25 Şubat 2012 Cumartesi

Albert Einstein

Albert Einstein



Albert Einstein kuşku yok ki, 20. yüzyıla damgasını vuran en önemli şahsiyetlerden biri olmuştur. Teorik fizik ve matematik alanlarında yaptığı bilimsel katkıların yanında, siyasi ve felsefi bir tarafı her zaman ön plandaydı. Dağınık saçlı, dalgın, çılgın bilim adamı tiplemelerinin temel ilham kaynağ
ı olarak, her zaman sıradışılığı ile bilinir. Hakkında birçok efsane ortaya çıkmıştır. 
 Sıradan, az tanınır Orta Avrupalı bir fizikçi iken, geçen yüzyılın başlarındaki sınırlı iletişim araçlarına rağmen bir anda dünyanın tanıdığı bir kişi olan Einstein, özellikle yer çekimine getirdiği yeni bakış açısıyla modern bilimin evrene bakışını kökünden sarsmış ve değiştirmiştir.

Einstein Öncesi Bilim
Einstein öncesi bilim dünyası klasik mekanik (ya da Newton mekaniği) düşüncesi tarafından kontrol edilmiş durumdaydı. Cisimlerin hareketleriyle ilgilenen bu sahanın dışında, cisimlerin elektriksel yükleri ve manyetik özelliklerini inceleyen elektromanyetik alanında, günümüzde de geçerliliğini koruyan Maxwell Denklemleri (4 denklem) biliniyor ve kullanılıyordu. 3. Saha olarak düşünülebilecek termodinamikte, Boltzmann’ın getirdiği açılımlar kullanılmaktaydı.
Klasik mekanik, temel olarak Isaac Newton’ın geliştirmiş olduğu tamamen 3 boyutlu Öklid geometrisinin kullanıldığı teorilere dayanmaktadır. Öklid geometrisi hepimizin lisede öğrendiği üçgenin iç açılarının toplamının 180 derece olduğu düzlem geometrisidir. Bu geometride yüzeyler düzlemdir ve herhangi bir eğrilik barındıramazlar. Newton yer çekimi;
formülü ile tanımlamıştır. Yani iki cisim arasındaki kütle çekim kuvveti, iki cismin kütleleri çarpımıyla doğru orantılı, cisimlerin arasındaki mesafe ile ters orantılıdır. Fiziksel bütün olaylar mutlak zamanda ve mutlak uzayda gerçekleşir. Newton büyük yankı uyandıran Principia’sında ‘Mutlak, gerçek ve matematiksel zaman, düzenli bir biçimde akıp gitmektedir. Ve haricinde bulunan hiçbir şeye bağlı değildir.’ (1) diyerek zamanı, bir akarsuda akan su gibi tanımlamıştır. Evren, gözleyen tarafından mutlak bir şekilde incelenebilen bir makine olarak tahayyül edilmiştir. Bu geleneğin önemli temsilcilerinden Laplace (2) ‘Belirli bir anda doğada etki eden bütün kuvvetlerin ve belirli bir anda dünyanın temellerini oluşturan cisimlerin bulundukları yerlerin kesin bir tanımına sahip olan beyin (eğer bu kadar çok bilgiyi işleyecek kadar güçlü bir beynin var olduğu var sayılırsa) evrende bulunan en büyük cisimlerden en küçük atomlara kadar bütün hareketleri kavrayabilir. Artık hiçbir şey belirsiz kalmayacaktır. Gelecek ve geçmiş, şimdiki zamanın bilinen ve görünen öğeleri haline dönüşeceklerdir.’ (3) diyerek klasik bilim disiplininin doğaya bakışını anlatmıştır.
Genel olarak temelde bazı hatalar barındıran bu gelenek ve kurucusu Newton hakkında Helena Petrovna Blavatsky (1831-1891) (4) ciddi eleştiriler getirmiştir:
Kütle çekimine kendi içinde bir sebep, bir yasa diyorlar. Biz böyle bir kuvvetin sonuç olduğunu, hatta ikincil sonuçlar olduğunu söylüyoruz… Bir gün ışığın temel teorisi bulunacak ve birçok bilimsel aeon (çok uzun kozmik bir döneme işaret eden antik Yunan kökenli bir kavram) için tarihin tozlu raflarına atılacak.’(5)
Blavatsky, Newton’un kuvvet tanımının üstüne gitmiş, tanımın kapalı olduğunu, Newton’un dediği gibi fiziksel değil de, metafizik bir tanım olduğunu söylemiştir. Kütle çekiminin kütlenin kendinden sahip olduğu bir özellik olamayacağını öne sürmüştür. (6)
Kalsik mekanik disiplininin Galileo tarafından geliştirilmiş bir görelilik kuramı da bulunmaktadır. Hareketli cisimlerin birbirlerine göre hızları, hızların vektörel farkları eşitliğine dayanmaktadır. Dolayısıyla boşlukta yan yana hareket eden iki cismin hangisinin ne kadar hareket ettiğini bulmamız imkansızdır, evrende mutlak bir referans noktası yoktur. Temel olarak ‘herkesin doğrusu kendine…’ şeklinde özetlenebilecek bir kuramdır.
Elektromanyetik alanı daha ilkel olmakla birlikte biraz daha temiz görünmektedir. 1670 yılında Dane Ole Romer, ışık hızını bir miktar hatayla hesaplamayı başarmıştır. 19. yy’ın başında elektrik ile manyetizma arasındaki ilişki bilinir hale gelmiştir. Fakat atomun ve atom altı yüklü ve yüksüz parçacıkların bilinmiyor olması, bu sahanın bir çıkmaza girmesine neden olur.
Termodinamikte Kelvin’in katkıları büyük olmuştur. Teoriden çok, bu dönemde icat edilen buhar makineleri işin mühendislik kısmının gelişmesine neden olmuştur. Fakat bu sahadaki en derin izleri Stefan Boltzmann, termodinamiğin mikrosistemle ilişkili bir mesele olduğunu keşfedip istatistiksel yöntemlere yönelmesiyle bırakmıştır. Bu düşünceleri sebebiyle dönemin önemli fizikçilerinin açık saldırısına ve hakaretlerine uğramıştır (haklılığı kitlesel olarak ölümünden önce anlaşılamamıştır).
EINSTEIN’IN HAYATI
14 Mart 1879‘da Musevi bir ailenin oğlu olarak Almanya’nın Ulm şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Hermann ve amcası Jakop elektrik mühendisidir. Aile iş nedeniyle sık sık şehir ve ülke değiştirir. Bir yıl sonra aile Münih’e göç ederken, iki yıl sonra Einstein’ın hayatında derin izler bırakacak kız kardeşi Maja doğar.
Ailesi genel olarak sessiz bir çocukluk geçiren Einstein’ı 5 yaşında katolik ilkokuluna yollar. Dindar bir Musevi ailenin çocuğu olmamasına rağmen, okuldaki tek Musevi öğrencidir. Fakat yasalar gereği evde Yahudilikle ilgili özel dersler almak zorundadır. Aynı dönemlerde keman dersleri almaya başlar. Müziğe o kadar bağlıdır ki, daha sonraları ‘Eğer fizikçi olmasaydım, müzisyen olurdum.’ der.
On yaşında Luitpold Gymnasium’a kaydolur.(7) Buradaki katı disiplin anlayışına pek ayak uyduramasa da, aldığı Latince ve Yunanca dil derslerinin yanında sanat ve sosyal bilimler konusunda eğitim alır. Pisagor Teoremi’nin yepyeni bir ispatını henüz bu yaştayken yapar, fakat hocalarının kafasındaki başarısız imajı yıkmayı hiçbir zaman başaramaz. Felsefeye hayatının sonuna kadar sürecek olan ilgisi bu dönemde başlar; 13 yaşında kendinden yaşça büyük hekim arkadaşı Max Telmud, anlamakta zorluk çekmediği Kant’ın ‘Saf Aklın Eleştirisi’ kitabını hediye eder.
1894 Haziranında, aile iş nedeniyle İtalya’ya göç eder. Fakat Einstein’ın okulu devam ettiği ve İtalyancası olmadığından İtalya’da eğittimine devam edemeyeceği için Münih’te bırakılır. Bu dönem psikolojik açıdan zor geçer. 6 ay sonra sinirsel rahatsızlığı olduğuna dair bir rapor almak konusunda bir doktoru ikna eder. Raporu okul müdürüne sunduğunda, müdür kısa ve sert bir şekilde okuldan atıldığını bildirir.(8) Ailesinin yanına dönen Einstein’ın, onlara Alman vatandaşlığından ve Yahudi dininden çıkacağını bildirmesi aileyi ve onun için düşündükleri planları yıkar. Bunu yaptığında henüz 16 yaşındadır. Fizik ve matematik okumak üzere Zürih’teki Federal Teknoloji Enstitüsü (ETH – Eidgenössische Techniche Hochshule – Polyteknik) kabul sınavına girer. Sınavın sayısal kısmından yeterli puanı almış olmasına rağmen enstitü yönetimi, yakınlardaki Aarau kasabasında kişisel olgunluğunu tamamlaması için lise eğitimini tamamlaması gerektiğine karar verir. Burada eğitim hayatının tek başarılı dönemini yaşar. Daha liberal bir eğitim anlayışı, düşünmeyi mümkün kılan bir bakış açısı vardır.
Ekim 1696’da ETH’ta eğitime başlar. Burada Hurwitz, Minkowski gibi hocalarla tanışır ve onlardan ders alma imkanı bulur. Fakat okul yönetimiyle yine iyi ilişkiler kurmayı başaramaz. Zekasına herkes saygı duyar, fakat kibiri ve tembelliği onun eksikleridir.
Bu dönemde ilk eşi olacak, kendisi gibi Fizikçi Mileva Maric(9) ile tanışır. Mileva, Einstein’dan birkaç yaş büyük, Sırp asıllı biridir, bu nedenle ailesi (özellikle Einstein’ın annesi) evliliğe karşı çıkar. 1903 senesinin kışında Albert ve Mileva evlenirler. 1 sene sonra ilk çocukları Hans dünyaya gelir.
Bu dönemde genç Einstein okulunu bitirmiştir, fakat hiçbir hocasından tavsiye mektubu alamamış ve işsiz kalmıştır. 1901’de gazların kinetiği hakkındaki çalışmaları yeterli bulunmaz. Bern şehrine taşınır, burada sıradan bir memur olarak patent dairesinde bir iş bulur, ama bu sırada bilimsel çalışmalarından vazgeçmemiştir. 
ANNUS MİRABİLİS(10)
1905 yılı bilim tarihi açısından gerçek bir devrimin yaşandığı bir yıl olur. Bir çok kişiye göre bu tarihteki ikinci “ANNUS MİRABİLİS” (11) olmuştur. Nisan ayında Einstein tezini tamamlar ve 20 Temmuz’da teslim eder. O yıl bilim tarihini derinden sarsacak 6 makale yayınlar. İzafiyet teorisi bu 6 makaleden biridir ve en çok tartışılanı olmuştur. Makalenin kısalığı ve basitliği ilk göze çarpan özelliğidir. Girişinde; “Bu kitapçık genel bir bilimsel ve felsefi bakış açısından kurama ilgi duyan, ama kurumsal fiziğin, matematiksel aygıtı ile tanışık olmayan okurlara izafiyet kuramı üzerine olanaklı en sağlıklı kavrayışı iletmek için hazırlanmıştır… … Kitapçığın, birçoklarına birkaç saatlik esinlendirici düşünce getirebilmesi dileğiyle!(12) Notunu yazarak kitabın dilinin sadeliğine vurgu yapar. Bu makale modern bilimin uzay ve zaman algısını tamamen değiştirmiştir.
UZAY-ZAMAN
Einstein bu makalesiyle zamanı 4. Boyut olarak kabul etmiş ve uzaydan ayrılamayacağını söylemiştir. Bunu yaparken iki temel kabulü (postulate) kullanmıştır;
-Evrenin temel yasaları her yerde ve her koşulda geçerlidir,
-Işık sabit hızda (c=ışık hızı) hareket eder ve hiçbir şey ışıktan hızlı gidemez.
Einstein öncesi bilim açısından zaman herkes için aynı şekilde akan sabit debili bir nehir gibi düşünülüyordu. H.P. Blatavsky,
Zaman biz sonsuz bir sürekliliğe yolculuk yaparken, bizim bilincimizin durumlarının sıralanışı tarafından üretilen bir illüzyondur. İllüzyonun üretilebildiği bilincin olmadığı yerde zaman da yoktur; fakat “uykuya dalar.” “Şimdi”, gelecek dediğimiz sonsuz süreklilikteki bölümün geçmiş dediğimiz bölümden ayrıldığı matematiksel çizgilerden başka bir şey değildir. Hiçbir şey değişmeden kalmadığından, yeryüzündeki hiçbir şeyin gerçek sürekliliği yoktur…”(13) diyerek zamanı nesnesel bir fenomen değil de, bilincin yolculuğu ile ilgili olarak tanımlamıştır. Kurt Gödel(14) de benzer şekilde;
“Değişiklik ancak bir zaman aralığı süresince gerçekleşebilir, fakat nesnel bir zaman aralığının varlığı, gerçeğin, birbirini takip eden var olmaların oluşması olan “şimdinin” sonsuz sayıda katlarının (tabakalarının) birleşmesi olduğu sonucunu doğurur. Fakat eş zamanlılık izafi bir şeyse, hakikat nesnel bir şekilde katlarına (tabakalarına) ayrılmaz. Her gözlemcinin kendine ait bir “şimdisi” vardır…(15)der.
Teoriye göre zaman, her gözlemci için farklı akmaktadır. Hareket eden için zaman yavaş akarken, duran için çok hızlı akmaktadır. Bununla ilgili Einstein’ın meşhur ikiz paradoksu zihinsel deneyi vardır.(16) Bu deneye göre ikizlerden biri bir füze yardımıyla uzaya ışık hızına yakın hızlarda fırlatılır. Diğer ikiz yeryüzünde hareketsiz kalır ve günlük hayatına devam eder. Seneler sonra ikizlerden biri dünyaya geri döndüğünde açık bir şekilde uzaya gidip gelenin (ışık hızına yakın hızlarda seyahat edenin) daha genç, dünyada kalanın daha yaşlı olduğu görülür. Bu durum zaman mefhumunun kendisiyle ilgilidir. Dünyada kalan daha uzun bir süre yaşamıştır. Gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz yıldızlar bizim şu anımızda varlardır, fakat bizim gördüğümüz sadece o yıldızlardan gelen ışıktır (tabi diğer elektromanyetik dalgalarla birlikte). 5 milyon ışık yılı ötedeki bir yıldız sisteminin ışığının bize ulaşma süresinin 5 milyon yıl olduğunu düşünürsek (ve evrenin ortalama yaşının 13-14 milyar yıl olduğunu…), muhtemelen o yıldız sistemi “şu anda” yoktur, en azından bizim gördüğümüzden çok farklıdır. Dolayısıyla zaman ve uzay (mesafe) birbirinden ayrılamayacak iki şeydir. Hareket eden için zamanın yavaşladığını düşünürsek, ışık hızına ulaşan bir cisim için zaman artık akmamaktadır, durmuştur (uykuya dalmıştır). Aynı şekilde, hızlı hareket eden bir nesnenin geometrisi değişir. Hızlı hareket eden bir çubuğun boyu uzar. Fakat biz günlük hayatta bu durumu açık bir şekilde gözlemleyemeyiz. Çünkü hareketlerimiz ve gözlemleyebildiğimiz şeylerin hareketleri ışık hızıyla mukayese edilemeyecek kadar düşük hızlardır. Dolayısıyla rölâtivistlik etki fark edilemeyecek kadar ufaktır.
Genelde teorinin isminden dolayı (izafiyet= görelilik, ya da rölativite), konuya yabancı olanların zihninde nesnel bir şeyin olamayacağı, mutlaklılığın mümkün olmadığı hakkında bir teori olduğu fikrine neden olur. Bu tamamen yanlıştır. Bu fikir Einstein öncesi bir fikirdir. Bu konuda Henry Margenou;(17)
“İzafiyet teorisinin en göze çarpan felsefi önemi, nesnellik problemine verdiği keskin ve açık cevaptır. Doğrunun kabul edildiği şekil olan formalizm, nesnel olmalı ya da gözlemciden bağımsız olmalı; olabildiğince az antropomorformik (18) izler taşımalı…”(19)demiştir. Klasik mekanik nesnellik konusunda başarılı değilken, izafiyet mutlaklığın mümkünlüğünü kanıtlamıştır.
İzafiyetin ikinci temel sonucu, maddenin enerjinin bir formu olduğunun teorik alt yapısını oluşturmasıdır (maalesef atom bombasının mümkünlüğü bu makalenin sonunda anlaşılmıştır). Aslında bu fizik tarihinin en ünlü denklemidir;
E=mc2
Denklem bize, madde ve enerjinin birbirine c2 (ışık hızının karesi= 9x1010 m/sn) ile orantılı olduğunu ortaya koyar. Bu nedenledir ki, çok küçük bir kütle korkunç büyüklükte enerji açığa çıkararak büyük tahribatlar verebilir. Einstein’ın 1905 yılında yayınlanan makalelerinden bir diğer önemli olanı ise fotoelektrik etkinin açıklamasını yaptığı, Mart ayında yayınlanan makalesidir. Bu makale ona Nobel fizik ödülünü getirecektir. Bu çalışması, ışığın dalgalı ve parçacıklı yapısını açıklamayı sağlamıştır. Fotonu keşfetmiştir ve bu konudaki çalışmaları 1916 yılında Amerikalı fizikçi Robert Millikan tarafından deneysel olarak ispatlanmıştır.
1909 yılında Einstein akademik olarak ilk defa göreve başlar. Patent ofisindeki işinden ayrılır. Üniversitede profesör olmuştur. Zürih’te kısa bir süre kalıp Prag’taki Alman üniversitesine geçer. Prag şehrinde Yahudi kimliğiyle yüzleşir. Şehir siyasi ve demografik yönden çok karışıktır. Buradaki Musevi cemaati ile devlet kademeleri arasında bir ara bulucu olma rolünü istem dışı ve doğal bir şekilde üzerine almıştır.
1912 yılında ETH’ye bu kez profesör olarak gider. Bu sıralarda evliliği çok iyi gitmemektedir. Fakat mesleki hayatı iyi durumdadır. Üniversite arkadaşı matematik profesörü Marcel Grossman’la birlikte çalışmaya başlar. Yazacağı yeni makaleye hazırlanmak için matematik dersleri alır. Bir yıl sonra Max Planck’ın (20) Almanya’ya geri dönmesi için yaptığı cazip teklifi Planck’ı tren istasyonunda kırmızı gülle karşılayarak kabul eder. (Beyaz gül teklifi reddeceği anlamına gelir. Teklifi uzun süre düşünür, cevabını bu şekilde vermek istemesi yadırganır ama kabul edilir.)
1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, Avrupa için kötü günler başlar. Avrupa halkları arasında derin bir düşmanlık başlar, bilim ile uğraşan birçok kişi kendini savaşın içinde bulur. Madam Curie, Kızılhaç Ambulansı’nda şoförlük yaparken aldığı yaradan sonra hastanede, Einstein denklemlerini çözen Karl Schwarzchild de aynı hastanede son nefesini verir. Einstein bu dönem savaş karşıtı bir politika izler ve bunu saklamaz. Bu daha sonra birçok düşmanı olmasına neden olur.
İKİNCİ BÜYÜK İŞİ
Einstein 1915 yılında kendisini geniş halk kitlelerinin de tanımasına yol açacak genel “Görelilik” makalesini yazar. Modern fizik için devrimsel bir çalışma olur. Fizikteki iki yüzyıllık Newton iktidarının sonu gelmiştir. Fiziksel bir kuvvetin var olmadığından bahseder, bütün meselenin geometriden başka bir şey olmadığını söyler. Eflatun’un, Atina’daki Akademisi’nin girişinde “Geometriyi öğrenmeden buraya girmene izin verilmeyecektir.” yazmaktadır. Eflatun “Tanrı bir geometridir.” der. Aslında evreni geometriyle açıklama yöntemi yeni değildir fakat kullanılan geometri değişmiştir. Öklid yaklaşık iki bin yıl önce “elemanları” yazmış, temel geometrinin bilinen en büyük yapıtını bilime kazandırmıştır. Fakat Öklid’in geometrisi düzlem geometrisidir. İki nokta arasındaki en kısa mesafe bir doğru olarak tanımlanır ve sadece bir tane en kısa çizgi (geodesic) bulunur. Einstein, arkadaşı Grossman’dan çok şey öğrenir, özellikle tensor ve Reinmann Geometrisi hakkında… Reinmann Geometrisi’nde yüzeylerin düzlem olması gerekmez. Yüzeyler eğri olabilir. Dolayısıyla iki nokta arasındaki en kısa mesafenin doğru parçası olması garanti değildir. Mesela dünya üzerinde iki nokta alalım. Anlaşılması kolay olması bakımından bunlar kutup noktaları olabilir. Dünyanın şeklini gözden geçirdiğimizde bu iki nokta arasındaki en kısa mesafenin eğri olduğu fark edilir. Hem de sonsuz sayıda eğri çizilebilir ki bunların her biri birbirine eşit ve en kısa olacaklardır. (Boylamlar gibi…) Özel görelilikten sonra anlaşılmıştır ki, artık 3 boyutta değil 4 boyutta uzay-zamanda çalışmak gerekecek, bunun sonucu olarak vektörlerle değil onların daha fazla boyutlusu olan tensorlar genel göreliliğin eli ayağı olmuştur.
Özel görelilikte sabit hızla giden nesnelerle ilgilenen Einstein, ivmelenen (hızı sabit olmayan) cisimleri incelemiş, yer çekimi etkisiyle ivmeli hareketin birbirine eşit olduğunu fark etmiştir. Cismin doğrultusunun değişiminin ivmelenmek olduğunu ve bunun kütlenin varlığında gerçekleştiğini anladıktan sonra, kütlenin aslında uzayda eğrilik yaratan bir etki olduğu sonucuna varır. Yani uzay Öklid geometrisindeki gibi düz değil, kütle olan bölgelerinde eğridir. Dolayısıyla ışık da bu eğrilikten etkilenecektir (Newton’un yerçekimi teorisine göre sadece kütlesi olanlar kütle çekiminden etkilenirdi ve ışığın kütlesi yoktu). Hatta evrende o kadar büyük kütleler -uzayda eğrilikler- vardır ki içinden çıkmanın mümkün olmadığı büyük çukurlar oluştururlar ve o bölgeden ışığın çıkması bile mümkün olmaz. Bu bölgeler kara deliklerdir; yani ışığın bile çıkmasının mümkün olmadığı büyük kütleler…
Einstein’ın modelinde kuvvet diye bir şey tanımlanmamıştır. Einstein denklemleri sırasıyla;

şeklinde tanımlanır. İlk denklemin bir tarafı kütle diğer tarafı geometridir. Yani kütle geometriyi değiştirir ve nesneler eğrilen uzayda ilerler.
ŞÖHRET
I. Dünya Savaşı yeni bitmiştir. Einstein eşi Mileva’dan boşanmış, ikinci eşi Elsa ile evlenip iki üvey çocuğuyla yaşamaya başlamıştır. Prusya Bilimler Akademisi’nin bir üyesidir. Berlin Kaiser Wilhelm Fizik Enstitüsü’nün başkanıdır, ama henüz kitlelerin tanıdığı biri olmamıştır. 29 Mayıs 1919’daki Güneş tutulması esnasında Merkür gezegeni Güneş’in çok yakınında olacaktır. Eğer gerçekten Einstein haklıysa Merkür’den gelen ışıkların, normal yörüngesinden sapmış olarak gelmesi gerekecektir. Arthur Eddington başkanlığındaki bir İngiliz ekip tutulmayı izlemek için Güney Afrika’ya gider ve tutulmanın fotoğraflarını çeker. Fotoğraflardaki durum Newton’un yerçekimi kanununa göre açıklanamayacaktır. 6 Kasım 1919 günü İngiliz Kraliyet Akademisi tarihi açıklamasını yapmak zorunda kalır. İngilizler savaşı kazanmıştır; fakat Newton değil, Einstein haklıdır. Newton’un yerçekimi teorisinin yanlışlığının ortaya çıkması bir anda bütün dikkatlerin Einstein üzerine toplanmasına neden olur. Yardımcısı deney sonucunu Einstein’a söylemek üzere odasına girdiğinde Einstein sakince “Şüphen mi vardı?” der. Bükülmüş evren teorisi ve genç bilim adamının haberleri gazetelerin ilk sayfalarında görünür ve Einstein ömrünün sonuna kadar sahip olacağı şöhreti ve saygınlığı bu şekilde kazanır (21).
Bundan sonra Einstein için bazı zor zamanlar yaşanır. Savaş nedeniyle galip devletler Alman bilim adamlarına ambargo koyar; uluslararası toplantılara çağırmazlar; dolayısıyla Einstein da bu toplantılara davet edilmez. Almanya içindeyse; mağlubiyetin faturası Yahudi kökenlilere çıkarılır. Özellikle Almanya içinde bir grup antisemitik, Einstein’ın Yahudiliği üzerine çok gider. Einstein bu dönemden sonra politik bir figür haline gelir. Siyonizm hakkındaki düşüncelerini açıkça söylemeye başlar. Bir söyleşisinde bir gazeteye
Eğer başarılı olmaya devam edersem, İngilizler için İsviçreli bir Yahudi, Almanlar içinse bir Alman olacağım. Eğer başarısız olursam İngilizler için pis bir Alman, Almanlara göre İsviçreli bir Yahudi olacağım”(22)der.
1922 yılında, Japonya gezisi sırasında daha önce aday gösterilip alamadığı Nobel Fizik ödülünü, fotoelektrik üzerine yaptığı katkılardan dolayı aldığını öğrenir. Einstein izafiyetle ilgili Nobel almamıştır.
1920’li yılların son çeyreğinde standart kuantum teorisi ortaya çıkar. Einstein, kuantum teorisinin kuruluş aşamasına yaptığı çalışmalarla çok büyük yararlar sağlamasına rağmen kuantum teorisinin kesinsizliğine kızar ve meşhur sözünü söyler: “Tanrı zar atmaz”. Ömrünün sonuna kadar kuantuma inanmaz. Max Born, Einstein’ın bu tavrına karşılık “liderimizi kaybettik” der. Nihels Bohr (23) ile yaptığı sert tartışmalar, kuantum teorisinin muhtemel eksikliklerini bulmak için yaptığı çalışmalarla bile kuantum fiziğinin temelinde sağlamlaşmasını sağlar. Kuantum mekaniği, bu kadar zeki bir muhalefet ile karşılaşmamış olsaydı belki de, bu kadar sağlam olmayabilirdi.
1933 yılında Nazi Partisi Almanya’da iktidara gelir. Einstein için hayat daha da zorlaşır. Bunun üzerine Elsa ve üvey kızlarını, bakıcılarıyla birlikte alarak Amerika’ya göç eder ve Prinston’da Institute of Advanced Study’de profesörlüğe başlar.
II. Dünya Savaşı kapıdadır. Einstein bazı kararsız metallerin ışıma yapabildiği bilgisini alınca, 1939 Ağustos’unda Amerikan Başkanı Roosevelt’e atom bombasının yapılabilirliği ve tehlikeleri hakkında o meşhur mektubu yazar. Savaş sırasında Alman ajanı olma ihtimali düşünülür ve takibe bile alınır. Atom bombasının yapılması için başlatılan Manhattan Projesi’ne katılması teklif edildiğinde şiddetle reddeder.
18 Nisan 1955 tarihinde Princeton Hastanesi’nde hayata gözlerini yumar. Hayatının son dönemini fizikteki dört temel kuvvetin ortak kökünü araştırmakla geçirir. Ancak bu konuda başarılı olamaz. Renkli kişiliği ile yaşadığı dönemde ve sonrasında her zaman gündemde kalmış, insanlık tarihini derinden etkilemiş bir kişidir. Bilimsel dünyada gördüğü saygıyı diğer alanlara da yaymış ender kişilerden biridir. Hayatı boyunca savaş karşıtı olmuş, bu durum her gittiği ülkede başına dert olmuştur. II. Dünya Savaşı bittiğinde “Barış değil, savaş kazanıldı.” diyerek savaşa karşıtlığını bir kez daha dile getirmiştir. Savaşın ciddiyeti ve atom bombasının yıkıcılığı üzerine 1946 yılında bütün dünya devletlerinin birleştirilmesini ve bir konfederasyon ile dünyanın yönetilmesi gerektiğini bildirmiş, bunun gerçekleşmesi için de aktif biçimde çalışmıştır. 1952 yılında Weizmann tarafından İsrail’in cumhurbaşkanlığı önerildiğinde kibarca reddetmiş, “Hayatım denklemlerle politika arasında gidip geldi, ama ben denklemleri seçtim.” demiştir.
EİNSTEİN VE DİN
Sayılara olan sonsuz güvenini vurgularken, “Ben yaşayan son Pisagorculardanım.” demiştir. Genel olarak birleştirmeye yönelik tavrı dikkat çeker. Siyasi hayatında, bilimsel hayatında ve felsefi görüşlerinde bunu açık şekilde görürüz. Dinle bilimi konuştuğunda ikisinin de gerekli olduğunu söyler. Bilimi, “Algılarımızla yaşadığımız şeyler arasında kurallarla bağlantı kurabilmek için kullanılan yöntemli düşünme” olarak tanımlarken, din için “Din idealleri gelenekler üzerine öğretici bir yön getirerek, bazı kolay kavranabilecek düşüncelerin ve yazıların (epik ve mit) ortaya çıkmasını ve gelişimini elde etmeye çalışır… …bilimle ters düşen genelde dini inanışların bu mitsel veya daha çok sembolik içerikleridir.” demektedir. Einstein Tanrı’yı “bütün hayatın hâsıl olduğu Kozmik güç” olarak düşündüğünü söyler.(24)
Einstein insanlığın düşünce dünyasını derinden sarsmış, tarihe geçmiş biridir. Bilimsel yönden bakıldığında tek başına bu kadar önemli ve büyük teoriler ortaya koyması, onu antik zamanların büyük bilim adamlarına yaklaştırmaktadır. Fakat insan olarak siyasi, felsefi ve dini konularda konuşmaktan çekinmeyen, tepki aldığında bile sesini kısmamış biri olarak tarihe geçmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder