8 Temmuz 2011 Cuma

İnsanın ruhi yapısı

İnsanın ruhi yapısı

Geçtiğimiz aylarda bize iş yerinde iletişim kursu verdiler. Bu kurs sırasında iş arkadaşlarımdan biri, iş yaşamında duygusallığa yer olmadığını, işe duyguların karıştırılmaması gerektiğini söyledi. Ben de böyle bir şeyin mümkün olmadığını söyledim. Bilirsiniz bir topluluk karşısında konuşmak o kadar kolay değildir. Elimden geldiğince düşüncelerimi söylemeye çalıştım fakat genel olarak diğerlerini karşı görüş üzere gördüm.Bunu ya susarak ya da iş yaşamında duygusallığa yer olmadığı fikrini savunarak gösterdiler. Hatta benim nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde sonunda benim iş kurallarını çiğnemekten yana biri olduğum bile söylendi. Bunu söyleyenlerden biri de o zaman amirimiz konumunda olan bir kişiydi ve kendisini ilk tanıdığım zamanlar çok fazla kitap satın aldığı için borçlarını ödemekte zorlandığını söylüyordu. Başkalarından da çok kitap okuduğunu duymuştum. Doğal olarak çok kültürlü biri olması gerekir diye düşündüm. Ama zaman farklı bir şey gösterdi.

Bize okullarımızda ( öğretilmiş olan ve öğrenen varsa ne mutlu ona ) dilin ve onu doğru anlayıp konuşabilecek kadar iyi öğrenmenin önemi hiç anlatılmadı. Oysaki eğer dilini bilmiyorsan başka neyi bilebilirsinki ? Dil senin hem düşünürken hem okurken hem de konuşurken/tartışırken en kıymetli aletindir. Ona ne kadar hakimsen kendini o kadar iyi ifade edersin, okuğunu o kadar iyi anlarsın.

Alimin biri “r” harflerini söyleyemiyormuş. Bir gün bir padişahın huzurunda bir konuşma yapması gerekmiş. Adam konuşmasını öyle bir ayarlamışki içerisinde hiç “r” harfi olmayan kelimeleri seçerek konuşmasını yapmış. Dilimizde çok zengin bir kelime hazinesi olmasına rağmen biz bunların pek azını biliyoruz ve bildiklerimizin de pek azının anlamını tam ve doğru biliyoruz. Her nereden gelmiş olursa olsun dilimiz kelime yönünden zengindir.

Ayrıyeten kitap okurken çoğu insanın yaptığı bir hata vardır. Bal arısı gibi çiçekten çiçeğe uçarcasına kitap okumak. Bu şekilde kitap okumanın insana bir şey katması çok zordur. İnsan bu tür bir okuma yöntemi ile ancak kendisini kandırabilir. Bir kitabı sadece bir kere okumanın faydası oldukça azdır ve faydasının miyadı oldukça kısadır. Eğer o kitabı iki kez okursanız bu durum değişir. Eğer Birkaç kez okursanız o kitabı gerçekten okumuş olursunuz. Tabi bu birkaç kez okuyuş esnasında kitabı anlayarak okumak gerekir. İnsanın kendini kandırmak için çok fazla yolu var. Tatmin olmadığı yeri öylece bırakmak, kitabı sadece bir kere okumak vs vs.

İnsanın bilmesi gereken en önemli şey bizzat kendisidir. En iyi tanıması gereken varlık kendisidir. Belki evrendeki en karmaşık yaratık olan insanın kendisini tanımasıda pek çok konuda bilgi sahibi olması ve bunlarla sağlam bir şekilde düşünmesi ile mümkün olur. Bu kompleks yapıyı oluşturan parçaların her biri kullanım şekillerine ve kullanım miktarlarına göre etkinliğe ve gelişmişliğe ulaşırlar. İnsanın harcında bunların hepsinden bir miktar zaten bulunur. Fakat bunları çevresi ve kendi ilgileri ile daha da artırarak hamurunun özelliğini belirler. Bütün bunların sonunda bir insan karakteri ortaya çıkar. Sürekli dışarıdan saldırılara maruz kalan birinin refleksleri genel olarak daha güvenli ortamlarda yaşamış birine göre daha kuvvetli olacaktır. Yine aynı kişinin nefret duyguları, sevginin hakim olduğu bir ortamda severek ve sevilerek yaşayan kişinin sevme duygularına göre çok daha güçlü olacaktır. O nefreti iyi bilirken sevgiyide hiç bilmiyor olmaz ve bu yüzden belki de onun özlemini duyar. Ona ulaşmak ister. Fakat bunu yani sevmeyi öğrenmesi zaman alacaktır. Çünkü bu kitaplardan öğrenilemez. O sevmeyi öğrenmek için sevgiyi yaşamak zorundadır ve yaşayabilmesi de sevebilmesine bağlı olduğundan yapacağı hatalar O'nu bu konuda yavaşlatacaktır.

İnsan psikolojisinin en belirgin özelliğidir; insan kendinde olmayana özlem duyar ve onu elde etmek ister.

İnsan bedeninin anne karnında bazı aşamalardan geçerek doğumda alacağı şekle ulaşması gibi ruhî yapısıda bazı aşamalardan geçerek bir noktaya ulaşır. Korkarak korkuyu, sevilerek sevmeyi, merhamet edilerek de merhametli olmayı öğrenir. Duyguların okulu bizzat hayattır. İnsanda doğumdan sonra ekstra organlar oluşmaz ama duygusal gelişim uzun süre devam eder. Ruhsal yapının gelişmesi ve yapılanması sırasında bedenden farklı olan durum ise eksilme noktasında ortaya çıkar. Bir gün herhangi bir kaza ya da hastalık nedeni ile insan kollarını, bacaklarını, kulaklarını kaybedebilir. Gözler, böbrekler vs bir çok organın birinden ya da bir kaçından mahrum kalması gerekebilir. Fakat ruhsal yapıda durum böyle değildir. Onda ki bir oluşumun tekrar yok olması diye bir şey söz konusu değildir. Örneğin bir insanın birini çok sevmesi durumunda onu kaybetmesi o sevginin yerini bir boşluğa bırakamaz. Fakat elbetteki bir kesinti evresi olması kaçınılmazdır. Bu evre derin acılar çekilen dönemdir. Bunun sonunda insanın psikolojik yapısı hemen onarıma geçer ve bir çok yöntem kullanarak bu boşluğu mümkün olan en kısa zamanda doldurur. Böyle bir kaybın ardından kişiler daha önce ilgi duydukları şeylere daha fazla ilgi duymaya ya da yeni şeylerle uğraşmaya başlarlar. Yaptıkları işin hayatlarındaki önemini artırırlar. Yani var olan sevdikleri şeylere olan sevgilerini artırarak ya da yeni şeyler severek bu boşluğu doldururlar. Ya da sevilenin ihaneti söz konusu ise ona sevgi büyüklüğünde bir nefretle bakılarak ruhsal yapının aynı kalması sağlanır. Bazen ihanetten söz edilemeyeceği durumlarda bile böyle tavırlar olur. Burada önemli olan gerçekler değildir. Ruhun kendi yapısını koruması ve onun için gerekli bahaneleri üretmesidir. Bunların herhangi bir isim altında reddedilmesi ya da insan yapısından çıkarılmas mümkün olmadığı gibi böyle bir şeyin insana bir faydası da olmayacak aksine zarar verecektir. Bu tarz yaklaşımlar gerçek olmasalar bile ruhsal reflekslerdir ve insanın ruhî yapısını korurlar. Fakat tabiki hiç birisinin makul düzeyin üzerine çıkmamasın sağlamak gerekir. Buda davranışlarda itidalli olmakla, akıllıca bir yol tutmakla olur.

Psikoloji'de geriye doğru ket vurma, ileriye doğru ket vurma diye bildiğimiz şey insan hayatında bilgiyle alakalı çoğu konuda farklı şekillerde kendini gösterir. Bunlara doğru düşünmeyi ve öğrenmeyi engelleyen perdeler diyebiliriz.

Örneğin bir insana inançlarının yanlış olduğuna dair açıklamalarda bulunduğunuzda bu perdeleri zorlamış olduğunuzdan tepki alırsınız. Aslında sizin söylediğiniz şeyleri normalde kendiside bulabilecekken inancı o düşünce tarzını perdelemektedir. Bu perdeleme olayının sonunda insan; inancının bir inanç olduğunu bile anlayamacak kadar körleşebilir.

Burada da yine hem kavramları anlayacak bilgiden uzak olmak hem de inanç sistemine aykırı bilgilerin bunu gösterecek bir düşünme eyleminde kullanılmasının yine inanç tarafından perdelenmesi söz konusudur. İnanç sevgi nefret insanın doğasında olan, ondan ayrılmaz parçalardır. Fakat insanın bunu anlayabilmesi için önce kendini gerçekten tanıması gerekir. Bunların herbiri ölçülü olduklarında insanın hayatının devamı için çok önemli görevleri olan yapılardır. İnanç zayıflığı ve nefret etkin özellikler olduğunda kişi için kötü sonuçlar doğurur. Nefret yıkıma neden olurken, inanç zayıflığı ise herhangi birşeye bağlanmayı ve onu ilerletmeyi ve onla ilerlemeyi engeller. Yine inanç zayıflığı bazı yersiz inançların yıkılması açısından iyi iken, kötü şeylerden ( örneği sigara ) nefret etmekte kötü alışkanlıklar edinmeyi önlemekle iyi bir yapıya dönüşebilir.

Bugün dünyadaki medeniyetlerin hepsinin temelinde bir ideale inanç ve sevgi yatmaktadır. Nefretin çözdüğü kayda değer bir problem olmadığı gibi inanç zayıflığı sayesinde bir yere gelebilmiş biride yoktur.

İnsan adını ne koyarsa koysun bir şeye inanır ve onun peşinden gider. Bu insanın doğasında vardır. Onun ayrılmaz bir parçasıdır. Bunu insanın kalbinden çıkardığınızda insan hiç bir şey yapmak istemeyen ve bir şey yapmak için bir nedeni olmayan bir et, kan ve kemik yığını haline dönüşüverir. İnsanın düşünceleri bile onun inançlarına ve sevgilerine göre çalışır. Okuduğu kitapları ona göre okur. Arkadaşlarını ona göre seçer. İnsana bir şey başarma isteğini, gücünü, enerjesini ve yönelimini veren şey inançtır. Bu inanç; insanın bir şeye yönelmesini sağlayan, onu başarmak için çalışmasını sağlayan şeyin inanç değilde başka herhangi bir şey olduğuna inanmakta olabilir.

İnançların kendi yapıların korumak için sahip olduğu silahlar hiçte lüzumsuz değildir. İnancın kendine zıt düşünceleri çabucak unutturması, bir yenisi yerini almadıkça eski inancın yok olmaması. Bunlar hem insan ruhunun hem de inancın silahlarıdır. Ancak yeni bir inanç, o da kendini koruma mekanizmalarına sahip olduğundan dolayı öncekinin kökünü kazıyabilir. Eğer inancın ve ruhun yapısı bu şekilde olmasa, yani ruh sürekli kendine bir dayanak ihtiyacı duymasa ya da inançlar kendilerini böyle iyi korumasa heralde hiç kimseyi iki kez üst üste aynı inanç üzere göremezdik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder