27 Ağustos 2011 Cumartesi

Erich Fromm

Cuma Özusan  

ERİCH FROMM Şunu peşinen söyleyeyim ki Erich Fromm hakkında yazı yazmak, onun düşüncelerini nakletmek; asla boş vakitlerini değerlendirmek gibi bir isteğin ifadesi değildir. Çok daha ciddi bir amaç için yazıyorum ve çalışıyorum. İnsanın kendini geliştirmesine, değiştirmesine, düzeltmesine, daha iyi bir insan olmasına yarayan bilgileri bulmaya çalışıyorum. Bu alanda elde edeceğim ufak bir bilgiye bile çok büyük bir değer veriyorum. Onu çok kısa bir şekilde tanımaya çalışalım. 1900-1980 yılları arasında yaşamış Yahudi asıllı bir Alman�ır. Dindar bir ailede yetişmiştir. Psikoloji ve sosyoloji eğitimi gördü. Sonradan psikiyatr oldu. Freud�n görüşlerini ve psikanalizim akımını benimsedi. Psikanalist ve psikiyatr olarak çalıştı. Freud� büyük bir hayranlık duydu ve bu hayranlığını ömrünün sonuna kadar devam ettirdi. Onun metoduna bağlı kalmakla beraber daha sonra birçok noktada ondan ayrıldı. Yeni Freud�u akımın önderidir. Frankfurt Okulunun kurucusu ve ilk başkanıdır. 1933 de yaklaşan Nazizm�n farkına vararak Amerika�a göçtü, orada fikirlerini geliştirdi. Göçmeden evvel evraklarını ve arşivini Nazilerden kurtarabildi. Amerika�aki çalışmaları sırasında Meksika�an gelen profesörlük davetini kabul edip oraya gitti. Psikanaliz çalışmalarını sürdürdü. Ölmeden evvel gelip yerleştiği İsviçre�e öldü. Erich Fromm yirmiden fazla kitap yazmıştır. Asıl alanının dışında din, felsefe, edebiyat, antropoloji gibi konulara da yönelmiş ve bu alanlarda ciddi bilgiler edinmiştir. Erich Fromm -kitaplarından anlaşıldığına göre- Eski Ahit�en, Budizm�en, Meister Echart�an, Spinoza�an, Marks�an, Bachofen�en ve Bertrand Russell�en, Albert Schweitzer�en etkilenmiştir. Görüşlerini akla, olgusal temellere dayandırdığını ifade etse de dindar bir kişiliğe sahip olduğu yazılarının havasından anlaşılıyor. Yahudi peygamberlerin yaptıklarını över. Onların insanları yükseltmek için geldiklerini söyler. Freud kadar hayranlık duyduğu ve sık-sık adın andığı bir şahıs da Marks�ır. Bu iki büyük adamın (Marks ve Freud) görüşlerinin insani yönlerini bazı değişikliklerle birleştirmeye, geliştirmeye çalışır. Marksist felsefenin sonradan çok yanlış anlaşıldığını ve yozlaştırıldığını söyler. Bu felsefenin daha çok �abancılaşma�gibi insani yönlerini tanıtmaya ve sevdirmeye çalışır ve Marks� daha çok bu yönüyle takdir eder. Ona göre Marks, hümanist ve varoluşçu büyük bir filozoftur. Erich Fromm�un düşünceleri sosyalistler, Marksistler tarafından çok eleştirilmiş ve liberal bir burjuva aydını olmakla, antikomünistlerin safında yer almakla suçlanmıştır. Erich Fromm, insanı temel alan ve insandan hareket eden bir düşünür ve bilge bir adamdır. İnsanı kurtarmaya çalışır, onun �endisi olmak�için neler yapması gerektiğini araştırır. Onun bu günkü dünyada yozlaşmakta olduğunu söyler. İçinde bulunduğu kapitalist toplumu ve uygarlığı şiddetle yerer. Bu yergilerini -diğer fikirlerini kabul etmeseler bile- sosyalistler de takdirle karşılamaktadırlar. Hiçbir yazar modern insanın içine düştüğü bu durumu onun kadar açık ve çıplak bir şekilde belirtememiştir. Onun sesi insanlığı kurtarmak için bir çığlıktır. Erich Fromm�n pek çok kitabı Türkçeye çevrilmiştir. En önemli eserleri şunlardır: �ahip olmak ya da olmak� �zgürlükten kaçış� �endini savunan insan� �evme sanatı� �ağlıklı toplum� �eni bir insan yeni bir toplum� �ayatı sevmek� �nsan yıkıcılığının kökenleri� �evgi ve şiddetin kaynağı� �mut devrimi� �rdem ve mutluluk� Bunlardan başka pek çok kitabı var, bazıları bozuk bir Türkçe ile tercüme edilmişlerdir. Erich Fromm çok kitap çıkardığından kitaplarında bazı konular sık-sık tekrar edilir. Erich Fromm�n fikirlerine geçmeden önce kısaca onun bağlı olduğu psikanalizim akımı hakkında bilgi verelim.
Psikolojide iki önemli akımdan biri davranışçılık, diğeri de psikanalizimdir. Psikanaliz hem bir tedavi (sağaltım) metodu, hem bir kuramdır. Psikanaliz Freud�a anılır. Onun tarafından geliştirilmiştir. Psikanaliz psikolojide bir devrimdir. Freud psikanalizin temeline bilinçaltı veya bilinçdışı kavramını oturtmuştur. Bu kurama göre insan, davranışlarının çoğunun bilincinde değildir. İnsanların gerçek niyet ve maksadı; dil sürçmeleri, şakalar veya söylemlerinin satır aralarında saklıdır. Bilinçaltı rüyalarımızda kendini ifade eder. İnsanı yalnız görünen dış davranışlarıyla tanıyamayız. Bilinçaltı kavramı daha önce de vardı fakat Freud�n verdiği önemde ele alınmamıştı. Bu tedavi yönteminde bilinçaltı sorulan sorularla ve çağrışımla ortaya çıkarılmaya, kişinin asıl gerçeğiyle tanışmasına çalışılır. Bunlara göre bilinçaltı bilinirse üzerindeki baskı kalkar ve sorunlar çözülür. Psikanalizim hümanizm, varoluşçuluk, antropoloji, aydınlanmacılık gibi düşünce akımlarıyla aynı safta yer alır. Freud� göre insan süper ego, ego ve id�den ibarettir. İd insanın hayvani ve ilkel benliğidir. İçgüdüler dünyasıdır. Bu da hayat enerjisidir. Freud ömrünün sonlarına doğru insanda yapıcı ve yıkıcı iki içgüdünün varlığını kabul eder. Ego bilincinde olduğumuz benliğimizdir, süper ego ise içinde bulunduğumuz toplum tarafından edindiğimiz kişiliğimizdir. Bu kurama göre bizim davranışlarımızı bilinçten ziyade bilinçaltı idare eder. Freud bizim bir akıl varlığı olmadığımızı söyler. İnsan daha çok güdüleriyle hareket eder. İlkel benliğin itkileri toplumdan gelen baskıların altında kaldığı için insanlar psikolojik çatışmalara maruz kalmaktadırlar. �askılama�bu fenomenlerin açıklanmasında kullanılan önemli kavramlardan biridir. Nevrozları bu baskılar doğurmaktadır. İnsanlar uygarlaştıkça nevrozlar artacaktır. İnsan ilkel devirlerde, hiçbir baskıya maruz kalmadığı için daha rahatı. Nevrozlar bir uygarlık hastalığıdır. Onlar gittikçe artacaktır. Bilinçaltı; bilim, sanat, siyaset, dindarlık, düşünce gibi yollarla kendini ifade etmeye çalışır. Buna yüceltme (sublimation) denir. Fakat her kes bunu başaramaz. O zaman aklileştirmelere, çarpıtmalara ve düşüncelerini başkalarında yansıtmaya (transferans) çalışır. Freud� göre bilinçaltının içeriği biyolojik olduğu halde Fromm� göre sosyaldir ve Fromm Freud�n aksine medeniyet hastalıklarının ortadan kaldırılabileceğine inanır. Üstadı Freud�un cinsiyet öğesine verdiği mübalağalı öneme de katılmaz. Hakiki dine de önem verir. Fromm yukarıda da değindiğimiz gibi düşüncesinin merkezine insanı koyar. Onun için amaç, insanın tam insan olmasıdır. Buna engel olan bütün durumları inceler. Yeni bir toplumun kurulması için düşünce ve tasarılarını ortaya koyar. İnsanı yalnız birey olarak ele almaz, toplumsal varlığını üzerinde de durur ve hatta kendini -sosyalistler buna karşı çıksalar da- Marksist ve sosyalist sayar. Fromm insan oluş durumunu, insanın özününün oluşmasını ve insanın bu özünü ifade eden ihtiyaçlarını araştırır. Fromm�n temel düşüncelerinden olan bu ihtiyaçlar ona göre beş tanedir ve insan bunları gerçekleştirebildiği oranda insan olur. Bütün kötülükler bu ihtiyaçların temin edilememesinden doğar. Esasen kötülüğün pozitif bir varlığı yoktur.
 Kötülük iyiliğin olmamasıdır. Bu ihtiyaçlar giderildiğinde insanın mutu, huzurlu, seven ve üreten bir varlık olacaktır. İnsanın ihtiyaçlarını gidermeye uygun bir toplum en iyi toplumdur. Bu ihtiyaçları gideremeyen toplum hasta bir toplumdur. Bireyler gibi toplumlar da hasta olabilir. İnsanı içinde yaşadığı topluma uydurmaya çalışmak ve onu topluma uyduğu oranda sağlıklı saymak fikri yanlış ve temelsizdir. İnsan kendi doğasına uyarak sağlıklı olur. Ona göre insanın -doğasından kaynaklanan- beş temel ihtiyacı vardır. Şimdi bu beş temel ihtiyacı kısaca açıklayalım. 1.İlişki ihtiyacı. İnsanın diğer insanlarla ve doğa ile sahih ilişkiler kurması lazım. İnsan çoğu zaman bu ilişkiyi normal bir şekilde kuramıyor. Bu ilişkiler bağımsız ve özgür ilişkiler şeklinde olamıyor. Bu ilişkiler çoğu zaman ya başkalarına tabi olmak veya başkalarını kendine tabi kılmaya çalışmak şeklinde tezahür ediyor. Bu da onun doğasındaki özüne aykırı bir durumdur. İnsanın tam düzelmesi bu ilişkileri düzeltmesine bağlıdır. Fromm eserlerinde kendi psikoloji anlayışını ilişki üzerine kurduğunu söyler. 2. Üretici olmak ihtiyacı. İnsanın kendi doğasını aşmak, yaratıcı ve üretici olmak ihtiyacı vardır. İnsanın hayvanlar gibi tabiatla tam bir uyumu olmadığından ve içgüdüleri hayvanlar kadar gelişmediğinden tabiata bir şey eklemek, yaratıcı olmakla ayakta kalır. İnsan olduğuyla yetinemez. Her insan tabiatı değiştirmekle kendi özünü geliştirir. 3.Kimlik ve kişilik ihtiyacı. İnsan içinde yaşadığı toplumda diğer insanlardan farklı olmak, bir kişiliğe sahip olmak ihtiyacındadır. İnsan başka insanların bir kopyası ve taklidi olmak istemez. Bağımsız ve kendi başına tanınmak ister. 4.Köklülük ihtiyacı. İnsan esaslı bir bütünün önemli bir parçası olmak ister. Bir yere dayanmak bir yere ait olmak ister. Küçükken bir aileye bağlıdır. Büyüyünce bir dine, bir soya, bir aşirete, bir coğrafyaya, bir tarikata, bir devlete bağlı olmak ve ona ve dayanmak ister. 5. Algı dayanağı ihtiyacı. İnsan dünyayı yorumlamak ve yaşamı anlamlandırmak, yaşama bir anlam kazandırmak, yaşamı yorumlamak ister. Bu anlam mantıklı veya mantıksız olabilir fakat bunu yapmak zorundadır. Yukarıdaki bu özellikler Fromm� göre insana ait temel özelliklerdir. Hayvanlarda bunlar yoktur. İnsanın bu ihtiyaçlarını gerçekleştirmeye uygun tolumlar inana en uygun toplumlardır. Fromm insan doğasına ait bu temel ihtiyaçların çoğu zaman sağlıklı bir şekilde giderilemediğini söyler. Ona göre nevrozların, bütün ruhsal rahatsızlıkların sebebi budur. İnsan ilişkileri çoğu zaman normal değildir. Kapitalist burjuva toplumlarında bu ilişkiler doyurucu değil. İnsan yozlaşmış, soyutlaşmış, kendine ve dünyaya yabancılaşmıştır. Ne kendini ne çevresini duyumsayabiliyor. İnsan kendi doğasına aykırı bir şekilde yaşıyor. Fromm insanın doğal olarak iyi olduğuna inanır. Ona göre yıkıcılık ve tahripkârlık insan doğasının bir özelliği değildir. Bir içgüdü değildir. Fakat insan buna istidatlıdır. İnsan kendini ifade edip geliştiremezse tahripkâr olabilir. Hayati ihtiyaçları engellendiğinde insan şiddete ve yıkıcılığa başvurabilir. Fromma göre kötülüğün bizatihi bir varlığı yoktur. Kötülük iyi durumun olmamasıdır.
Ve bu durum toplum yapısından, toplumdaki ilişkilerin insan doğasına aykırı sürdürülmesinden doğmaktadır. İnsan doğasından gelen ihtiyaçlarını gidermede yani yaşam tarzında iki çeşit tutum ve yöneliş sergiler. Ya ilerici bir yaşam tarzını veya tutucu bir yaşama tarzını seçer. Tutucu yöneliş onun kendisine yabancılaşmasını, gizil güçlerini geliştirmekten vazgeçmesini ifade eder. İlerici tutum ve yöneliş ise doğasında bulunan akıl gücünü, sevmek ve üretici olmak yanlarını geliştirmeyi hedef alır. Fromm yüzyılımızda Batı kapitalist toplumlarında insan doğasına nasıl aykırı bir yaşam tarzı ve ilişkiler sürdürüldüğünü çok iyi bir şekilde anlatır. İnsanı açıklarken onu daha çok sosyal yönü ve ilişkileri içinde anlar ve ele alır. Bireyin ve toplumun karşılıklı etkileşimini kabul eder. Tek taraflı düşünmez. Bu konuda Marksistlerden de, Freud�an da ayrı düşünür. Freud�an ayrıldığı nokta, cinselliğin ve içgüdülerin aşırı abartılmasıdır. Sosyalist ve komünistlerden ayrıldığı nokta ise insana ait her şeyin sınıflar arası mücadele olarak açıklanmasıdır. Ona göre Marksistler, Marks�n insana verdiği önemi vermiyorlar. Sovyetler Birliği deneyimi başarısız olmuştur, çünkü insanı tanımamıştır. İnsani değişme olmadan iktidarı ele geçirmenin hiç bir yararı yoktur. İnsanın değişmesiyle beraber olmayan devrimin tolumu dönüştürme gücü yoktur. Bir diktatör gider, bir başkası gelir. Sosyalistler her şeyi ekonomi, siyaset ve kültürden ibaret sayarlar. Sınıfsal mücadelede başarıya ulaşınca her şeyin çözüm bulacağını, yoluna gireceğini iddia ederler ve siyasetle, kültürü bir üst yapı kurumu, ekonomi ilişkilerin bir yansıması, gölgesi olarak kabul ederler. Büyük bir yanılgıya düşerler. Fromm insana başlı başına bir değer verir. O bir hümanisttir. Komünistler onu soyut ve metafizik düşünmekle, tarihi gelişimi göz önüne almamakla suçlarlar. Fromm topluma -kendisinin ortaya attığı- bir kavram çerçevesinde değer verir ve fakat her şeyin toplum tarafından belirlendiğini kabul etmez. İnsanın bağımsız varlığının olduğunu ve toplumun bir kuklası olmadığı düşünür. Diğer düşünürler ve yazarlarca da kabul edildiği gibi �oplumsal kişilik�kavramı Fromma� aittir. Onun tarafından psikoloji bilimine kazandırılmıştır. Toplumsal kişilik, bireylerde varlığı kabul edilen topluma ait ortak bir davranış kalıbından doğan kişiliktir. Bir toplumun bireyleri o toplumun ihtiyaçlarına göre gerekli olan bir kişiliği taşırlar. Toplum yapısı değiştikçe toplumsal kişilik değişir. Her toplum -yaşamasını ve varlığını sürdürmesi için- kendine ait bir toplumsal kişiliğe muhtaçtır. Fromm Ferud�n aksine bilinçaltında hayvansal güdülerin değil, toplumsal güdülerin yer aldığını söyler. Yani bilinçaltı biyolojik değil, sosyal içeriklidir. Fromm�n ilişki kavramına önem verdiği kadar üzerinde durduğu ikinci bir kavram da yabancılaşma�dır. Bu konuda büyük oranda Marks�an etkilenmiş ve ondan yararlanmıştır. Fakat o bunu daha derinleştirmiş felsefi, dini, antropolik içeriğini zenginleştirmiştir. Ona yeni anlamlar katmıştır. Yabancılaşma: insanın etkinliği ile değil, sahip oldukları ile tanımlanmasıdır.
Siz çalışan, yapan, eser meydana getiren insan olarak değil; servetinizle, statünüzle, diplomanızla, soyunuzla tanımlanırsınız. Meydana getirdikleriniz size egemen olmuştur, sizin gücünüzü çalmıştır. Emeğiniz size yabancılaşmıştır, ellerinizle yaptığınız putlara tapmak da hakiki anlamda bir yabancılaşmadır. Sermayenin emeğe üstün olması bir yabancılaşmadır. Servetinin faizi ile yaşamak bir yabancılaşmadır. Çünkü insana has olan etkinlik yok olmuştur. Bugünkü yaşam tarzı insanın gerçek etkinliğini yok etmiş, onu görünürde bir etkinlik sahibi yapmıştır. Dıştan gelen etkilerle hareket eder. İşine yabancılaşmıştır. Kendi eylemleri sandığı eylemler onun değildir. Modern insan çok iş yapıyor görünüyor ama esasında bu eylemler onun etkenliğinin değil edilginin ifadesidir. Fromm yabancılaşmayı insanın insan oluşuyla başlatır. Bir antropolojik sorun olarak ele alır. İnsan Cennet�en ayrıldığından beri varlığına bütünüyle yabancılaşmıştır. Tabiattan, çevreden, insanlardan ve hatta kendinden uzaklaşmıştır. Birlik bozulmuştur. Bu dünya hayatında tekrar o birliği bulma arzusuyla yanar tutuşur. Hayvanlar tabiatla birlik ve beraberlik içinde yaşarlar. İçgüdüleri, yetileri onlara yetiyor. Ayrılıklarını bilmezler. İnsan ise yaratıldığının ve farklı olduğunun farkında olan tek canlıdır. İşte bu aslından uzaklaşma ve kopma insanın bu dünyadaki trajedisidir. Hıristiyanlık bunu asli günah olarak adlandırıyor. Fromm ise yabancılaşma diyor. (Bu açıklama mistik ve tasavvufi açıklamalarla örtüşüyor. Mevlana�ın NEY metaforu bunu anlatır. Neyle anlatılmak istenen insandır. Ney kamışlıktan ayrıldığından beri ağlayıp inlemekte, aslına kavuşmak hasretiyle yanmaktadır). Fromm insanın kendine yabancılaşması bakımından ilkel çağların ve ortaçağın daha kötü olmadığını söyler. Eskinin ve ortaçağın dünyası daha istikrarlı ve güvenli bir dünya idi. Değerler belli idi insanlar belli bir güvenlik içinde yaşıyorlardı. Toplumsal statüler belli idi. Ahlaki ve moral amaçlar bugünkünden daha yüce idi. Kavramlar yerli yerinde idi. İnsan neye inanacağını biliyordu. Bu onu huzurlu ve mutlu ediyordu. Bugün insanın bir hakikat tablosu yoktur, neye inanacağını bilmiyor. Bugün normal kabul edilen pek çok davranış o zamanlar ahlaksızlık sayılırdı. İnsan kapitalist toplum aşamasına geldiğinde büyük bir yozlaşmaya uğramış ve her şeye yabancılaşmıştır. Doğa ile diğer insanlarla ve kendisiyle olan bağları kopmuştur. Bunların gerçekliğini algılayamıyor. Bütün realiteler soyutlaşmıştır. Niteliğin yerini nicelik almıştır, her şey sayıya ve rakama dönüşmüş, her şey bunlarla ifade edilir olmuştur. Bu durum deliliğin bir benzeridir. Deliler gerçeklik duygusu kaybetmişlerdir, hayallerini gerçek sanırlar. Yabancılaşmış olanlar ise gerçekliği içeriğinden boşaltmış, onu bir hayal haline getirmişlerdir. Gerçeği duyumsamıyorlar, sadece duyumsadığını düşünüyorlar. İnançları ve ibadetleri soyutlaşmıştır. İnanıp inanmamaları bir sözü söyleyip söylememekten ibaret kalmış. İnanmak için hiçbir sıkıntı duymamışlar, gece uykuları kaçmamış.
Fromm hiçbir dine bağlı olmadığını söylese de dinlere karşı çıkmaz ve Peygamberlerin misyonlarının insanın yabancılaşmasını önlemek olduğunu söyler. Ona göre sorun şu veya bu inanca bağlanmak değildir. İnançlar arasındaki ayırımdan ziyade bir inancın geçekliğinin duyumsanıp duyumsanmadığına bakar. Bütün dinler ve inançlar kurumlaştıklarından beri soyutlaşmışlardır. From bu konuyu sağlıklı Toplum isimli eserinde büyük bir ustalıkla anlatmaktadır. Fromm �ahip olmak ya da olmak�isimli eserinde insanı bu iki kavram çerçevesinde ele alır. Ona göre insanın hangi anlayışa sahip olduğu kullandığı sözcüklerden de anlaşılır. Bir toplumda hangi anlayış egemense dil de onu daha kolay ifade eder hale gelir. Sahip olmak anlayışında daha çok sahiplik ifadeden sözcükler kullanır. Dilde eylemler değil, isimler önemsenir. Mesela başım ağrıyor denmez başımın ağrısı var denir. Fromm� göre olmak kendiliği, sahip olmak yabancılaşmayı anlatır. Olmak olumlu ve ilerici bir tutumdur, sahip olmak tutucu ve olumsuz bir tutumdur. Sahip olmak statikliği, olmak dinamikliği anlatır. Sahip olmakta insan bir nesne haline gelmiştir, olmakta insan öznedir. İnsan ve hayat bir hareketten faaliyetten ibarettir. İnsan bir oluştur. Nesne değildir. Yabancılaşan insan bir nesne haline gelmiştir. Nesneler tarafından yönetilir ve yönlendirilir. Yarattığı dünyanın mahkûmu olur. Dizginler elinden kaçmıştır. İnsan hareket ederken kendini geliştirir ve içindeki gizil güçleri meydana çıkarır. Sahip olmak anlayışında insan kendini kendi olarak görmez, sahip olduğu şeylerle anlatır. Evi ile arabası ile�Sahip olmakta eşya biriktirmek, olmak yöneliminde ise vermek ve sevmek vardır. Verdikçe kişilik artar, zenginleşir. Öbürü verdikçe eksilir veya eksildiğini sanır. Olmak ilkesi Peygamberlerin, velilerin, büyük mistiklerin yaşam tarzıdır. Fromm Batıda on üçüncü asırda yetişmiş Alman mistiği Meister Eckartı bu ilkenin en iyi uygulayıcısı olarak gösterir. Bir çokları Meister Echartı Hıristiyanların Muhyiddini Arabi�i sayar. Fromm�n psikoloji biliminde ortaya attığı önemli bir kavram Pazar ve piyasa insanı kavramıdır. Bu yeni bir karakter türüdür. Bu kavram kapitalist toplumda, yirminci yüz yılda meydana gelmiştir. On dokuzuncu asrın insanı biriktirici bir karaktere sahipti. O çağda öyle gerekiyordu. Sermayenin birikim ihtiyacı ön planda idi. İnsanlar tasarrufa yönlendiriliyordu. Yirminci asır ise tüketim asrı olmuştur. Mümkün olduğu kadar insanlara mal satmanın yolları aranıyor. Tüketen insan lazımdır. İnsanların satın alması için neler yapmak lazım bunlar araştırılıyor, çünkü bu düzenin çarkları böyle yürüyor. Bir şeyin değeri �insan da dâhil- piyasa değeri olarak ele alınıyor. Kendinizi satabildiğiniz kadar değeriniz vardır. İnsan eşittir satılabildiği fiyat. Kendini pazarlamasını bilmeyene bu piyasada yer yoktur. Bir yazar, bir sanatkâr, bir bilim adamı piyasa değerleriyle değerlenir. Parası olan kimse çok meşhur bir yazarı ve ekibini alıp gazetesinde istihdam edebilir. Başyazarlar da fiyatı olan kimselerdir. Edebi ve ilmi değerleri, fikirleri göz önüne alınmaz. Dikkat ederseniz ülkemizde de artık sağ sol ayırımı kalmadığından beri her yazar her gazetede yazabiliyor. Bu bir alışveriş meselesidir. Sizin yazdığınız kitapların sanat ve bilimsel değerleri değildir onları değerlendiren, satış kabiliyetleridir. Kitaplar da bir metadır.
 Ne kadar satacağı, kaç para getirecekleri hesap edilir. Kaç paralık yazar, kaç paralık adam! Kaç paralık kitap, kaç paralık gazete! Rakam ve sayı ve niceliktir önemli olan. Nitelik orda kalsın. İnsanı nasıl kurtaracağız. İnsanın tam insan olması, aslına dönmesi için ne yapacağız. Fromm bunun için çabalıyor. Bunun çarelerini arıyor. Erich Fromm�n bu konuda bize önerdiği bireysel ve toplumsal bazı yöntemler vardır. Fromm insanın ruh sağlığını kazanması için bireylere uygulanan psikanaliz metodunun topluma da uygulanmasını önerir. Toplumsal bilinçaltının değişmesini ve dönüşmesini ister. Toplumsal bilinçaltı evrensel bilinçaltına karşıdır. Böylece bilinçaltını ikiye ayırır. Her toplum bu evrensel insan bilinçaltına uygun değildir. Birey toplumun müsaade ettiği kadar duyar, hisseder, düşünür. Toplum süzgecinden geçmeyen şeyleri birey algılayamaz. Dil bile bunun vasıtasıdır. Toplumsal düşüncede olmayan şey dilde yer almaz. Onun için asıl mesele toplumdur. O kendini bir sosyalist ve Marksist sayar. Bireyin ancak sağlıklı bir toplumda evrensel doğasına uygun olan gereksinimlerini karşılayıp seven, üreten bir insan olabileceğine inanır. Bireyin sorunlarını çözmek için önce toplumun sorunlarını çözmek ve sağlıklı bir toplum yaratmak lazımdır. Bu konuda ideal bir toplumun nasıl olacağı hakkında kendi projesini de çeşitli kitaplarında anlatır. Bütün psikanalistler gibi sağaltımı bilinçaltı üzerindeki toplumsal baskının kaldırılmasında görür. Ona göre önemli olan bilinçaltıdır. Bilinç toplumun duygu ve düşüncelerini yansıtır ve insani bilinçaltının meydana çıkmasına engel olur. (Hâlbuki sosyalistler ve komünistler bilince bilinçaltından fazla önem verirler. Bilincin içeriğini toplumdaki sınıflar arası çatışmaların tayin ettiğine inanırlar. Bu bakımdan kültüre önem veririler. Ve kendi sınıfının çıkarlarını savunan insan bilincinden başka bir şeyin varlığını kabul etmezler. Sosyalistler Fromm�n insanlarla ilgili hemen bütün kavramlarının soyut, spekülatif �urgusal�ve tarihi gelişimden mahrum olduğunu iddia ederler, onlara göre evrensel bir insan doğasından bahsetmek metafizik ve idealist bir algılamadır). Bütün psikanalistler bilinçaltına bilinçten fazla önem verir. İnsanın bilinçaltına ulaşması, gerçek doğasını ve onun ihtiyaçlarını görmesi ve onunla karşılaşması lazımdır. Ama insan onunla karşılaşmaktan, gerçek kendisiyle karşılaşmaktan korkuyor ve özgürlükten kaçıyor. Kaçış mekanizmalarına başvuruyor. Toplum insanın kendisiyle karşılaşmaktan duyduğu bu korkuyu kaldırmaya yarayacak bir eğitim uygulamalı, bireyi korkularıyla başa çıkmaya teşvik etmelidir. Birey kendi ruhsal derinliğine, benliğinin alt katmanlarına ulaşmalıdır. Bilinçaltı bilinç düzeyine çıkmalı ve aralarındaki ikilem ortadan kaldırılmalıdır. (Şunu da söyleyelim ki Fromm, bilinçaltını bilince karşı veya onun dışında varlığı olan bir şey olarak algılanmamasını, bilinçaltının henüz bilincinde olmadığımız şeyler olarak anlaşılmasını sık-sık vurgular). Fromm sağlıklı bir toplumda uygarlığın hastalıklarının, nevrozların ortadan kalkabileceğine inanır. Bireyler toplumda yerleşmiş olan uyduruk inançlardan, tabulardan ve sloganlardan kurtarılmalıdırlar. Bireyler toplumun işleyişini ve mekanizmalarını kavramalı ve evrensel insan doğasına aykırı gelen konuları eleştirmelidirler.
Kendi gizilgüçlerini kullanmaya, evrensel insanın meydana çıkması için mücadeleye yönelmelidirler. Başkaları için mücadele ederken kendi asıl kaynaklarıyla tanışacak ve gerçek bir doyuma kavuşacaklar. Kendi gerçek benliğini bulmanın insanlık için çaba harcamakta olduğunu anlayacaklar. İnsan farkında olmadığı bilinçaltındaki gerçek düşüncelerine ulaşmaya çalışmalıdır. Bilinç ile bilinç arasındaki ayrılık ortadan kalkınca insan ruhsal sağlığına ve gerçek bir doyuma kavuşur, doğa ile insanlarla ve en önemlisi kendisi ile sağlıklı bir ilişki kurabilir, seven ve üreten bir varlık olur. Fromm insan hakkında iyimserdir. Onun hayatının yalnız ilk çağlarında değil her zaman -ciddi bir istek ve çaba gösterirse- değişebileceğine inanır. Fromm insanın gerçeği değerlendiremediğini, gerçeği algılayamadığını söylüyor. İnsan eylemleri otomatlaşmıştır, içerikten yoksun hale gelmiştir. İnsan duyumsamıyor (his etmiyor) sadece hissettiğini düşünüyor. Gerçekle ilgisini koparmıştır. İnançlarının bir değeri yoktur. Şuna veya buna inanmasının değeri yoktur. İnancını hissedemiyor. Tanrıya inanan da inanmayan da boş inançlara sahiptirler. İman sadece ağızlarından çıkan bir söz haline gelmiştir. Dindar ile dinsiz arasındaki fark sözleri arasındaki farktır. Bir sözü söyleyip söylemek arasındaki farktır. İnsanlar arasındaki fark inançlar arasındaki fark değil, inancını yaşamakla yaşamamak arasındaki farktır. İnsan her inancı dindarca yaşayabilir veya onu hiç yaşayamaz. Gerçek dindarlık duyumsayarak yaşamaktır. Bir insanın Müslüman, Hıristiyan, sosyalist veya ateist olması önemli değildir. Bir insan başkalarıyla ve çevresiyle içten ilişkiye girebiliyorsa ve duyumsayabiliyorsa o hangi inançta olursa olsun dindardır. Marks bu anlamda inançlı bir insan idi. Dindarların ibadetleri içeriksiz hale gelmiştir, boştur. Kurumlaşmış din, dini heyecan ve canlılığı öldürür. Onların ne sözleri ne yaptıkları onları dindar yapıyor. Çünkü gerçekle temasları kopmuştur. İnsan bütün derinliğiyle bir şeyle ilişki kuramıyor, hissedemiyor. Bütün derinliğiyle bir şeye sevinip üzülemiyor. Başkalarının acılarını ve sevinçlerini anlayamıyor. Herkes birbirine ve kendisine yabancılaşmış. Gerçek anlamda yediklerinin bile tadını alamıyor. Rüzgarın esintisini, karın yağışını, açlığın lezzetini kavrayamıyor. Bir çocuk gibi yaşamıyor, bir çocuk olması lazım. Zihindeki kalıplarla hareket ediyor, dünyaya zihin gözüyle bakıyor. Zihin bir şey gördürmez. Bir hareketi birkaç defa yaptıktan sonra onun inceliklerini görmez oluruz. Olaylara zihnimizdeki kalıplarla yaklaşırız. Fromm insanın bütünüyle iyi veya kötü olamayacağını, onu iyi ve kötü yanlarıyla beraber ele almak gerektiğini söyler. Ona göre insan hata yapmak mecburiyetindedir. İyi veya kötü insan fikri insanı boş bir taslak yapar, onu soyutlaştırır. Gerçeklikten çıkarır. İnsanda iyi de kötü de olmak istidadı vardır. İnsan evrensel özüne uygun toplumlarda özünü ortaya çıkarabilme olanağı bulduğu zaman iyidir, bunu bulamadığı zaman yozlaşır ve kötülükler yapabilir. İnsanın her halükarda değişmeyen bir yanı da vardır. İnsan her kalıba uyan, toplumun bütün dediklerini yapan bir yapıda değildir. Bütün zorlamalara karşı direnen bir tarafı da vardır. Yani insanın değişen ve değişmeyen yanları vardır. From insanın doğasına uygun bir toplumun bugün yeryüzünde meydana gelmediğini, sosyalist ve kapitalist sistemlerin birbirlerinden pek farklı olmadıklarını söyler. Sovyetler birliğinin bürokratik ve baskıcı bir yapı kurduğunu, bunun devletçi bir kapitalizm olduğunu söyler. Toplumu ıslah etmek ve değiştirmek için en iyi çarenin merkezileştirmeye son vermek ve çalışanların yönetime katılmalarını sağlayan -beş yüz kişilik- küçük birimler halinde örgütlenmelerini salık verir. İşçiler yönetimde karar sahibi olunca mülkiyet araçlarının değişimine gerek kalmadan toplum sağlıklı bir yapıya kavuşabilir. Esasen bugün bir işyerini yönetenler sermaye sahiplerinin yerini almıştır, mülkiyetin denetimde fazla rolü kalmamıştır. Sahiplerin yerini bürokrasi almıştır. Kurtulması veya tesirinin hafifletilmesi gereken bu merkezi bürokrasidir. Çalışanlar denetimde yer almaya başladığında işleri anlamlı olmaya başlar ve işçiler kendilerini sistemin bir parçası hissederler. Kendilerinin bir değeri olduğuna inanırlar. Bugün iş, çalışan için anlamsız bir meşguliyettir. İşin bütününden habersizdir ve yaptığı işin ne olduğunu, neye yaradığını bile bilmeden önüne gelen bir vidayı bir alete takmakla uğraşır. İş anlamını yitirmiştir. Bu yalnız çalışanlar için değil yönetenler içinde böyledir, her şey soyutlaşmıştır. Müdürler için işçi sayıdan ibaret olmuştur. Oysa daha küçük işyerlerinde veya kendi özel iş yerinde her kesin bir değeri vardı. Fromm ortaçağın, hatta on dokuzuncu asrın bile insanı bu kadar soyutlaştırmadığını söyler. Ona göre eskinin dünyası daha anlamlı ve güvenli idi. Fromm kendi başına iş yapma olanaklarının azalmasını insanın ruhsal durumu bakımından büyük bir yıkım olarak görür. Kendi işini yapanın daha sağlıklı olacağına inanır. Ona göre bir insanın işini sevmesi için o işin ona ve hayatına bir anlam katması lazım. Daha fazla ücret vermek çalışmayı artırabilir fakat her zaman değil. İnsanlar yaptıklarıyla değerlendiklerini anlamalıdırlar. Sosyalizmi işçilerin ücretlerini artırmak mücadelesi olarak görmek çok yanlıştır. Böyle bir sosyalizm hiçbir işe yaramaz. İnsanın kendini geliştirebileceği ve kazandığıyla yaşamdan kopmayacağı bir toplumsal düzen kurmalı. Ücretler arsında çok büyük farklar da olmamalı. Ücret yaşam deneyiminde farklılıklar yaratmamalı. Fromm insandaki potansiyele dikkat çeker; akla, sevgiye, kendiliğindenliğe, özgürlüğe, üreticiliğe sürekli vurgu yapar. İnsanın hiçbir şeyin �atta dinin bile- aracı olamayacağını söyler. İnsan en üstündür. Aklını kullanarak kurtulacaktır. Bunun yöntemi de: 1. Kendini analizdir, kendi gerçekliğiyle ilişki kurmaktır. 2. Akla, doğal yapıya aykırı olan her şeyi eleştirmektir. Böylece kendi derinliğine, hakiki özüne ulaşacaktır. Bir lahananın veya soğanın yaprakları gibi dış kabuk soyulunca öze, asıl kendisine yaklaşacaktır. Analiz bu görünmeyen, bilinmeyen kendiliğine ulaşmak çabasıdır. (Psikanaliz bu fonksiyonuyla dinin asıl amaçlarına da aykırı değil, destektir). İnsan kendindeki ikiliği aşmalıdır. Bilinçaltını bilince çıkarmalıdır. Esasında böyle bir ayrılık da yoktur. İnsanın bilincinde oldukları ve olmadıkları olaylar vardır. Fromm�n bilgeliğini takdir ettiği Bertrand Russell ise, sadece aklın gücüne inanır. Aklın insana rehberliğinin yeterliğini savunur. Bu iki büyük adam esas olarak aklı savunurlar. Her ne kadar bilinç ve bilinçaltı sözlerini kullansa da aralarında fazla bir ayrılık yoktur. Russell insan aklının insanlık tarihinin çok küçük bir döneminde ortaya çıktığını, uzun devirler boyunca akıl dışı etmenlerin insana hâkim olduğunu, eninde sonunda yalnız aklın insanı yöneteceğini iddia eder ve ahlakı bile akla dayandırır.Bilimin bize bu alanda da öncülük edebileceğine inanır. Fromm narsisliği de inceler, olumlu ve olumsuz yanlarını ele alır. Narsisizm ona göre bir insanın kendisini hakkında gerçeğe dayanmayan bir takdir, beğenme ve inanç sahibi olmasıdır. Narsisler gerçekten bazı vasıfların kendilerinde olduğuna kendilerinin başkalarından çok üstün olduklarına samimi bir şekilde inanırlar, rol yapmazlar. Kimseyi kandırmaya çalışmazlar, öyle olduklarına inanırlar. Bu inanış onları güç de verir, eğer yetenekli iseler büyük işler başarmalarını da sağlar. Narsisler egoist değillerdir. Egoist başkalarının zararına kendi menfaatini düşünür. Pek çok büyük adam narsistir. Belli bir ölçüde Narsis olmayan insan büyük işler başaramaz. Sizin yeteneklerinize inanmanız lazımdır. Değerli olduğunuza, büyük adam olduğunuza inanmanız lazımdır ki büyük işler yapasınız. Bütün büyük liderlerde bu inanç vardır ve kendilerini doğal bir lider görürler. Fromm kitaplarında (Özgürlükten kaçış) çeşitli kaçış mekanizmalarını tahlil eder. Kaçışla ilgili davranışların pek az insanda belirgin olduğunu, çoğunda karışık olarak bulunduğunu söyler. İnsanların ancak yüzde beşi bu ayırıcı davranışlarla tanımlanabilirler. Ona göre insanların benimsediği üç çeşit davranış kalıbı veya kişilik tipi vardır. 1. Otoriteye bağlı kişilik. Bu, ya otoriteye tapma veya başkalarına kendi otoritesini kabul ettirme yönünde olur. Fromm bu her iki görünüme de otoriteye bağlı kişilik diyor. Çünkü hayata bakışında bunlar otoriteyi esas alıyorlar. Her iki durumda da otorite kutsanır. Başkaları üzerinde otoritelerini tesis etmeye çalışanlar kendilerinden daha yüksek bir otoriteye de teslim olur, köle gibi bağlanırlar. İradelerini onda yok ederler. Mesela vatana, dine, ideolojiye, bir ırka, lidere, tabiat kuvvetlerine boyun eğerler. Kendilerini onların içinde eriterek benliklerini bulurlar, kendilerini onlarda var ederler, bununla güçsüzlüklerini duymazlar. Otoriter kişilik insanda çift yönlü (ambivalans) bir özellik gösterir. Hem boyun eğer, hem boyun eğdirir. Bunlar sado-mazoşist karakter özellikleridir. İnsan hem başkasına eziyet etmekten hem de eziyet edilmekten hoşlanabilir. Yalnız burada acı çekmek veya acı çektirmek bizzat amaç değildir. Bu karakter tipleri bir nesneye veya kişiye bağlıdırlar. Onu yok etmek istemezler. Bazen bu, sevgi şeklinde de görünür. Bir kimse sevdiğini zannederek sevdiğine eziyet çektirebilir. Bu kişilik sahipleri başkalarıyla birlikte bir hayat sürdürürler (simbiozis). Buradaki sado-mazoşizm ahlakidir. Cinsel bir sapma olarak görünenden ayrılır. Fakat temelde aynıdır. Sadist kişilik başkalarına eziyet etmekten, bir şeyi insanlara zorla kabul ettirmeden hoşlanır. Eğer kendiliğinden kabul edilirse tatmin olmaz. Sadist kişi eziyet ettiğine bağlıdır. O olmadan yaşayamaz. Onu ortadan kaldırmaya, yok etmeye çalışmaz. 2. Yıkıcı kişilik. Bunlar ruhsal eksikliklerini nesneleri tahrip etmek, ortadan kaldırmak, yok etmek isterler. Yıkıcılık hayati çıkarlar tehdit edildiğinde veya kişinin gelişmesi önlendiğinde ortaya çıkar. Güçsüzlüğü giderme yoludur. Tahrip ederek ve yok ederek kendilerine olan güvenlerini sağlarlar. 3. Robotsu uydumcu kişilik. Burada kişi otomatlaşarak çevresine uyan davranış çizgisini benimser. Kişi hiçbir davranışına sahip değildir. Bir robottan farksız hale gelmiştir.  Davranışlarında kendisi değildir, kendisi zannettiği halde. Bunlar çok titizlik gösteririler. Hiçbir şeyin eksikliğine ve kusuruna tahammül edemezler. Düzen ve tertibe, temizliğe son derece düşkündürler. Fromm �endini savunan insan�kitabında ahlakın psikolojik temellerini araştırır. İki çeşit ahlak ve vicdandan bahseder. Biri otoriteye dayanan ahlak ve vicdandır. Bu bize dıştan, toplum tarafından dayatılmıştır. Diğeri de insanın özünden kaynaklanan insani ahlaktır. Otoriteye dayanan ahlak buyurgandır. İnsanı baskı altına alır. Toplumdan topluma değişebilir. Diğeri insanın içinden doğasından kaynaklanan ve akla, sevgiye, kendiliğindenliğe, üretkenliğe dayanan ahlak ve vicdandır. İnsanın gelişmesi ve mutlu olması için insani ahlaka ve vicdana yönelmesi, onun sesine kulak vermesi lazımdır. bu kitapta ayrıca insanların ahlaki bakımdan yönelimleri ele alınır ve dört çeşit karakter tipini ele alır. Bunlardan en orijinal olanı pazarcı karakter ve yönsemedir. Bunu Fromm ileri sürmüş, literatüre kazandırmıştır. Pazarcı karakteri yukarıda anlattık. Fromm ayrıca insanları hayat sever (biyofil) ve ölüm sever (nekrofil) olarak da ayırır. Hayat severler hayatı çoğaltmaya, sevmeye, üretmeye çalışırken ölüm severler canlı olan her şeyi yok etmek isterler. Hayat severler ise iyimser kişilerdir. (Ölüm severlik psikopatolojik bir sapma olan ölülerle cinsel temas kurmadan ayrıdır, fakat temelde aynıdır). Nekrofililer hayatın yerine ölümü ve ölü şeyleri koyarlar. Canlılığa dayanamazlar. Bu insanlar başkalarını neşeli ve sevinçli görürken kahrolurlar. Pesimist kişilerdir. Her şeyin olumsuz ve kötü yönlerinden hoşlanırlar. Hitler bir nekrofil idi. Fromm�n kitaplarında işlediği bir şey de anaerkil toplum ve ahlak konusudur. Fromm ilkel devirlerde anaerkil toplum yaşamının var olduğunu ve bu yaşam tarzının insanın gelişmesine ve mutluluğuna daha uygun olduğunu söyler. Onu göre bu varsayımın veya kuramın bulucusu olan Bachofen� hak edilen önem verilmemiştir. İnsanlığı ancak anaerkil bir yaşam tarzı ve onun ilkeleri mutlu eder. Bizim ataerkil yaşam tarzı çatışma ve savaş doğurur. Anaerkil toplumlar barış toplumlarıdır. Sevgi toplumlarıdır. Anne çocuklarının arasında fark gözetmez. Onları sever. Fakat baba çocuklarının kendisine en çok benzeyenini sever ve aralarında hiyerarşi kurar. Sevgiyi hak etmeyeni sevmez. Hâlbuki anneler sevgisini layık olup olamaya bakmaksızın dağıtır. Anneler rahimdir. Allahın şefkati gibi şefkatlidirler. Allahın şefkat ve merhamet sıfatlarına mazhardırlar. Anneler bütün insanlara sevgi gösterirler. Annelerin hâkim olduğu bir dünyada savaş, kavga ve çatışma olmaz. İnsanlık bu ahlaka dönmelidir. Fromm bütün büyük düşünce adamları gibi ırkçılığın ve ulusçuluğun da savaşların ana nedenlerinden biri olduğunu söyler. Fromm�a sağlık kavramı: Fromm sağlık kavramını topluma göre değil, evrensel insan doğasına göre belirler. Bir insanın ruhsal bakımdan sağlığının yerinde olmasını, toplumdaki görevlerini yerine getirmesi ve ortalama yaşama katılmasıyla belirlenemeyeceğini söyler. Fromm bütün bir toplumun da hastalıklı olabileceğini söyler. Ona göre asıl sorun birkaç delinin ve ruhsal durumu bozuk olan birkaç insanın sorunu değildir. Bütün bir toplumun sağlığı meselesidir. İnsanların severek hayat katılmaları sorunudur. Bunalımlardan kurtulmaları sorunudur. Çağdaş yaşamda insanlar mutsuzdur, huzurlu değildir, işini severek yapmıyor. Bu, ruh hastalıklarına duçar olmaktan çok daha kötü bir tablodur. Ruh hastalıkları artmamış, normal insanların bunalımı artmıştır. Yani nevrozlar artmıştır. Bunların tedavisiyle uğraşmak, bütün bir toplumu tedavi etmek lazımdır. Fromm� göre sağlık, hastalığın olmaması değildir. Birkaç insanın hastalığını tedavi etmekle mesele bitmez. Onun doğasındaki güçlerini meydana çıkararak yaşamasıdır sağlık... Sevmesi, akıl gücünü kullanması, üretici ve yaratıcı olmasıdır sağlık. Bugün insan bu güçlerini kullanamıyor. İnsan bilinen anlamda hasta olmadığı halde sağlıksız olabilir. Fromm, psikanalizi hasta doktor ilişkisinin ötesinde ele alır. Ona göre psikanaliz yalnız hastalıkları tedavi etmek ve belirtileri ortadan kaldırmaktan ibaret olmamalı. Hastalığı doğuran temeli incelemeli ve onu düzeltmeli. Bu da bütün bir toplumdur. İnsanı hiç kimse iyileştiremez, ancak o kendini iyileştirebilir. Analizci yardımcı ve yol göstericidir. Hasta ile psikanalist birlikte hareket etmeli. Birbirlerini anlamaya çalışmalıdırlar. Analizci hastasına bir nesne gibi, bir müşteri gibi bakamaz. Onun kendini tanımasına yardımcı olur. Hasta kendini iyileştirecektir. Hastalığın köküne inmeli, belirtileri ortadan kaldırmakla tedaviye son vermemeli. Fromm bir psikiyatr veya psikanalizci olmaktan öte bir görev yüklenmiştir. O bütün insanların ruhsal gelişmeleri için yol gösteren, aydınlanmalarına çalışan bir bilgedir. Jung hariç diğer psikiyatr ve psikanalistlerin bu görüşten uzak olmalarını eleştiriyor. Ona göre diğerleri olayı kısmi ele alıyor. Bütünsel yaklaşmıyor, insanın bütün varlığıyla hareket ettiğini nazarı dikkate almıyorlar. Yalnız bireyle değil, bütün insanlıkla uğraşmak lazım. Bu insanlık bunalımının üzerinde yeşerdiği temeli düzeltmek lazımdır. Bir sosyal psikolog olarak Fromm: Fromm toplum psikolojisinin sağlıklı olmasını, sosyal kişiliğin düzeltilmesini ister. Onun için asıl olan toplumdur. Toplum sağlığına kavuşmadan birey sağlıklı olamaz. Toplumun nasıl işlemesi gerektiği hakkında fikirler ileri sürer, kendini bir sosyalist ve sosyal psikolog olarak görür. Önerilerinin bir kısmı çok enteresandır. Aynen komünist ideallerine benziyor. Fromm�n birçok önerileri arasında en ilginç olanlardan biri ekmek, süt, ulaşım, sağlık ve eğitim gibi temel gıda maddelerinin ücretsiz dağıtılması ve insanı yaşatacak kadar bir gelirin garantilenmesidir. Bununla yetinecek insanlar varsa hiç çalışmadan yaşayabilirler. Fakat insan doğasının çalışmadan yaşamasına uygun olmadığını, böyle bir �n az yaşam gelirine�pek az insanın iltifat edeceğini söyler. Ayrıca insanların gelirleri arasında onları hayat deneyiminde başkalarından farklı kılacak derecede uçurum olmamasını ister. Herkes geliriyle hayatın her deneyimini yaşayabilmelidir. Psikanalizin amacı ve Zen Budizm: Fromm� göre psikanalizin amacı insanı özgürlüğe kavuşturmaktır. Freud�n �ilinçaltını bilince dönüştürme ilkesi�son sınırına kadar götürülürse aydınlanmaya varılır. Metotları farklı olsa bile Psikanaliz Zen Budizm�e aynı amaçları taşır. Bu çabanın sonunda iç görüye, uyanmaya, aydınlanmaya, özgürlüğe, kendiliğindenliğe, gerçeğin doğrudan bilgisine ulaşılır. İnsan düzmece bilincin baskısından kurtulur. Bilinç alanı genişler. Bilinç ile bilinçaltı arasındaki ayırım kalkar. Verili olanı yargısal olana, somutu soyuta tercih etmeli. Fromm� göre �sıl sorun, bizde var olan en iyi şeyleri geliştirmek için içimizde itici bir gücün olup olmamasıdır� Fromm�n din hakkındaki görüşleri de çok dikkat çekicidir. O bütün büyük dinlere iyi gözle bakar ve Peygamberlerin mücadelesinin insanın kendine olan yabacılaşmasını ortadan kaldırmak olduğunu söyler. Artık insanlar yeni bir din meydana getiremezler. Ortada böyle bir olanak görünmüyor. Robespiyer ve Ogüst Kont buna teşebbüs etti fakat başarılı olamadı. Din benzeri hareketi Marks çıkardı. Onun müritlerinde gerçekten dine benzer bir coşku vardır. Kendini bir düşünceye teslim etmek ve onun belirlediği ortak ayinleri yerine getirmek olarak tarif eder dini. Ona göre bu özellikleri taşıyan her hareket dindir. Ateistler bile dindar olabilir. Dindar olduklarını sayanlar materyalistçe hareket edebilirler. Dinlerin en başta çok yararlı olduklarını zamanla asıl amaçlarından saptırıldıklarını söyler. Sami kavimlerin dinlerini ve Budizm� över. Ona göre dört çeşit din anlayışı vardır: 1. Deneysel din anlayışı. Bu, dini hissederek yaşamaktır. 2. Törensel din. Bu, dini bir ibadetler, ayinler bütünü olarak algılamaktır. 3. Bilgisel, bilimsel din anlayışı. Bu, dini hayatımızda işe yarayan bir bilgi olarak algılamaktır. Bu görevi bugün bilimler görüyor. 4. Kavramsal din anlayışı. Bu, dini zihinsel bir faaliyet olarak algılamak, soyut kavramlardan ibaret saymaktır. ELEŞTİRİ: Fromm� büyük bir düşünür, psikolog, sosyolog ve bilge adam olarak kabul ediyorum. İnsanın çağını, içinde yaşadığı toplumu ve kendisini tanıması için kitaplarında çok malzeme vardır. Liberal kapitalist Batılı düzenlerin en iyi eleştirisini yapanlardan biridir. İnsanın içine düştüğü bunalımları ve çıkmazları çok güzel anlatıyor ve çareler arıyor. Hastalığı çok güzel tasvir ediyor. Hastalığın anlaşılması tedavi yolunda çok gerekli bir adımdır. İnsanın gelişmesine nelerin engel olduğunu bilir ve onları yolumuzdan kaldırırsak bir adım atmış oluruz. O toplumun bilincimize yerleştirdiği uyduruk inançlarla mücadele etmemizi, toplumun mekanizmalarını eleştirmemizi öğütlüyor ki bunda çok haklıdır. Bu eleştiri kabiliyetimizi yeterince geliştirirsek bilincimizin sınırlarını genişletebiliriz. Kendimizi tahlil ederek gerçek kendimize ulaşacağız. Çatışma ortadan kalkınca, bütünlük sağlanınca insan en üstün sağlık durumuna kavuşur. Fromm�n düşünceleri Marksistlerin iddia ettiği gibi öyle hayali ve spekülatif şeyler değildir. İnsanın bir özünün olduğunu söylemek neden metafizik ve soyut bir şey olsun. Dünyanın her yerinde ve tarihin her döneminde insana ait değişmeyen arzular, istekler, hırslar, korkular, umutlar, tutumlar yok mudur? Bütün farklılıklarına rağmen insanların ortak bir özleri ve vasıfları yok mudur? Bir yazarın dediği gibi �er insanda bütün insanlık halleri vardır� Fromm kendi kitaplarında soyut düşünceleri anlamadığını, zekâsının ancak somut şeyler, olgular üzerinde durmaktan hoşlandığını söylüyor. Yazdıkları bunu doğruluyor. Fromm anlamayacağımız ve anlamakta zorlanacağımız şeyler söylemiyor. Çok yerde misallerle, anekdotlarla tezini destekliyor.Fromm�n şüphesiz ki her söylediğini doğru kabul edecek değiliz. Böyle bir insan dünyada yoktur. Fakat ondan yararlanacağımız çok şey var. Onu okumalıyız. O hayalinde kurduğu bir toplumun nasıl olacağı hakkında ileri sürdüğü plan ve projelerde biraz havada kalıyor. İnsanların ona kulak asacağına kolaylıkla inanamayız. Fakat iyi şeyler tavsiye ediyor. İnsanlığın problemlerini çözmek kolay değildir. Teklif ettiği psikanalitik yöntem makul ve mantıklıdır. Fakat insanlara düşüncelerini benimsetmek o kadar kolay değil. Toplumun yapısını o kadar kolay değiştiremeyiz. Fromm bizim kendimiz hakkında iyimser düşünmemize, umutlu olmamıza, ufkumuzu açmaya çalıştığı için teşekkürü hak ediyor. Fromm�n eserleri kolay basit ve her kesin anlayabileceği bir dile yazılmıştır. Kolay okunsun diye fıkralarla ve yaşamdan alınmış misallerle süslemiş ve fazla haşiyelerden, dip notlardan, referanslardan sakınmıştır. Halkın seviyesinde yazdığı halde asla yavan değildir. Bu kendisine geniş bir okur kitlesi sağlamış, bütün dünyada tanınmasını sebep olmuştur. O yalnız aydın bir bilim adamı değil; aynı zamanda kitleleri uyarmaya, eğitmeye çalışan bilge bir adamdır. Atalarından gelen bir dindarlığı ve mistisizmi üzerinden atamamıştır. İsrail Peygamberlerinden sevgi ile bahseder. Yazılarında bu seziliyor. Ataları da dindar kişilermiş. Atalarından biri dükkânında devamlı Talmud okurmuş ve birisi dükkâna geldiğinde ona �lışveriş yapacak başka bir dükkân bulmadın mı�dermiş. Babası şarap ticareti ile uğraşırmış ve böyle bir işi yaptığını birisine söylemekten utanç duyarmış. Bu ortamın ve geleneğin bilinçaltına etki etmediğini söyleyemeyiz. ÖZET: �rich Fromm�an öğrendiklerimi sekiz ana ilke halinde özetliyorum: 1. Duyumsanmayan (his edilmeyen) söz, eylem ve inançlar; hiçbir işe yaramaz, hiçbir anlam ifade etmezler. Onlar soyut, boş kalıplardan ibarettir. Biz hissetmiyor, fakat hissettiğimizi düşünüyoruz. Yabancılaşma dediğimiz şey de işte budur. 2. İnsan akla ve sağduyuya aykırı gördüğü her şeyi eleştirerek kendi düşüncesini tanıyabilir. Eleştirel aklı geliştirmek şarttır. Bilinç yetersizdir. Bilinçli olmayan dünyayı bilinçli hale getirmek lazımdır. Asıl gücümüze o zaman kavuşuruz. 3. İnsan üretici yanını geliştirerek kendisi olur, kendine güvenir ve özgür olur. Bütün kötülükler ve mutsuzluklar üretici olamamaktan, potansiyelini harekete geçirememekten doğmaktadır. 4. İnsanları tecrübelerinin benzerliği birbirine yaklaştırır, kavramlar onları birbirinden uzaklaştırır. Bizim meselemiz şu veya bu inancı tercih etmek değil, onu nasıl yaşadığımızdır. İnsanlar arasındaki asıl fark budur. 5. İnsanların davranışlarını anlamak ve değiştirmek, bu davranışların arkasındaki temel dinamikleri anlamadan mümkün olmaz. Bu da kişinin bütün karakteri ve kişiliğidir. Bu kişilik toplum tarafından verilir. Her toplum kendisine göre bir kişilik tipi meydana getirir. Bireyler bundan beslenirler. 6. Psikologlar ve psikiyatrlar yalnız ruhsal hastaları iyileştirmekle kalmamalıdırlar. Onların görevi bütün bir toplumun nasıl sağlıklı yaşayabileceklerini öğretmektir.Psikiyatr hem doktor, hem bilge olmalıdır. Klasik hasta-doktor ilişkisinin ötesinde hastanın her şeyi ile ilgilenmelidir. 7. Sağlık, hastalığın olmaması hali değildir. Önemli olan hayattan zevk alabilecek bir halde yaşamaktır. İnsanların çoğu bunalımdadır. Asıl sorun budur. 8. Ruhsal sağlığı topluma uyabilmekte değil, insan doğasına göre davranabilmekte aramalı. Bütün bir toplum da hasta olabilir. Bu kadar olumsuz şartlara rağmen insanların nasıl olup da delirmediğine şaşmalı. Topluma rahatlıkla uyar görünenler sinirlilere göre daha hastadırlar. Çünkü bunlar bütün tepkilerini kaybetmişlerdir. Kurtulma ümitleri kalmamıştır. Erich Fromm� sevgi ile anıyorum. Toprağı bol olsun. 31.12 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder