25 Şubat 2012 Cumartesi

Platon

Platon

Platon, yaygın kabule göre M.Ö. 427 yılında doğmuştur. Atina ile Aigina (Pire körfezinde bir ada), doğduğu yer olarak gösterilir. Önce Heraklit’in öğrencisi olan Kratylos’tan ders almış, daha sonra 20 yaşlarında, üzerinde büyük etki bırakan ve felsefesini şekillendiren Sokrates’in öğrencisi olmuştur. Sokrat’ın ölümüyle, öteki Sokratesçilerle birlikte aynı ekole mensup ve Megara ekolünün kurucusu olan Eukleides’in yanına giderek bir süre Megara’da kalmıştır. Kısa süre sonra Atina’ya dönmüş ve dar bir çevre ile öğretim çalışmalarına başlamıştır. Birkaç sene sonra büyük bir yolculuğa çıkmıştır. 

Önce Mısır’a gitmiş, bu antik medeniyet onda büyük bir hayranlık uyandırmıştır. Kyrene’ye uğramış, matematikçi ve astronom Thedoros’un yanında çalışmıştır. Ardından yaptığı Güney İtalya ve Sicilya gezilerinin, Platon’un düşünce hayatı üzerinde derin etkileri olmuştur. İtalya’da bu yörede çok sayıda bulunan Pitagorasçılar ile iletişime girmiştir. Onların arasında geçen günlerden sonra hayata ve devlete karşı daha büyük bir sevgi kazanmıştır. Pitagorasçı etkilerin izleri son eserlerinde görülmektedir. 
Platon’un ailesi, Atina’nın en eski, en soylu ailelerindendir. Ailesinin, Atina’da büyük siyasi nüfuzu vardır. Platon, soyu ve çevresi bakımından tam bir aristokrattır. Asıl adının Aristokles olduğu, cimnastik öğretmeninin, geniş omuzlu olduğu için ona bu anlama gelen “Platon” adını verdiği söylenir. Platon esaslı bir eğitim görmüş, çeşitli öğretmenlerden jimnastik ve müzik dersleri almıştır. Gençliği Atina’nın kültürce çok parlak bir dönemine rastlamış, bu yüksek sanat ve edebiyat düzeyinin de Platon’un gelişmesi üzerinde önemli etkisi olmuştur. Onu çeşitli edebi türlerde eserler yazmaya iten de bu ortam olmuştur. Ancak ileride Sokrates’in etkisiyle edebiyattan uzaklaşacaktır. Günümüze o eserlerinden kalanlar, bir destan parçasıyla birkaç yergisidir.
                      
Platon un Sokrates ile tanışması onun hayatında bir dönüm noktasıdır. 20 yaşında tanışıp, 28 yaşında kaybedene kadar Sokrates ile yakın bir ilişki içerisinde olmuştur. Bundan sonra hemen bütün yazdıklarında hocasına duyduğu derin saygı ve sevgiyi görürüz. Konuştuğu erdemleri yaşayan ve ölümü pahasına da olsa onlardan ödün vermeyen Sokrates’in sağlam karakteri, Platonu çok etkilemiş ve sonuçta eserleriyle hocasına yıkılmaz bir anıt dikmiştir.
Yaptığı yolculuklara devam edersek, üç kez Sicilya’ya gitmiştir. O zamanlar Yunan kolonisi olan Güney İtalya’ya Platon, Atina da tanımış olduğu Pitagorasçıların çalışmalarını yerinde ve yakından tanımak için gitmiş sonuçta matematik ilgisi güçlenmiş ve dini, mistik görüşleri gelişmiştir. Onun felsefesini şekillendiren Sokrates’ten sonraki ikinci büyük öğe olarak Pitagorasçılardan edindiği etkileri sayabiliriz.
Daha sonra, bir tiran olan kral I. Dionysos’un tahtının bulunduğu Sicilya dan Siracusa’ya geçmiştir. Platon’un kendisine sunduğu siyasi ve ahkali ideal ile tutuşan, tiranın genç kayınbiraderi olan Prens Dion ile dostluk kurmuştur. Ateşli ve cömert bir prens olan Dion, Platon’a hayran olmuş, bundan sonra siyasi bir reform planlaması için Platon’u iki kez Sicilya’ya çağırmıştır. Ancak Platon’un yedinci mektubunda anlattığına göre bu yolculuklardan hiçbir sonuç çıkmamış ve filozof, Dion üzerindeki etkisinden rahatsız olan tiran nedeniyle güç durumlarda kalmış, kendini zor bela kurtarmıştır. Özetle Siracusa’dan ayrılmak zorunda kalmış, Atina ile savaş halinde olan Aigila adasına götürülüp köle olarak satılmıştır. Adada bulunan ve onu tanıyan bir Kyrene vatandaşı tarafından satın alınmış, böylece tekrar Atina’ya dönebilmiştir.
İşte bu zamanlarda kırk yaşında iken Akedemos denilen bölgede ünlü okulu Akademi’yi kurmuştur. Ekolü doğu tarafında açılmıştır; Babil den bile gelen öğrencileri olmuştur. Doğunun farklı bölgelerinde konaklamış astronom Eudoxe’un gelişi ile Akademi üzerindeki doğu etkisi artmıştır.
Akademi’de hayatının sonuna kadar ders vermiş, Atina’yı sadece Sicilya’ya iki yolculuk yapması dışında hiç terk etmemiştir.
Platon felsefeye Sokrat gibi toplumsal bir hüviyet vermemiştir; o bunun tersine dünyadan el etek çekerek tilmizlerinin(öğrencilerinin) halkalarında yaşamıştır. Yine de ismini haleleyen saygınlık ile birçok Yunan sitesi ondan yasalar yazmasını istemiş, bunu da birkaç vesile ile yapmıştır.
Son seneleri Dion’un trajik ölümüyle kararmıştır. Platon bütün zihni gücüne sahip olarak ve söylendiğine göre bir akraba düğününde, 348 veya 347’de seksen yaşında vefat etmiştir. Akademi’nin yakınlarında bulunan Seramik e gömülmüştür. 

Felsefesi ve Eserleri 

Platon’un eserlerini anlamak için Platoncu felsefenin tarihsel ilerlemesini bilmek gerekir ancak burada önemli bir nokta vardır: Platon’un bütün eserleri sistematik bir şekilde düzenlenmemiştir ve eksiksizce bitmiş bir plan olarak ele alınmamaları gerekir.
Eserlerini dört gruba ayırmak mümkündür. Birinci grup, Platon’un idea teorisini ortaya koyduğu büyük eserlerinden önceki onbeş eseri kapsar. Bu yazılarda ilerideki felsefesinin temelini oluşturacak “idea” öğretisi, şurada burada bulabildiğimiz ilk izlerini saymazsak henüz yoktur. Bu ilk diyologlardan en önemlileri Sokrates’in Savunması, Gorgias, Menon ve Kratylos’dir. İkinci grup, yoğunlukla “idea”yı açıklayan eserlerini kapsar: Şölen, Phaidon, Devlet ve Phedre. Özellikle “Devlet” idea öğretisinin en çok anlatıldığı eserdir. Üçüncü grup da, Platon’un bazı değişiklikler yapmak zorunda olduğunu göstererek doktrinini yeniden ele aldığı “eleştiri” diye adlandırabileceğimiz eserleridir: Théététe, Parmenides, Sofist ve Politik. En son dördüncü grup da doktrinin son şeklini arz eden eserlerdir: Philébos, Timée (bitmemiş Kriton ile) ve Yasalar. Günümüzde Platon’a atfedilen bazı mektupların, özellikle büyük önem taşıyan VII. ve VIII. mektupların otantik olduğu genel olarak kabul edilir.          
Platon’un felsefi faaliyetlerini üç döneme ayırabiliriz; bunları da kronolojik olarak öğrenci, gezi ve öğretmenlik olarak sınıflandırabiliriz. Eğer dış etkiyi araştırırsak bu üç dönem Sokratçı dönem, Heraklit ve Elea ekolü tarafından etkilenmiş olduğu dönem, son olarak da Pitagorasçı dönemleridir. Platon, bir problem düşünürü olarak elli yıl boyunca düşünüp yazmış, problemlerle didişmiş, bu arada görüşlerini boyuna geliştirip olgunlaştırmıştır.
Felsefesinin gelişmesindeki ilk dönem, Sokrates’in etkisi altında düşünüp yazdığı dönemdir ki bu döneme “Sokratesçi dönem” ve bu dönemin diyaloglarına da “Sokratik diyaloglar” denebilir. Sokrates’in öğretisi Platon felsefesinin çıkış noktasıdır. Bizi böyle düşünmeye davet eden bizzat Platon’un kendisidir. Sokratçı araştırmanın şekli olan diyalog tarzı altında onu bize açıklamıştır. “Diyalektik” adıyla gösterilen bu araştırma onda “felsefenin” adı olmuştur. Zamanla Platon, hocasını aşarak kendi görüşüne ulaşmıştır. Platon’un bütün diyaloglarında Sokrates sahneye çıkar, bunların pek çoğunda baş sözcü odur. Filozofun ilk diyaloglarında Sokrates, yaşayış ve düşünüşünün tüm gerçekliği ile metindedir. Ve metindekiler belki birebir kendi sözleri değildir ama kendi düşüncelerine çok uygundur. Burada Platon henüz sıkı sıkıya Sokrates’in öğrencisidir; bize hocasının görüşlerini aktarmakta, yaşayış ve davranışını resmetmektedir. Bu ilk diyaloglarında büyük hocasının kişiliğini ve düşüncelerini büyük bir sevgi ve saygı ile belirtmek istemesinin pratik bir nedeni vardır: Bununla Platon, Sokrates’i sofistlere ve onu sofist sananlara karşı savunmak istemiştir. Bu diyaloglar, ayrıca Sokrates’in sofistlere açmış olduğu savaşımın ileri götürülmesidir.
Platon’un Sokrates’ten ayrılıp, kendi felsefesine doğru ilerlemesi yavaş yavaş olmuştur. Bu ilerleme, bir takım basamaklardan geçerek, sonunda Platon felsefesi için temel bir görüş olan idea öğretisine ulaşır. Ama idea öğretisine ulaşınca da, bu öğreti Platon için kaskatı bir dogma olmamış; bir takım gelişmeler geçirmiştir. Önceki hocası Kratylos ve Euthidemos’un etkisi altında Platon tüm algılanır nesnelerin, bilim tarafından bilinemez bir şekilde sürekli bir akış içinde olduklarına kendini inandırmıştır. Diğer taraftan Sokrat’tan da bilimin, eşyanın özünü konu ettiğini öğrenmiştir.
Böylece Platon özde, bilimin değişmez objesini, yani algılanır şeylerden farklı olan objesini görmüştür. Bu özlere İDEALAR adını verir ve algılanır şeylerin ideaların yanı sıra var olduklarını söyler; çünkü eşyalar ancak idealara katıldıkları zaman vardır.
Böylece bilimin konusu olan Öz, maddi olmayan dünyanın algılanır üstü (supra-sensible) bir gerçeğidir. İdea, arketip veya Öz, üç özelliğe sahiptir: Süreklilik, birlik ve saflık.
-Süreklilik
Eşyanın akışı ne olursa olsun özler süreklidir. Sadece algılanır şeyler değişime uğrarlar; oysa öz her zaman aynı kalır.
-Birlik
Öz’ün sahip olduğu süreklilik karakteristiğine bir de ayrılmazcasına birlik karakteristiği eklenir. Şeylerin çokluğuna karşın Öz birdir.
-Saflık
Algılanır şeyler semavi modellerine yani İdea’ya benzemeye çalışırlar ancak bunu tam olarak başaramazlar. Sadece idea saflığa ve mükemmelliğe sahiptir.
Platon algılanır eşyadan ayrı olarak öze İdea adını verir. Süreklilik, birlik ve mükemmellik özelliğinden dolayı İdea eşyanın üstündedir ve “Asli Gerçeğin Dünyasını” oluşturur.
İdealar varlıkların sebebi olduklarından, Platon algılanır dünyanın zirvesinde bizzat İdelerin sebebi olan en yüce ve tamamen mükemmel bir İdeanın bulunduğunu varsaymaktadır.
Phedon’da varlıkların gerçek sebebinin, var olma amaçları olan Mükemmellik olduğunu söylemektedir. Burada söz konusu olan en yüce mükemmellik, tüm varlıklarda ortak olarak bulunan İyiliktir. Ancak Devlet’te İyilik ideası veya tek kelimeyle İYİLİK olarak adlandırdığı bu mutlak prensibin kaynağına ulaşmayı denemiştir.
İyiliğin tefekkür edilişi, insanın eksiksiz dönüşümünün kaynağıdır. İyiliğin, tüm akıllardan üstünlüğü ne şekilde olursa olsun, Platon’a göre bilimin görevi bu üstün şeyi TEFEKKÜR ETMEK ve onunla vecd halinde bütünleşmektir.
Gerçekten bu zor bir görevdir; çünkü Mutlaklık kendi parıltısı altında gizlenir. Nasıl bedenin gözü güneşin görüntüsüne zorlukla karşı koyuyorsa, ruhun gözü olan akıl da, ihtişamıyla göz kamaştırdığından dolayı iyiliğe bakmaktan çekinir. Bununla birlikte istenilen gayret de budur.
İnsan algılanır şeylerden kopmalı, iyiliğin ideasına varıncaya dek idea’dan idea’ya geçerek kavranılır dünyaya yönelmelidir. Söz konusu olan, bütüncül bir dönüşümdür.
O zaman insan, karanlık bir mağaraya hapsedilmiş ve gün ışığını tadabilmek için hapishanesinden ancak yorucu çabalarla çıkabilecek bir mahkuma benzer. Bu, Platon’un DEVLET kitabında sunduğu Mağara miti temasıdır. Bu ünlü alegoride, gördüklerinden başka gerçek tanımayanların içinde bulundukları cehalet durumu, kukla tiyatrosuna benzer görünmeyen taşıyıcıların bir duvarın üzerinden ardı ardına geçirdikleri kuklaları veya hayaletleri bile görmeyen, sadece duvarın arkasında yakılmış bir ateşten dolayı görünür nesnelerin mağaranın dibine düşen gölgelerini görebilen ve görünür dünyayla ilgili hiç bir şey bilmeden çocukluktan beri zincirlenmiş, sırtları duvara dönük bir şekilde yeraltında yaşayanların durumuyla tasvir edilmiştir.
Eğer bu mahkumlardan birini kurtarırsak, bu kişi önce algılanır eşyanın gerçek algılanışını veya gerçek düşünceyi sembolize eden mağaranın içindeki görüntüleri direkt olarak görebilecektir. Oysa bu kişi, önceden vehimlere kapılmıştı ve sadece gölgeleri görebiliyordu. Fakat daha sonra gün ışığına ulaşmalı ve tedrici olarak görünür dünyayı keşfetmelidir; geometri aliminin, ideal özlerini saptamak için tahayyüle ve şekillerin incelenmesine başvurması gibi, zincirden kurtulmuş mahkum da görünür eşyayı doğrudan doğruya görmeden önce yansımalarını ve imajlarını görür; daha sonra bu kişi güneşe bakmadan ve görünür Evrendeki rolünü anlamadan önce gökyüzünü ve hareketlerinin düzenini inceler. İşte buna benzer aşamalarla filozof da algılanır incelemeden objektif tasvire, matematik fiziğinin hipotezlerine ve buradan da Evrenin düzenlenme prensibini yakaladığı İyilik İdeasına yükselir; onu tefekkür ettikten sonra da davranışlarında, hayatında ve sitenin yönetiminde kendi imajını gerçekleştirmeye çalışır.
Aynı şekilde bilginin bilimi aracılığıyla insan kendini yeryüzünde tutan zincirlerden kurtulmalı ve İyiliğin göz kamaştırıcı aydınlığına varıncaya kadar ideal dünyada yükselmelidir.
Tefekkür sayesinde insan akledilir âlemle kaynaşmak için, duyulur âlemden ayrılmaktadır. Yine de Mağara alegorisinde, gün ışığını gören kurtulmuş mahkum tekrar eski bahtsız dostlarının yanına inip onları özgürlüğe çağırır. Bunu yapan kişi, Platon’un bahsettiği politikacıdır. Platon, insanlığın ne zaman kurtulacağı sorusunu, “ya filozoflar kral ya da krallar filozof olduğu zaman” diye yanıtlamaktadır.
İyiliği seyretmiş olan kişi, dönüşüm geçirdiği ve Birey (İndividu) olduğu için sırf varlığı ile, sırf ışığı ile topluluklara yardım edebilir. Buradaki birey terimi, kişiliğini aşmış insan için kullanılmaktadır. Biraz daha açmak gerekirse, insan için bireysel düzlemde iki farklı örgütlenme biçimi bulunmaktadır: Ya kişiliğin maddesel unsurlarının başıboş bırakılması kabul edilir ya da bireyselleşme, yani kozmik düzlemle bütünleşme amacı güdülür. Kısaca insan ya küçük “ben”in yani kişiliğinin egemenliğini kabul eder ya da Kendilik’e ulaşmak için onu dönüştürmeye, yani “aşkın kişilik” haline getirmeye ve “birey” olmaya çalışır.
Bireyleşme çabasını gerçekleştiren her insan, hangi toplumsal sınıfa ait olursa olsun sorumlu ve özgürdür; öyleyse Kaderinin efendisidir. Platoncu Devlet bu amacı gütmektedir.
Aslında birey ve Devlet arasında büyük bir temel fark yoktur; zira Devlet kollektif bir bireydir.
Birey ve Devlet birbirine benzeyen bir gelişmeye sahiptir. Devleti olduğu gibi bireyi de meydana getiren tamamen nicelik ya da maddesel gerçeği aşma kapasitesidir.
Platon için birey, Devlet gibi, bir arketip ve bir ideal için yaşamayı ve savaşmayı başarabilecek güce sahiptir. Nitelik niceliğe üstün geldiğinde birey ve devlet ortaya çıkar.
Buna karşılık “birey” ve “devlet” kavramları ile “toplum” kavramı arasında benzerlik yoktur. Gerçekten de Platon için toplum, maddesel ihtiyaçlarını tatmin edebilme amacı güden kişilerin meydana getirdiği topluluklardır. Hiç bir zaman toplum, üyelerine aşkın bir amacı ve tamamen maddesel düzlemi aşan bir ideali takip etmeyi sunmaz. Platon’un toplumu, günümüzde üyeleri ekonomik hedefler etrafında toplanan ticari toplumu andırır.
Yukarıda bahsedilen, kişinin bireysel düzlemdeki iki farklı örgütlenme biçimi, kollektif düzeyde de bulunmaktadır. İnsanlar ya biraraya gelip sadece hayvani özelliklerini kullanarak yatay bir cemiyet yani toplum oluştururlar, ya da insana özgü (şeref, erdem, fedakarlık) niteliklerini kullanıp Platon’un “Devlet” diye adlandırdığı yapıyı oluştururlar
Birey ve Devlet arasındaki benzerliği en açık bir şekilde anlama olanağını Adalet ideası sağlar. Birey için adalet, akıl tarafından organize edilen nefsin çeşitli bölümleri arasındaki uyumdan doğar. Devlette de adalet, her bölümün kendine özgü görevi yerine getirmesinden doğar. Şu anlamda ki, adalet, Devletin arketipler ve idealar âlemine doğru açılmasıdır. Plâtoncu Devlet, herşeyden önce adaletin sağlayıcısıdır.
Felsefesinin en olgun meyvesini “Devlet” diyalogunda veren Platon’un, Akademi’deki çalışmaları hemen hemen 40 yıl sürmüştür. Bu uzun zaman içinde Akademi’den pek çok değerli insan yetişmiştir. Bunlar Platon’un idealist dünya görüşünü Yunan kültür hayatının ilgileri ve ampirik bilimlerle uzlaştırmaya çalışmışlardır. Platon’un öğrencisi Aristoteles, o öldükten sonra Akademi’de kalmayıp kendi okulunu kurmuş, Yunan felsefesini büyük bir sistem içinde toplamıştır. Platon’dan yaklaşık altı asır sonra yaşayan Yeni Plâtoncu akımın kurucusu filozof Plotinus, onun ideal devletinin bir kopyasını onun adıyla yaşatacağı bir kenti Roma sınırları içinde kurmaya çabalamış, ancak bu girişim sonuçsuz kalmıştır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder