3 Aralık 2011 Cumartesi

Tuncelili genç kızlar

‘Herkes boşta geziyor, kiminle evlenelim?’

 Tuncelili gençler, yıllardır hiçbir yatırımın yapılmadığı bir şehirde geleceğe dair ümitler beslemeyi ‘hayalperestlik’ olarak görüyorlar. Gençlerin tek isteği var; 'özgür ve huzurlu' yaşamak. Ancak özellikle erkeklerin bir an önce 'iş güç' sahibi olmaları gerekiyor; çünkü 'boşta gezdikleri' gerekçesiyle evlenme talepleri reddediliyor.
Birsen, Duygu, Ayşegül, Saime, Haydar ve Umut... Tunceli’de yağmurlu bir günde ıslandığımızda bizi evlerine buyur eden altı genç. Umut amca çocuğu, Ayşegül yakın bir arkadaş, diğerleri aynı anne–babanın çocukları. ‘3. Munzur Kültür ve Doğa Festivali’ için davet edildiğimiz Tunceli’de festivalin ve olağanüstü halin kaldırılmış olmasının verdiği coşkuyla sokaklarda gezen, gece yarılarına dek süren stat konserlerini takip eden bu gençlerle festivalin ardından nasıl bir yaşama dönecekleri, olağanüstü halin kaldırılmasına nasıl anlamlar yükledikleri, gelecekten beklentileri ve bütün olağanüstülüğüne rağmen aslında çok ‘sıradan’ olan günlerini nasıl geçirdikleri üzerine konuştuk.
‘Festival olmazsa kimse gelmez buralara’
Gençler, yurtiçi ve yurtdışında yaşayan Tuncelilerin akın ettiği festivalle birlikte gelen mutluluk ve heyecan dolu günlerin geçici olduğunun farkındalar. Festival bitecek, otobüslerle, otomobillerle şehre giren uzun konvoy bu kez belki biraz hüzünle ayrılacak şehirden ve Tuncelili gençler kahvehane ve birahanelerdeki yerlerini alacaklar yeniden. “Dört günlüğüne olsa bile Tunceli’yi sanki büyük bir şehirmiş gibi görmek çok güzel.” diyen Birsen Karabulut 24 yaşında ve evin en büyüğü. ‘Ben olağan hali hiç bilmiyorum; çünkü ‘olağanüstü hal’ uygulaması başlatıldığı sene doğmuşum.” diyor. İki yıl hayvan sağlığı ve bakımı üzerine öğrenim görmüş; ama Tunceli’de çalışma imkanı bulamadığı için ev işlerinde annesine yardımcı olarak geçiriyor günlerini. 21 yaşındaki Saime’nin hayatı biraz daha renkli görünüyor; çünkü o tam bir köy tutkunu. İki günde bir, çok sevdiği köyüne gidiyor ve bostandaki sebzeleri suluyor. “Köy bana göre daha eğlenceli ve işten güçten zamanın nasıl geçtiğini fark edemiyorum bile. En güzeli de işleri bitirdikten sonra akşam üzeri arkadaşlarla oturup sohbet etmek.” diyen Saime, ninesi hastalanıp da işten elini eteğini çekince davar sağmayı da öğrenmiş. Saime bostandaki sebzelerin durumu hakkında da kısa bir rapor veriyor bize: “Salatalık, biber, fasulyeler oldu, patlıcanlar yeni yeni oluyor; ama domatesler henüz kızarmadı. (Bizim için hazırladıkları kahvaltı sofrasındaki salatalıkları da bostandan getirmiş.) Saime lisedeyken kitap okuduğunu; ama mezun olduktan sonra okumaktan vazgeçtiğini söylüyor. “Böyle bir yerde geleceğe yönelik plan yapmak çok zor; ama ben yine de anaokulu öğretmeni olmak istiyorum.” diyen Saime ertesi gün sözleneceğini söylüyor hem neşeli hem utangaç. Müstakbel damat taksici ve bu, gençlerin çoğunun işsiz olduğu Tunceli şartlarında ‘evlenilecek erkek’ konumuna taşıyor onu. Üstelik damat düğüne kadar bir de ev vaat ediyor Saime’ye. İşte bu yüzden fazla masraflı olmak istemiyor Saime; çünkü ev zamanında yapılıp bitmezse rahat edemeyeceğini düşünüyor.
‘Ben buraya alışmışım’
En küçük kardeş Duygu Ceylan 14 yaşında ve seneye Anadolu lisesine başlayacak. Duygu, arkeolog olma hevesinden ablalarının ‘iş bulamazsın’ uyarısıyla vazgeçmiş. Şimdi hemşire olmak ve doğup büyüdüğü şehre hizmet vermek istiyor. 20 yaşındaki Haydar ise ‘hiç isteğim yok’ gerekçesiyle terk ettiği ortaokulla birlikte eğitim hayatına son vermiş. Şimdi hem eğlencesi hem ekmek teknesi olan motoruyla duraklarda bekleyip insanların eşyasını taşıyor.
“Bizim sonumuz köyde bitiyor, en iyisi köy.” diyen Haydar’a “Evleneceksin, kız istemeye gideceksin. Bakalım köye gelecek mi o kız? diyoruz; ama onun cevabı hazır: “Geliyor abla, geliyor.” Ablaları imalı imalı bakıp gülüşüyorlar; belli ki Haydar müstakbel gelini razı etmiş köy hayatına... İstanbul’u hiç beğenmeyen Haydar ‘sülalemizin yarısı dışarıda.’ dese de yurtdışındaki akrabalarından bir şey beklemiyor; çünkü herkes kendi başının çaresine bakıyor artık. 25 yaşındaki amcaoğlu Umut Karabulut diğerlerine göre düzenini kurmuş görünüyor: “Evliyim, bir çocuğum var, köydeyim, davarcılık yapıyorum, en güzeli köydür, suyumuz, toprağımız var, yeşillik var.” diye bir çırpıda her şeyi anlatıveren Umut’a göre Tunceli’de yaşanmaz; çünkü bu şehirde hayat çok zor, iş yok, iş imkanı yok. Gençler kahvehaneler de, birahanelerde oturuyor ve giderek uyuşturucuya alışıyorlar. Neyse ki bally çeken, eroin kullanan gençlerin sayısı kontrol altında tutuluyor, herkes ancak on–on beş gencin böylesi kötü bir yola düştüğünde hemfikir.
Kızlar evlenince rahat etmek istiyorlar
Saime’nin yakın arkadaşı Ayşegül Duman’ın sesi titriyor konuşurken; çünkü üçüncü defadır girdiği üniversite sınavından iyi bir sonuç alamamış yine. Seneye tekrar girmeyi düşünüyor; ama kendisini toparlayabileceğinden emin değil. İşin kötüsü üniversiteye gidemediği takdirde kendisini nasıl bir hayatın beklediğinden de hiç emin değil. Saime pratik fikirleriyle destek olmaya çalışıyor arkadaşına: “En kötü ihtimalle kursa gider, folklor öğretmeni olursun.” Tuncelili gençlerin ayrı düşemeyecekleri iki şey var zaten; türküler ve halaylar... Genç kızların olduğu bir ortamda sözün dönüp dolaşıp ‘evlilik’e gelmesi kaçınılmaz. Tuncelili kızların maddiyata çok önem verdiğini söyleyen Ayşegül kendisini ve yaşıtlarını mazur görüyor bu konuda; çünkü işsiz babalarının gün yüzü göstermediği kızlar evlenince rahata ermek istiyorlar. “Herkes ‘boş’, çalışan kimse yok ki.” diyorlar hep bir ağızdan. Yaşı bir hayli ilerlediği halde ‘işsiz kocaya varmamak’ için evlenmeyen genç kızların sayısı da artıyor günden güne. Tuncelili kızların tek şartı maddi refah değil tabii ki, dışarıdan yani Alevi olmayan birisiyle evlenmeye de hoş bakmıyorlar. Aleviliği bir inanç sisteminden çok bir araya getiren, bütünleştiren bir kimlik olarak görüyorlar.
‘Biraz daha rahat gezeceğiz’
Gençlerin çoğunluğu OHAL’in kaldırılmış olmasının onlara tam bir özgürlük sağlayacağına inanmıyor. Ayşegül, “OHAL kalkmış olsa da burası yine ikinci dereceden olağanüstü hal bölgesi olur.” diyor ümitsizce. Saime yollardaki kimlik kontrollerinin ve aramaların azaltılmasından çok hoşnut. “Eskiden Ovacık gözelerine gittiğimizde her beş dakikada bir durduruluyorduk ve sıcağın altında saatlerce beklemek çok zor oluyordu. Ama şimdi öyle değil. Köye giderken yolda durdurulmuyoruz artık ve beraberimizde istediğimiz kadar erzak taşıyabiliyoruz.” diyerek eski ile yeni arasında kıyaslama yapan Saime, Tunceli’nin çok pahalı bir şehir olmasından yakınıyor. Gençlerin çoğunluğu alışverişini Elazığ’dan yapıyor; ancak oraya gidemeyenler için tek bir seçenek var; veresiye kıyafet almak. “Biz kredi kartını daha görmedik bile.” diyen Umut, alışveriş bahsini sonlandırıp Tunceli yaşlılarının hâlâ çok önemsediği aşiretçilikten söz etmek istiyor: “Biz Bahtiyarhanlı aşiretindeniz; ama aslında bunun hiçbir önemi yok. Yaşlılarımız yanımızda bir arkadaşımızı görse hemen sorarlar; “Hangi aşirettensin?” “Hatta işi sadece kendi aşiretlerinin dükkanından alışveriş yapmaya kadar götürenler var.” diyen Umut sözü çok güzel bağlıyor: “Doğulusu batılısı fark etmez, önemli olan insanlıktır.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder