topuk senfonisi" adını almıştır. Gazi kendisini uyarır ve vazgeçirmek için boşanma tehdidinde bile bulunur; ancak ilk kızgınlıktan sonra saman alevi misali sönen Latife pişman olur. Aynı davranışları tekrarlayan Latife tta Gazi'nin Şark harekatından dönen askerlerle bahçede konuşmasına dayanamaz ve herkesin içinde "İçki arkadaşlarınla yarenlik bitti, şimdi askerlerle mi içli dışlı oluyorsun? Koskoca adamsın ayıp."diye kocasına bağırır. Bardağı taşıran bu son damla onun son sözlü tepkisi olur. Böylece 29 Ocak 1923'te yapılan Gazi-Latife evliliği 5 Ağustos 1925'te sona erer, dillere destan bir aşk böylece sönüp gider.
Kaynaklar:
1- Gazi ve Latife- İsmet Bozdağ
2- Gazi ile Latife-Halit Refiğ

Gölge gibi yaşadı, sır olarak öldü
Fikriye, Paşa'sına adadığı hayatını, onun gölgesinde sessiz sedasız yaşadı. Ölümü ise nereden geldiği sır olan kurşun sesinin ölümcül elinden oldu.
O ki Çankaya Köşkü'nün ilk ev sahibesiydi. Kurtuluş Savaşı'nın gönüllü bir neferi... Hikayesi ise çokça hüzünlü...
İnce ruhlu, duygulu bir kız
Fikriye Hanım, Mustafa Kemal'in üvey babasının yeğenidir... 1897'de Selanik'te doğdu. Babası 4 çocuğuyla birlikte onu Batı kültürüyle yetiştirdi. İnce ruhlu ve duygulu bir yapıya sahip olan Fikriye, Mustafa Kemal'le tanıştığı andan itibaren, bu gösterişli askere hayranlık duydu. Kendisinden 16 yaş büyük olan Mustafa Kemal'e o günlerde 'ağabey' diye hitap eden Fikriye, üvey babasının ölümünün ardından ailesiyle birlikte İstanbul'a geldi. Uzunca boylu, güzel, endamlı gözleri ve bakışları etkili, zarif, kumral güzeli bu genç kız, Zübeyde Hanım'ın en büyük yardımcısı oldu. Fikriye, 16 yaşına geldiğinde 'Ağabeyi' Mustafa Kemal, Sofya'ya ataşe militer olarak gönderildi. Ayrılık yıllarından sonra Fikriye de Mustafa Kemal de çok değişmişti.
1920 yılının yaz aylarında Mustafa Kemal, Ziraat Mektebi'nden ayrılarak Ankara Garı'ndaki Direksiyon binasına taşınır. Yeni konut yokluk ve yoksunluk içindedir. Üstelik Mustafa Kemal, Ankara'ya gelen yabancı temsilcileri protokole uygun şekilde ağırlayacak hiç kimsenin olmamasından da yakınır. Fikriye Hanım'ın dayısının oğlu Fuat, Paşa'ya yardımcı olarak, Fransızca ve Rumca bilen titiz ve becerikli Fikriye Hanım'ı önerir. Mustafa Kemal bu öneriye sıcak bakar; artık Fikriye'nin sevincine diyecek yoktur.

Köşk'ün ilk first lady'si
Fikriye Hanım, Paşa'nın emektar iki görevlisiyle el ele vererek önce bütün konutu elden geçirir. Bina çıplaktır. Dikiş makinesi de olmadığı için günler ve geceler boyunca uğraşarak elleriyle perdeleri diker. Evin her tarafını çiçeklerle donatır. Her gün Paşa'nın çalışma masasını düzenler, elbise ve çamaşırlarını kolalayıp kopuk düğmelerini diker, mendillerini ütüler.
Bir süre sona Çankaya'ya taşınırlar. Fikriye Hanım, daha sonra Cumhuriyet'in en yüksek tepesi olacak bu mekanın 'first lady'sidir artık... Paşa'nın da hoşuna gidecek şekilde bu yeni yeri sımsıcak bir yuvaya dönüştürmek için elinden geleni yapar. Paşa da hayatından memnun, yoğun geçen günlerin akşamında Fikriye'nin piyano başına geçip söylediği Rumeli türküleriyle içini ısıtır. Sevecen yapısıyla Fikriye Hanım, yalnız Mustafa Kemal Paşa'nın değil, bütün Köşk personelinin sevgilisidir.

Zorunlu sürgün
1921 yılının ilk aylarında Mustafa Kemal cepheden cepheye koşarken geride bıraktığı Fikriye Hanım, Ankara'nın soğuğu ve yorgunluktan hasta düşer. Fikriye Hanım sayesinde Köşk'te işler düzene girince Mustafa Kemal, bir süredir rahatsız olan annesini de Ankara'ya alır. Fikriye, yengesi Zübeyde Hanım'ın etrafında pervane gibi döner.; ancak Zübeyde Hanım, Fikriye'ye Selanik yıllarındaki kadar yakın davranmaz. Bunda Fikriye'nin Ankara'ya kendinden önce çağrılmış olmasının rolü vardır.
Mustafa Kemal, cepheden döndüğünde Zübeyde Hanım oğluna 'Mustafam evlen artık' diye devamlı ısrarlara başlar. Nedense Fikriye Hanım'dan hiç bahsetmez. Fikriye'nin ne kadar belli etmese de her gün biraz daha üzüntüsü artar. Köşk'ün üzerinde Fikriye Hanım'ın saadetini gölgeleyecek kara bulutlar dolaşmaya başlamıştır. Büyük Taarruz'da İzmir'e gelen Mustafa Kemal, varlıklı bir işadamının kızı Latife'yle tanışır.
Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını sezen Fikriye'yi, Paşa'sıyla arasına giren bu soğukluk kahreder. Zaten zayıf olan bünyesi buna daha fazla dayanamaz ve yatağa düşer. Tam da bu sırada Paşa, genç kadın için sonun başlangıcı olacak kararı verir; onu tedavi için yurtdışına gönderir. 'Zorunlu sürgün' böylece başlamıştır.
'Öldü mü , öldürüldü mü' dedikodusu?
29 Ocak 1923 günü Mustafa Kemal'in Latife Hanım'la yaptığı evlilik, Münih'te bir hastane köşesinde kalbini Paşa'sının yanında bırakmış Fikriye Hanım'a da ulaşır. Hastaneden gizlice kaçıp Türkiye'ye gelir; Mustafa Kemal haberi alınca Fikriye'nin Ankara'ya geçmesinin önlenmesi talimatını verir. Ancak bütün önlemlere rağmen Fikriye, engelleri aşıp Ankara'ya ulaşmayı başarır. Köşk'e ulaştığında elleriyle oluşturduğu bu binanın yepyeni bir çehresi ve yepyeni bir 'first lady'si olduğunu görür ve yıkılır. O, bir misafirdir artık... İki kadın arasında yaşanan gerilim üzerine Mustafa Kemal; Fikriye'yi başka bir eve yerleştirmeye karar verir.
İstanbul'a dönen Fikriye, uzunca bir süre burada kaldıktan sonra bir gün yanlarında çalışan Emine Hanım'ın nüfus kağıdını kullanarak kimseye haber vermeden Ankara'ya geçer ve bir fayton kiralayarak Çankaya sırtlarına tırmanır. Köşk'ün kapısına gelince kendisini karşılayan yaverlerin değiştiğini görür. Tam bu sırada Latife Hanım , Köşk'ün başyaverine 'kovun gitsin' emrini verir. Fikriye Hanım, kapıda kendisini bekleyen faytona biner ve az sonra Çankaya semalarında tek el silah sesi duyulur. Fikriye Hanım, kanlar içinde beklettiği faytona yığılır.
Fikriye Hanım'ın Paşa'sına getirdiği tabancadan çıkan tek kurşun, tam yüreğine saplanmıştır. Ankara uzunca bir süre 'öldü mü öldürüldü mü' dedikodularıyla çalkalanır.
Kaynak: Gölgedekiler , Fikriye-Can Dündar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder