Duygularınız önemlidir ve duygularınızın sorumluluğunu üstlenmek sizin öncelikli sorumluluğunuzdur. Aileler ile ilgili bazı gerçekler...
- Gençler kendi hayatları üzerinde çok az kontrol sahibidirler. Aileler, öğretmenler ve diğer büyükler tarafından sürekli yaşamları kontrol edilir.
- Büyükler genelde gençlerin saygısını kazanmaya gerek duymazlar. Korku ile disiplin sağlamaya çalışırlar.
- Büyüklerin sağlıklı ve kendine güvenen insanlar yetiştirmek için gençlerin duygularına ve ihtiyaçlarına saygı göstermesi gerekir.
- Çok az insan gençlerin duygularına, düşüncelerine ve planlarına önem verir.
- Büyükler genelde gençlerin neye ihtiyacı olduğunu onlardan daha iyi bildiklerine inanırlar.
Gençlere düşen sorumluluk...
- Duygularınız önemlidir.
- Duygularınızın sorumluluğunu üstlenmek sizin öncelikli sorumluluğunuzdur.
- Duygularınız sizin doğal, içgüdüsel ve genetik ihtiyaçlarınızı ifade eder.
- Duygularınızın ve ihtiyaçlarınızın kontrolünü ne kadar çabuk ele alırsanız, mutlu olma şansınız o kadar artar.
- Bir gün mutlu olabilmek için mutlaka duygularınızı tanımlamayı öğrenmelisiniz.
- Duygularınızı açık ve direk olarak ifade etmeyi öğrenmelisiniz.
- Farklı insanların arasında ve farklı ortamlarda nasıl hissettiğinizi keşfetmelisiniz.
- Kendiniz için uzun vadede en iyi olan seçimleri yapmalısınız.
- Duygularınıza saygı gösterilmeyen, dalga geçilen, ciddiye alınmayan, küçük görülen, aşağılanan yada umursanmayan ortamlardan uzaklaşmalısınız. (bkz. Duyguların Geçersiz Kılınması )
- Sizi mutlu eden işler yapmalısınız (sağlığınıza zarar vermediği ve tehlikeli olmadığı sürece).
Duyguların Önemi
Günümüzde bilgiye ve zihinsel gelişime dayanan bir dünyada yaşamaktayız. Okul kitapları, sınavlar, notlar, test sonuçları ve bilgiye dayalı başarılar ile bombardımana tutulmuş durumdayız. Bütün gençlerden bilgiye dayalı zekalarının gelişmesi için, iyi notlar almaları ve sonrasında üniversiteyi bitirmeleri beklenir. Fakat tüm bunlar Duygusal Zekanın gelişmemesi pahasına yapılır.
Yeni araştırmalar Duygusal Zekanın önemini her geçen gün daha kesin olarak ortaya koyuyor. Dünyanın her yerinden insanlar kişinin bireysel duygularını keşfetmesinin önemini vurguluyorlar. Çünkü artık hepimiz biliyoruz, mutlu olmak için sadece "Akıllı" yada "Başarılı" olmak yetmiyor. Mutluluk para, statü, ün ve mal sahibi olmaktan çok daha fazlasını gerekiyor.
Aileler
Bir çoğunuz ailelerinizin sizi çok "sevdiğini" biliyorsunuz. Ama burda dikkat etmeniz gereken önemli nokta: "Sevildiğinizi hissediyor musunuz?". Sevildiğinizi bilmek ile hissetmek arasında çok büyük fark vardır ve kendinize olan güveninizi en çok etkileyen sevildiğinizi hissedebilmektir. Kendinize güven duymak yaşamda mutlu olmanız için gereken en önemli faktörlerden biridir. Kendiniz hakkındaki düşünceleriniz ve duygularınız aileniz tarafından size verilir. Dolayısıyla ne hissettiğinizi ve aileniz tarafından nasıl etkilendiğinizi bilmeniz oldukça önemlidir.
Başlangıç olarak aşağıdaki soruları kendinize sorun:
- Babam tarafından ne kadar sevildiğimi hissediyorum? (0 - 10 arası bir derece verin) _____
- Annem tarafından ne kadar sevildiğim hissediyorum? (0 - 10 arası bir derece verin) _____
- Babam tarafından sevildiğimi ne zaman yada ne yaptığında hissediyorum? _____
- Babam tarafından sevilmediğimi ne zaman yada ne yaptığında hissediyorum? _____
- Annem tarafından sevildiğimi ne zaman yada ne yaptığında hissediyorum? _____
- Annem tarafından sevilmediğimi ne zaman yada ne yaptığında hissediyorum? _____
Kimin duyguları daha önemli?
Anne ve babaların bazı ihtiyaçları olduğunu anlamanız gerek. Örneğin: Kendilerini güçlü, önemli, değerli, kontrol altında, saygı duyulan ve sözü dinlenen birisi olarak görme ihtiyaçları vardır. Bunu bir kere farkettikten sonra anne ve babanızın tıpkı sizin gibi kendi ihtiyaçlarını gidermeye çalıştıklarını görebilirsiniz. Sizin göreviniz ailenizin duygularını ve ihtiyaçlarını göz ardı etmeden kendi ihtiyaçlarınızı giderebilmenizdir. Mutlu olmak istiyorsanız kendi ihtiyaçalarınızın ve duygularınızın sorumluluğunu üstlenmeniz gerekir. Unutmayın hiç kimse sizi mutlu etmeyecek, siz bunu başaracaksınız. Başka insanlar mutluluğunuzda yardımcı rol oynayabilir ama işi yapan esas kişi sizsiniz.
Mutluluk
1) Siz mutlu olmak istiyorsunuz
2) Aileniz sizin mutlu olmanızı istiyor.
Fakat nedir bu "mutluluk"? Zihninizin durumu. Fakat zihnin bu duruma ulaşması nasıl sağlanır?
Mutluluk, ihtiyaçlarınızın karşılanması ile direk olarak ilgilidir: Hem fiziksel hemde duygusal ihtiyaçlarınız. Fiziksel ihtiyaçlarınız yiyecek, barınak, dokunma ve belkide seks olarak sayılabilir. Bütün bu ihtiyaçlar oldukça açık ve nettir, bir çoğumuz aynı ihtiyaçlara sahibiz.
Fakat duygusal ihtiyaçlarınız çok daha karışıktır. Duygular söz konusu olduğunda her insanın farklı ihtiyaçları vardır. Birisi özgürlüğe ihtiyaç duyarken diğeri güvende olma ihtiyacında olabilir. Birisi değişime ve yeniliklere ihtiyaç duyarken, bir başkası daha sakin ve alışıldık bir düzen isteyebilir. Sonuç olarak garanti olan tek şey, sizin ihtiyaçlarınızı kimsenin sizden daha iyi bilemeyeceğidir: Ne aileniz, ne de sevgiliniz... Dolayısıyla onlar için doğru olan sizin için olmayabilir.
Bağımsızlık demek, kendi başınıza ev tutmanız, kendi paranızı kazanmanız yada bir sevgilinizin olması anlamına gelmez. Tek başınıza araba kullanmak, içki içmek yada tatile gitmek de değildir. Bağımsız olmak demek kendi duygusal ihtiyaçlarınızı giderebilmeniz demektir. Ama bunu yapabilmek için duygusal ihtiyaçlarınızın ne olduğunu bilmeniz gerekir. Peki duygusal olarak neye ihtiyacınız olduğunu nasıl anlarsınız?
Cevaplar duygularınızda gizli
Duygularınız size sahip olduğunuz bir şeyin çok fazla, çok az yada tam kararında olup olmadığını söylerler. Örneğin, yalnız hissettiğinizde, iletişim kurabilecek birilerine ihtiyacınız var demektir. Kalabalık hissettiğinizde çevrenizde daha az insan olmasına ihtiyacınız var demektir. Hissettiğiniz bütün duygular sizin ihtiyaçlarınızı ifade eder. Bu ihtiyaçlar genetiktir ve doğal yapınızdan gelir. Doğa oldukça bilgili bir varlıktır ve siz doğanın bir parçasısınız. Doğduğunuz zaman varlığınızı sürdürebilmek, mutlu olmak ve sağlıklı olmak için kendi adınıza neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilme kapasitesi ile doğdunuz.
Nasıl bir ağacın büyümek ve gelişmek için bazı ihtiyaçları var, sizin de öyle; Heyecan duymaya, bilgi edinmeye, zihinsel aktivitelere, anlaşılmaya, kabul edilmeye, empatiye, özgürlüğe ve yalnız kalmaya ihtiyacınız vardır. Bir çok genç gibi sizde kendinizi ifade etmeye, dinlenilmeye ve anlaşılmaya ihtiyaç duyarsınız. Diğer bir deyimle kabul edilmek istersiniz. Aileler genelde bu ihtiyaçları giderme konusunda pek başarılı değildirler, çünkü anne ve babalar dinlemekten ziyade konuşmaya ve kabul etmekten ziyade yargılamaya eğimlidirler. İdeal olan ailenizin bu ihtiyaçlarınızı belli bir ölçüye kadar karşılayabilmesidir. Peki ailelerinizin sizin ihtiyaçlarınızı karşılaması nasıl sağlanır?
İhtiyaçlarınızı Gidermek
Öncelikle, neye ihtiyacınız olduğunu tesbit etmelisiniz. Sonra bu ihtiyacınızı karşınızdaki insanı suçlamadan ve savunmaya geçmesine yol açmadan sizi duyabileceği bir dil ile anlatmalısınız. Bu oldukça zor! Ama denemeye değer. Zaman ile nasıl yaklaşmanız gerektiğini öğrenebilir ve ailenizi de savunmaya geçmeden sizi sakince dinlemeleri konusunda eğitebilirsiniz. Aslında aileniz üzerinde tahmin ettiğinizden daha çok gücünüz var. Bu gücü nasıl kullanabileceğinizi aşağıda okuyabilirsiniz.
Duygularınızı İfade Etmek
Aileniz yaptıkları her şeyin sizin iyiliğiniz için olduğuna inanmaya ihtiyaç duyar. Fakat onlarda zaman zaman hata yapabilirler. Gerçekte neyin sizin için en iyi olduğunu işin sonunda siz daha iyi bilirsiniz; duygularınızı dinlemeniz yeterlidir. Fakat unutmayın eğer ailenize gidip direk olarak her hangi bir konuda "hata" yaptıklarını söylerseniz, pek çok anne baba gibi savunmaya geçeceklerdir. Peki ne yapabilirsiniz?
Bazı Öneriler
- Anne ve babanıza emir vermek yerine kendi duygularını ifade etmeleri için yardımcı olun.
- Niyetlerinin iyi olduğunu ve gerçekten sizin için en iyi olanı yapmaya çalıştıklarını kendinize hatırlatın..
- Onlarla tartışmaya girmeyin. Aksine sadece 2-3 kelime ile nasıl hissettiğinizi ifade edin.
- Ne hissettiğinizi söyledikten sonra, daha iyi hissetmek için neye ihtiyacınız olduğunu söylemeye hazırlıklı olun. Örneğin "Sesini yükseltmen beni rahatsız ediyor, lütfen sesinin tonunu alçaltır mısın" gibi....
- Eğer duygularınıza önem verilmediğini düşünüyorsanız, o zaman açıkça "saygı"göstermediklerini söyleyin. Eğer duygularınızın gerçek olmadığını iddia ediyorlarsa o zaman kendinizi "önemsenmemiş" hissettiğinizi söyleyin. Eğer duygularınızı geçersiz saymaya devam ederlerse, duygularınıza değer vermediklerinden dolayı ne kadar üzgün olduğunuzu ifade edin. Sonra da duygularınıza önem veren insanları aramaya başlayın. Örneğin başka bir aile üyesi, okulda ki bir öğretmen yada tanıdığınız ve güvendiğiniz başka bir büyük.
- Duygularınıza güvenin.
Gençlerin hissettiği bazı ortak duygular:
Yargılanmış, kritize edilmiş, baskı altında, küçümsenmiş, sorgulanmış, alay edilmiş, önemsenmemiş, hapsedilmiş, zorlanmış, tehdit edilmiş, horlanmış, cezalandırılmış, suçlanmış, anlaşılmamış, güvenilmeyen, saygı duyulmayan, desteklenmeyen, duyulmayan, görülmeyen, önemsenmeyen, umursanmayan...
Tartışırken:
- Ailenize, tam olarak o dakika da ne hissettiklerini sorun. Kendi duygularınızı ifade etmeden önce onların ne hissettiğinden emin olun, tahminlerle hareket etmeyin.
- Nasıl hissettiklerini kendilerine tekrarlayın böylece anne ve babanızı duyduğunuzu ve anladığınızı ifade etmiş olursunuz. Örneğin, "Şu anda oldukça kızgınsın...anlıyorum..." gibi
- Daha iyi hissetmeleri için ne yapabileceğinizi sorun. (muhtemelen başlangıçta bu soruya cevap veremeyeceklerdir, ama vazgeçmeyin zamanla onlarda kendi ihtiyaçlarını ifade etmeyi öğreneceklerdir)
- Sonra da kendi hissettiklerinizi ailenize söyleyin ve bu şekilde hissetmenizi isteyip istemediklerini sorun.
- "Sen" kelimesi ile saldırıda bulunmayın.
12 Temmuz 2011 Salı
Gençlerin Duyguları
Gençlerin Duyguları
10 Temmuz 2011 Pazar
Aslan Burcu
Burcun ÖzellikleriAslan kişiliğinde canlılığı yaşam gücünü ihtirası yiğitliği ve asaleti temsil eder. Yürüyüşü canlı hareketleri sıcaklığı sağlam ve sakin görünüşü ile tanınır. Asla kendisinden şüpheye düşürmeyecek güçlü bir yapıya sahiptir ve son derece sıcak kalplidir. Doğallığı neredeyse çocuksu cazibesi ve gözlerinde parıldayan yaşam sevinci birçoklarında reddedilemez etki bırakan bir çekim gücüne dönüşür. Böyle seçkin yeteneklere sahip bir başka burç yoktur. Asalet cesaret doğru sözlülük azim sevme yeteneği büyüklük iyilik gerçekten krallara göre bir kişilikte birleşebilir. Bunun yanında kibir gurur hakimiyet hırsı küstahlık kendini beğenmişliği de vardır ve eğer bu kötü huyları artarsa çekilmez bencil bir krala dönüşebilir. Kesin olan şey bu özelliklerin ve burada sayılamayacak eğitim arkadaş etkisi ve sosyal çevre gibi faktörlerin değişik kişiliklere yol açabileceğidir. İdeal durumlarda dürüst sıcak kalpli geniş ve iyi insanlarla karşılaşabilir.
Şaşırtıcı olan Aslan insanlarının büyük problemleri çözerken bile sakinliklerini çabuk kaybetmeleridir. Kendilerine verdikleri değere bağlı olan ve her problemi çözmelerine yarayan güçlü azim onları gıpta edilecek derecede hoş gösterir. Canlıları anlama ve dikkatlerini her şeyin özüne yöneltme yetenekleri vardır. Bu özelliği onu korkulan bir eleştirmen yapar. Gözüne batan her şeyi acı alaylar yaralayıcı sözler ve en iyi durumda kırıcı bir imayla acımasızca eleştirecektir.
Eleştirileriyle bir insanı kırıp kırmadığı onun için önemsizdir. Başka bir fikrin doğruluğunu kabul etmemekte direnir. Onun kararları "hatasızdır."
Genellikle doğru olan öğütlerini severek paylaşır birisinin bunu isteyip istemediği önemsizdir. Tamamen iyi yüreklilikle buna teşebbüs eder ama bazen bu öğütler bazılarına fazla gelebilir ve bu yönüyle sevilmeyebilir. Aslanın yapısı herkese hoş gelmez.
Ayrıca hakimiyet hırsı ilk bakışta anlaşılmasaydı gizli kalabilirdi. Aslan başka türlü yapamaz. Her şeye ve herkese hükmetmelidir. Bu da onunla ilişkiyi zorlaştırır. Öte yandan çok duygusaldır. Eğer birisi ondan şüphelenmeye veya yeteneklerini sınamaya kalkarsa hemen yakıcı cevaplarına maruz kalır. Bu tür bir yaklaşım onu çok derinden yaralayacak ve tepkisi herkesi şaşırtacak kadar sert olacaktır. Ama ümitsizliği uzun sürmez çünkü temel yapısı iyimserdir. Yaşama sevinci yüzeye çıkar.
Sevdiği ve kendisini seven sadık insanı ortada bırakmaz. Dürüsttür eğilimlerini bilen birisi ona güvene bilir. Kendini feda etme derecesine varabilen iyi kalpliliği verdiği sözlerden anlaşılabilir.
İnsanları tanıma konusunda pek iyi değildir. Saf çocuksu olabilir. Kötü niyetli insanlar tarafından kullanılma veya aldatılma tehlikesi içindedir. Yalancılar ve sahtekâr işadamları için o iyi bir kurbandır onun iyi şöhretini ve güvenilir kişiliğini kullanarak herhangi bir kirli işe onu bulaştırmak isteyebilirler. Aslan insanları "hayatını sanat gibi yaşayanlara" hayrandırlar. Ama sanatla basitliği birbirinden ayırt edemezler. Onlara uymayan şeyleri taklit etmeye çalışırlar. Bu yüzden ciddi sorunlarla karşılaşabilirler. Aslan insanı esprili girişken ve konuşkan bir dosttur. Şehrin gizli ama seçkin yerlerini bilir ve en iyi yemeğin nerede yenilebileceği en ilginç insanların nerelere gittiği gibi konulardan haberdardır. .Onu sanat olaylarında antika dükkanlarında ve bit pazarlarında görebilirsiniz buraları iyi koku alan burnuyla bulur. Güçlü kişisel cazibesi ve doğal çocukçuluğu
yeni insanlarla tanışmasını kolaylaştırır. İnsanlar onun dostluğunu ararlar. Bir Aslanla arkadaş olmak herkes için kazançtır. İyimser canlılığı etrafına da bir ferahlık yayar. Huzuru kendine güveni ve gücünden kaynaklanır.
Sakinlik kaynağı olan kendine güveni bazen kendine fazla değer verme ve kibire dönüşebilir. Bunun için onu ciddiye alan ve eleştirme cesareti olan arkadaşlar seçmesi önerilir. Kibrinin ve gururunun tehlikeli sınırlarını aşmayı biliyorsanız uzun tartışmalardan sonra yanına yaklaşabilirsiniz. O zaman mantıklı biri olabilir.
Hırsına bağlı olan bitmek bilmez enerjisi işte ve özel hayattaki başarısının temelidir. Bir şeyi ele alış biçimi yapılaşmış yetenekleriyle birleşerek ona doğuştan gelen bir lider kişiliği verir. Aslan insanları gerekirse inisiyatifi ele alırlar. Dizginler ondayken hiçbir şey kötü gitmez. Onun için sorumluluk taşımak bir zahmet değildir ve "her şey iyi gitmeli" fikri en zor durumları bile kolayca halletmesini sağlar. Ayrıca olayları büyütmeyi severler ne zor bir işle uğraştıklarını gösterip hedefledikleri ilgi ve takdiri toplamak isterler.
Birisi ona yardım teklifinde bulunursa gururu yüzünden reddedecektir. Böyle bir olay onun için yerin dibine geçmek gibidir.
Aslan insanları genellikle çok aktif ve dinamiktir. Fakat avare ve tembel bir şekilde vakit geçirmeyi de onlardan iyi kimse beceremez. Uzun uzun "keyifli tembellik" yapmaları olasıdır.
Hassas ve gururlu ruhlarını iyileştirmek için gerekirse hile yapabilirler.
Aslan burcu gücünü ve motivasyonunu fikirlerinden alır. Bir şeyden tam emin değilse veya kendinden şüphe ediyorsa içindeki itici güç eksik demektir.
Aslan insanları aile kurmaya karar verirlerse dürüst iyi kalpli ve sevgi dolu bir koca ve ebeveyn olurlar. Yine de devamlı haklı olma iddiasına ve hakimiyet hırsına eğilimlidirler. İş hayatında durumları o kadar iyi değilse ve sosyal itibar sorunları varsa dört duvar içinde gerçek bir despot olabilirler. Ama bu istisnadır. Aile üyeleri; özellikle çocuklar hangi yoldan onun kalbine ulaşabileceklerini hemen öğrenirler. İlgi odağı olup eğilimlerinden emin olunduğu ve öğütleri dinlendiği sürece çok uyumludurlar.
kaynak:devtürkler
Şaşırtıcı olan Aslan insanlarının büyük problemleri çözerken bile sakinliklerini çabuk kaybetmeleridir. Kendilerine verdikleri değere bağlı olan ve her problemi çözmelerine yarayan güçlü azim onları gıpta edilecek derecede hoş gösterir. Canlıları anlama ve dikkatlerini her şeyin özüne yöneltme yetenekleri vardır. Bu özelliği onu korkulan bir eleştirmen yapar. Gözüne batan her şeyi acı alaylar yaralayıcı sözler ve en iyi durumda kırıcı bir imayla acımasızca eleştirecektir.
Eleştirileriyle bir insanı kırıp kırmadığı onun için önemsizdir. Başka bir fikrin doğruluğunu kabul etmemekte direnir. Onun kararları "hatasızdır."
Genellikle doğru olan öğütlerini severek paylaşır birisinin bunu isteyip istemediği önemsizdir. Tamamen iyi yüreklilikle buna teşebbüs eder ama bazen bu öğütler bazılarına fazla gelebilir ve bu yönüyle sevilmeyebilir. Aslanın yapısı herkese hoş gelmez.
Ayrıca hakimiyet hırsı ilk bakışta anlaşılmasaydı gizli kalabilirdi. Aslan başka türlü yapamaz. Her şeye ve herkese hükmetmelidir. Bu da onunla ilişkiyi zorlaştırır. Öte yandan çok duygusaldır. Eğer birisi ondan şüphelenmeye veya yeteneklerini sınamaya kalkarsa hemen yakıcı cevaplarına maruz kalır. Bu tür bir yaklaşım onu çok derinden yaralayacak ve tepkisi herkesi şaşırtacak kadar sert olacaktır. Ama ümitsizliği uzun sürmez çünkü temel yapısı iyimserdir. Yaşama sevinci yüzeye çıkar.
Sevdiği ve kendisini seven sadık insanı ortada bırakmaz. Dürüsttür eğilimlerini bilen birisi ona güvene bilir. Kendini feda etme derecesine varabilen iyi kalpliliği verdiği sözlerden anlaşılabilir.
İnsanları tanıma konusunda pek iyi değildir. Saf çocuksu olabilir. Kötü niyetli insanlar tarafından kullanılma veya aldatılma tehlikesi içindedir. Yalancılar ve sahtekâr işadamları için o iyi bir kurbandır onun iyi şöhretini ve güvenilir kişiliğini kullanarak herhangi bir kirli işe onu bulaştırmak isteyebilirler. Aslan insanları "hayatını sanat gibi yaşayanlara" hayrandırlar. Ama sanatla basitliği birbirinden ayırt edemezler. Onlara uymayan şeyleri taklit etmeye çalışırlar. Bu yüzden ciddi sorunlarla karşılaşabilirler. Aslan insanı esprili girişken ve konuşkan bir dosttur. Şehrin gizli ama seçkin yerlerini bilir ve en iyi yemeğin nerede yenilebileceği en ilginç insanların nerelere gittiği gibi konulardan haberdardır. .Onu sanat olaylarında antika dükkanlarında ve bit pazarlarında görebilirsiniz buraları iyi koku alan burnuyla bulur. Güçlü kişisel cazibesi ve doğal çocukçuluğu
yeni insanlarla tanışmasını kolaylaştırır. İnsanlar onun dostluğunu ararlar. Bir Aslanla arkadaş olmak herkes için kazançtır. İyimser canlılığı etrafına da bir ferahlık yayar. Huzuru kendine güveni ve gücünden kaynaklanır.
Sakinlik kaynağı olan kendine güveni bazen kendine fazla değer verme ve kibire dönüşebilir. Bunun için onu ciddiye alan ve eleştirme cesareti olan arkadaşlar seçmesi önerilir. Kibrinin ve gururunun tehlikeli sınırlarını aşmayı biliyorsanız uzun tartışmalardan sonra yanına yaklaşabilirsiniz. O zaman mantıklı biri olabilir.
Hırsına bağlı olan bitmek bilmez enerjisi işte ve özel hayattaki başarısının temelidir. Bir şeyi ele alış biçimi yapılaşmış yetenekleriyle birleşerek ona doğuştan gelen bir lider kişiliği verir. Aslan insanları gerekirse inisiyatifi ele alırlar. Dizginler ondayken hiçbir şey kötü gitmez. Onun için sorumluluk taşımak bir zahmet değildir ve "her şey iyi gitmeli" fikri en zor durumları bile kolayca halletmesini sağlar. Ayrıca olayları büyütmeyi severler ne zor bir işle uğraştıklarını gösterip hedefledikleri ilgi ve takdiri toplamak isterler.
Birisi ona yardım teklifinde bulunursa gururu yüzünden reddedecektir. Böyle bir olay onun için yerin dibine geçmek gibidir.
Aslan insanları genellikle çok aktif ve dinamiktir. Fakat avare ve tembel bir şekilde vakit geçirmeyi de onlardan iyi kimse beceremez. Uzun uzun "keyifli tembellik" yapmaları olasıdır.
Hassas ve gururlu ruhlarını iyileştirmek için gerekirse hile yapabilirler.
Aslan burcu gücünü ve motivasyonunu fikirlerinden alır. Bir şeyden tam emin değilse veya kendinden şüphe ediyorsa içindeki itici güç eksik demektir.
Aslan insanları aile kurmaya karar verirlerse dürüst iyi kalpli ve sevgi dolu bir koca ve ebeveyn olurlar. Yine de devamlı haklı olma iddiasına ve hakimiyet hırsına eğilimlidirler. İş hayatında durumları o kadar iyi değilse ve sosyal itibar sorunları varsa dört duvar içinde gerçek bir despot olabilirler. Ama bu istisnadır. Aile üyeleri; özellikle çocuklar hangi yoldan onun kalbine ulaşabileceklerini hemen öğrenirler. İlgi odağı olup eğilimlerinden emin olunduğu ve öğütleri dinlendiği sürece çok uyumludurlar.
kaynak:devtürkler
**öyle bir dost ki!**
Sizin böyle bir dostunuz oldu mu?
Daima düşünceli idi.
Susması konuşmasından uzun sürerdi; lüzumsuz yere
konuşmaz konuştuğunda ne fazla, ne de eksik söz
kullanırdı.
Dünya isleri için kızmazdı. Kendi şahsi için asla
öfkelenmez ve öç almazdı.
Kötü söz söylemezdi.
Affediciliği tabii idi. İntikam almazdı. Düşmanlarını
sadece affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de
verirdi.
Kendisini üç şeyden alıkoymuştu; Kimseyle çekişmezdi,
çok konuşmazdı, faydasız bos şeylerle uğraşmazdı.
Umanı, umutsuzluğa düşürmezdi; hoşlanmadığı bir şey
hakkında susardı.
Hiç kimseyi ne yüzüne karsı, ne de arkasından kınamaz,
ayıplamazdı, kimsenin kusurunu araştırmazdı. Kimseye
hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi.
Yanında en son konuşanı, ilk önce konuşan gibi
dikkatli dinlerdi.
Bir toplulukta bulunduğu zaman bir şeye gülerlerse O
da güler, bir şeye hayret ederlerse O da onlara uyarak
hayret ederdi.
Gerçeğe aykırı övmeyi kabul etmezdi.
Her zaman ağırbaşlıydı. Konuşurken çevresindekileri
adeta kuşatırdı.
Kelimeleri parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve
berraktı. Yürürken beraberindekilerin gerisinde
yürürdü, ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki
yanına salınmaz, adımlarını geniş atar, yüksek bir
yerden iner gibi öne doğru eğilir vakar ve sükunetle
rahatça yürürdü.
Kapısına yardim için gelen kimseyi geri çevirmezdi.
Bir gün kendisinden yasça küçük bir dostunun
omuzlarından tutarak söyle demişti "Sen dünyada garip
bir kimse yahut bir yolcu gibi yasa!"
Her zaman hüzünlü ve mütebbessim bir haletle dururdu,
yüzünde daima ışıldayan bir parlaklık olurdu.
Adet üzere sarf edilen hiçbir kötü söz ağzına almadı.
Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı.
Fakirlerle birlikte yerdi, öyle ki onlardan ayırt
edilmezdi.
Önüne ne konulursa yerdi. Sade kıyafetler giyer,
gösterişten hoşlanmazdı.
Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmez, bulunduğu
mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı.
Sabahları evinden çıkarken söyle söylerdi: "İlahi
doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, kanmaktan ve
kandırılmaktan, haksizlik etmekten ve haksızlığa maruz
kalmaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlığa
uğramaktan sana sığınırım."
Sıradan değildi; Sıradan insanlar gibi yasadı.
İSTE O, PEYGAMBER EFENDİMİZ
SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM İDİ.
Daima düşünceli idi.
Susması konuşmasından uzun sürerdi; lüzumsuz yere
konuşmaz konuştuğunda ne fazla, ne de eksik söz
kullanırdı.
Dünya isleri için kızmazdı. Kendi şahsi için asla
öfkelenmez ve öç almazdı.
Kötü söz söylemezdi.
Affediciliği tabii idi. İntikam almazdı. Düşmanlarını
sadece affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de
verirdi.
Kendisini üç şeyden alıkoymuştu; Kimseyle çekişmezdi,
çok konuşmazdı, faydasız bos şeylerle uğraşmazdı.
Umanı, umutsuzluğa düşürmezdi; hoşlanmadığı bir şey
hakkında susardı.
Hiç kimseyi ne yüzüne karsı, ne de arkasından kınamaz,
ayıplamazdı, kimsenin kusurunu araştırmazdı. Kimseye
hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi.
Yanında en son konuşanı, ilk önce konuşan gibi
dikkatli dinlerdi.
Bir toplulukta bulunduğu zaman bir şeye gülerlerse O
da güler, bir şeye hayret ederlerse O da onlara uyarak
hayret ederdi.
Gerçeğe aykırı övmeyi kabul etmezdi.
Her zaman ağırbaşlıydı. Konuşurken çevresindekileri
adeta kuşatırdı.
Kelimeleri parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve
berraktı. Yürürken beraberindekilerin gerisinde
yürürdü, ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki
yanına salınmaz, adımlarını geniş atar, yüksek bir
yerden iner gibi öne doğru eğilir vakar ve sükunetle
rahatça yürürdü.
Kapısına yardim için gelen kimseyi geri çevirmezdi.
Bir gün kendisinden yasça küçük bir dostunun
omuzlarından tutarak söyle demişti "Sen dünyada garip
bir kimse yahut bir yolcu gibi yasa!"
Her zaman hüzünlü ve mütebbessim bir haletle dururdu,
yüzünde daima ışıldayan bir parlaklık olurdu.
Adet üzere sarf edilen hiçbir kötü söz ağzına almadı.
Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı.
Fakirlerle birlikte yerdi, öyle ki onlardan ayırt
edilmezdi.
Önüne ne konulursa yerdi. Sade kıyafetler giyer,
gösterişten hoşlanmazdı.
Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmez, bulunduğu
mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı.
Sabahları evinden çıkarken söyle söylerdi: "İlahi
doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, kanmaktan ve
kandırılmaktan, haksizlik etmekten ve haksızlığa maruz
kalmaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlığa
uğramaktan sana sığınırım."
Sıradan değildi; Sıradan insanlar gibi yasadı.
İSTE O, PEYGAMBER EFENDİMİZ
SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM İDİ.
Bir müslümana neler lazımdır?
Bir müslümana neler lazımdır?
(1) Öncelikle iman lazımdır. Bu imanın, "boğazdan aşağıya inen", kalpte olan gerçek, kesin, samimî ve geçerli bir iman olması gerekir.
(2) Din yani İslâm lazımdır. Bunun hüküm ve öğretileri İlmihal dediğimiz din bilgisi kitaplarında yazılıdır.
(3) Yüksek ahlâk, yüksek karakter, fazilet, hikmet lazımdır.
(4) Allah'ın, Peygamber vasıtasıyla insanlığa göndermiş olduğu Kur'ân-ı Kerîm'i düstur olarak kabul etmek ve onun hükümlerine uymak, öğütlerini tutmak, çizdiği sınırları aşmamak gerektir.
(5) Peygamberi (salat ve selam olsun O'na) tasdik etmek, O'nu kendisi ve bütün insanlık için en büyük örnek ve model olarak kabul etmek, O'na biatlı olmak gerektir.
(6) Fıkıh ve Şeriat lazımdır. Çünkü, Allah'a karşı ibadet vazifelerini ve dünya muamelelerini ancak fıkıhtan öğrenebiliriz.
(7) Ümmet şuuru lazımdır. Allah bütün mü'minleri kardeş kılmış ve Muhammed Ümmeti yapmıştır. Ümmet şuuruna sahip olmayanlar menfi kavmiyetçilik çukurlarına ve tefrikaya düşerler ve zelil olurlar.
(8 ) Adalet lazımdır. Yüce Allah kullarına adaletli olmalarını kesin şekilde emr etmiştir. Kendi aleyhimizde, babamızın, kardeşimizin aleyhinde de olsa yalancı şahitlik yapmamamız, adil olmamız bildirilmiştir.
(9) Mukallid Müslümanların mezhep sahibi olmaları gerekir. Çünkü onların ilmi, kendi başlarına Kitab'tan ve Sünnetten dinî/şer'î ahkâm çıkartmaya yetmez.
(10) Zamanındaki İmam-ı Kebir'e yahut Emîrü'l-mü'minîne biatlı olmak lazımdır. Resûl-i Kibriya Efendimiz. "Zamanındaki İmama biat etmeden ölen kimse sanki cahiliyet ölümü ile ölmüş" buyurmuşlardır. Ne büyük tehdit ve uyarı.
(11) Sevad-Azam (Büyük karaltı, büyük cemaat, ana cadde) içinde olmak lazımdır. Peygamberimiz aleyhisselam "Ümmetim içinde bir ihtilaf çıkarsa siz sevad'ı azamda olunuz" buyurmuşlardır.
(12) Tefrikadan, nifak ve şikaktan, fitne ve fesattan kaçınmak, uzak olmak lazımdır.
(13) Takva yani Allah'tan korkmak, yasaklarından kaçınmak, emirlerini yerine getirmek niyetine, azm ve cehdine sahip olmak lazımdır.
(14) Peygamberi (aleyhisselam) kendi canından, çoluk çocuğundan daha fazla sevmek ve korumak lazımdır.
(15) Elinden ve dilinden Müslümanların emin (güvende) olması lazımdır.
16) Dünya tuzaklarına düşmemek, şeytanın hilelerine kanmamak, dünyanın bir sınav yeri olduğunu bilmek; dünya için orada ne kadar kalacaksa, ahiret için orada ne kadar kalacaksa o nisbette çalışmak gerektiğini bilmek lazımdır.
(17) Kötülükle çok emr edici olan nefs-i emmaresi ile büyük cihad yapmak lazımdır.
(18 ) İstikamet (doğruluk, dürüstlük) lazımdır. Kur'ân-ı Kerîm'in Hûd süresinde "Sana nasıl emr olunduysa öylece dosdoğru ol" buyurulmaktadır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu ayet geldikten sonra "Hûd süresi beni kocalttı" buyurmuşlardır.
(19) Harbî kâfirlere karşı sert, Müslümanlara karşı yumuşak ve şefkatli olmak lazımdır.
(20) Kâfirleri dost ve veli (idareci) edinmemek lazımdır.
(21) Kur'ân-ı Kerîm'de, Peygamberin Sünneti'nde, şeriatta, ahlâk-ı islâmiyede belirtilen salih amelleri elden geldiği kadar işlemek lazımdır.
(22) İnsanların, öldükten sonra zamanı gelince tekrar diriltileceklerine, bir Mahkeme-i Kübra'da (Ulu bir mahkemede) dünyada yaptıklarından dolayı hesap vereceklerine, Cennet ve Cehenneme iman etmek ve bu hesaba hazırlanma şuuruna sahip olmak lazımdır.''
MEHMET ŞEVKET EYGİ
(2) Din yani İslâm lazımdır. Bunun hüküm ve öğretileri İlmihal dediğimiz din bilgisi kitaplarında yazılıdır.
(3) Yüksek ahlâk, yüksek karakter, fazilet, hikmet lazımdır.
(4) Allah'ın, Peygamber vasıtasıyla insanlığa göndermiş olduğu Kur'ân-ı Kerîm'i düstur olarak kabul etmek ve onun hükümlerine uymak, öğütlerini tutmak, çizdiği sınırları aşmamak gerektir.
(5) Peygamberi (salat ve selam olsun O'na) tasdik etmek, O'nu kendisi ve bütün insanlık için en büyük örnek ve model olarak kabul etmek, O'na biatlı olmak gerektir.
(6) Fıkıh ve Şeriat lazımdır. Çünkü, Allah'a karşı ibadet vazifelerini ve dünya muamelelerini ancak fıkıhtan öğrenebiliriz.
(7) Ümmet şuuru lazımdır. Allah bütün mü'minleri kardeş kılmış ve Muhammed Ümmeti yapmıştır. Ümmet şuuruna sahip olmayanlar menfi kavmiyetçilik çukurlarına ve tefrikaya düşerler ve zelil olurlar.
(8 ) Adalet lazımdır. Yüce Allah kullarına adaletli olmalarını kesin şekilde emr etmiştir. Kendi aleyhimizde, babamızın, kardeşimizin aleyhinde de olsa yalancı şahitlik yapmamamız, adil olmamız bildirilmiştir.
(9) Mukallid Müslümanların mezhep sahibi olmaları gerekir. Çünkü onların ilmi, kendi başlarına Kitab'tan ve Sünnetten dinî/şer'î ahkâm çıkartmaya yetmez.
(10) Zamanındaki İmam-ı Kebir'e yahut Emîrü'l-mü'minîne biatlı olmak lazımdır. Resûl-i Kibriya Efendimiz. "Zamanındaki İmama biat etmeden ölen kimse sanki cahiliyet ölümü ile ölmüş" buyurmuşlardır. Ne büyük tehdit ve uyarı.
(11) Sevad-Azam (Büyük karaltı, büyük cemaat, ana cadde) içinde olmak lazımdır. Peygamberimiz aleyhisselam "Ümmetim içinde bir ihtilaf çıkarsa siz sevad'ı azamda olunuz" buyurmuşlardır.
(12) Tefrikadan, nifak ve şikaktan, fitne ve fesattan kaçınmak, uzak olmak lazımdır.
(13) Takva yani Allah'tan korkmak, yasaklarından kaçınmak, emirlerini yerine getirmek niyetine, azm ve cehdine sahip olmak lazımdır.
(14) Peygamberi (aleyhisselam) kendi canından, çoluk çocuğundan daha fazla sevmek ve korumak lazımdır.
(15) Elinden ve dilinden Müslümanların emin (güvende) olması lazımdır.
16) Dünya tuzaklarına düşmemek, şeytanın hilelerine kanmamak, dünyanın bir sınav yeri olduğunu bilmek; dünya için orada ne kadar kalacaksa, ahiret için orada ne kadar kalacaksa o nisbette çalışmak gerektiğini bilmek lazımdır.
(17) Kötülükle çok emr edici olan nefs-i emmaresi ile büyük cihad yapmak lazımdır.
(18 ) İstikamet (doğruluk, dürüstlük) lazımdır. Kur'ân-ı Kerîm'in Hûd süresinde "Sana nasıl emr olunduysa öylece dosdoğru ol" buyurulmaktadır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu ayet geldikten sonra "Hûd süresi beni kocalttı" buyurmuşlardır.
(19) Harbî kâfirlere karşı sert, Müslümanlara karşı yumuşak ve şefkatli olmak lazımdır.
(20) Kâfirleri dost ve veli (idareci) edinmemek lazımdır.
(21) Kur'ân-ı Kerîm'de, Peygamberin Sünneti'nde, şeriatta, ahlâk-ı islâmiyede belirtilen salih amelleri elden geldiği kadar işlemek lazımdır.
(22) İnsanların, öldükten sonra zamanı gelince tekrar diriltileceklerine, bir Mahkeme-i Kübra'da (Ulu bir mahkemede) dünyada yaptıklarından dolayı hesap vereceklerine, Cennet ve Cehenneme iman etmek ve bu hesaba hazırlanma şuuruna sahip olmak lazımdır.''
MEHMET ŞEVKET EYGİ
8 Temmuz 2011 Cuma
Başarı Saatleri
Öğrenciler, dersleri ne zaman nasıl çalışmaları gerektiğini planlamalı.
Fen ve Anadolu liselerine, üniversiteye hazırlanan öğrenciler, dersleri ne zaman nasıl çalışmaları gerektiğini planlamalı. Her öğrencinin kendine yönelik farklı programı olabilir. Fen ve matematik konularına sabah, ders tekrarlarına ise öğleden sonra çalışın.
Verimli çalışmanın temel ilkelerinden biri zaman denetiminin sağlanmasıdır. En verimli ders çalışma saatleri yani anlama ve dikkat yoğunlaşması zaman aralıklarında ve günün belli saatlerinde artar ve azalır. Bunun için öncelikle iyi bir yansıtıcı gözlem yapılmalıdır. Gözlem sonunda; "Hangi saatlerde çalıştığımda daha kolay anlıyorum, hangi saatlerde zorlanıyorum, en verimli çalışma saatleri hangileridir?" türü sorulara cevap alınacaktır. Çalışmalarınızı, en kolay öğrenilen ve dikkatinizi en kolay topladığınız saatlerde gerçekleştirmeniz gerekir. Ders çalışma zamanını planlarken; başkalarını örnek almak yerine, kendi yetenek, bilgi, beceri, tutum ve ihtiyaçlarınızdan yola çıkmanız daha yararlı olacaktır. Çünkü her birey kendine özgü olduğu için dersi anlama ihtiyacı, tekrar yapma süreleri de birbirlerinden farklı olacaktır. Çalışma planı yaparken; derslerin zorluk kolaylık derecelerini göz önüne alın. Zor gelen dersleri dikkatinizi en iyi yoğunlaştırabileceğiniz saatlere koyun.
İdeal ders çalışma saat aralıkları kişiden kişiye değişiklikler gösterir. Ancak en verimli saatler, birçok insan için sabah saatleridir. Çünkü bu saatlerde beyin dinlenmiş, gerekli uyku alınmış (bu nedenle uyuma ihtimali düşüktür), çevrede dış uyaranlar çok etkin değil ve dikkatimiz daha açıktır.
Hangi saatte çalışılmalı?
07.30-11.00
Konunun uzmanlarının bildirdiklerine göre kortizon gibi uyanıklık veren hormonların en fazla salgılandığı dönem sabah 07.30-11.00 arasıdır. Bu saatlerin; planlama, düzenleme ve ileriye dönük yapıcı fikir üretimi için en verimli saatler olduğu görüşü ağırlık kazanıyor. Özellikle matematik, fen bilimleri gibi düşünmeyi gerektiren derslerin bu saatler arasında çalışılmasında fayda var.
16.00-18.00
Saat 16.00- 18.00 arası zihni canlılığın geri döndüğü saatlerdir. Bilgilerin kısa süreli hafızadan uzun süreli hafızaya almak istediğiniz konuları çalışmak için ideal zaman aralığıdır. Bu saatler aralığında sabah öğrenilen derslerin tekrar edilmesi gereken saatlerdir. Yapılacak etkili ve verimli tekrarlarla bilgilerin kalıcılığı sağlanmış olacaktır.
19.30-22.30
Saat 19.00’dan sonra yine zihni çalışma için verimli bir ara gözlenmektedir. Bu zaman aralığı yaklaşık 3 saat sürer. Bu saatlerde yenilen yemeklerin sindirimi kısmen yapılmış, beyin yeni bir öğrenme ve tekrarlar için hazır hale gelmiş olacaktır.
Zaman nasıl etkin kullanılabilir?
Herhangi bir dersle ilgili çalışma gün ve saatlerinizi belirlerken; o dersin sınıfta veya dershanede işlendiği güne yakın olmasına dikkat edin.
Çalışma saatlerini mümkün olduğunca her gün aynı saatlere koyun.
Çalışma saatlerinizi mümkün olduğunca yemek saatiyle çakıştırmamaya özen gösterin.
Verimli çalışma için en yararlı zaman dilimleri ortalama 1,5 saatlik sürelerdir.
Evden okula gelirken, servislerde ve diğer araçlarda zamanı daha verimli hale getirmek için çantanızda okuyacağınız bir kitap ya da küçük kartlarda ders notlarınız olsun.
Kalıcı bir öğrenme için ezberlemek ya da iyice öğrenmek istediğiniz konulara ilk olarak zihnin en açık olduğu sabah saatlerinde yoğunlaşın.
Fen ve Anadolu liselerine, üniversiteye hazırlanan öğrenciler, dersleri ne zaman nasıl çalışmaları gerektiğini planlamalı. Her öğrencinin kendine yönelik farklı programı olabilir. Fen ve matematik konularına sabah, ders tekrarlarına ise öğleden sonra çalışın.
Verimli çalışmanın temel ilkelerinden biri zaman denetiminin sağlanmasıdır. En verimli ders çalışma saatleri yani anlama ve dikkat yoğunlaşması zaman aralıklarında ve günün belli saatlerinde artar ve azalır. Bunun için öncelikle iyi bir yansıtıcı gözlem yapılmalıdır. Gözlem sonunda; "Hangi saatlerde çalıştığımda daha kolay anlıyorum, hangi saatlerde zorlanıyorum, en verimli çalışma saatleri hangileridir?" türü sorulara cevap alınacaktır. Çalışmalarınızı, en kolay öğrenilen ve dikkatinizi en kolay topladığınız saatlerde gerçekleştirmeniz gerekir. Ders çalışma zamanını planlarken; başkalarını örnek almak yerine, kendi yetenek, bilgi, beceri, tutum ve ihtiyaçlarınızdan yola çıkmanız daha yararlı olacaktır. Çünkü her birey kendine özgü olduğu için dersi anlama ihtiyacı, tekrar yapma süreleri de birbirlerinden farklı olacaktır. Çalışma planı yaparken; derslerin zorluk kolaylık derecelerini göz önüne alın. Zor gelen dersleri dikkatinizi en iyi yoğunlaştırabileceğiniz saatlere koyun.
İdeal ders çalışma saat aralıkları kişiden kişiye değişiklikler gösterir. Ancak en verimli saatler, birçok insan için sabah saatleridir. Çünkü bu saatlerde beyin dinlenmiş, gerekli uyku alınmış (bu nedenle uyuma ihtimali düşüktür), çevrede dış uyaranlar çok etkin değil ve dikkatimiz daha açıktır.
Hangi saatte çalışılmalı?
07.30-11.00
Konunun uzmanlarının bildirdiklerine göre kortizon gibi uyanıklık veren hormonların en fazla salgılandığı dönem sabah 07.30-11.00 arasıdır. Bu saatlerin; planlama, düzenleme ve ileriye dönük yapıcı fikir üretimi için en verimli saatler olduğu görüşü ağırlık kazanıyor. Özellikle matematik, fen bilimleri gibi düşünmeyi gerektiren derslerin bu saatler arasında çalışılmasında fayda var.
16.00-18.00
Saat 16.00- 18.00 arası zihni canlılığın geri döndüğü saatlerdir. Bilgilerin kısa süreli hafızadan uzun süreli hafızaya almak istediğiniz konuları çalışmak için ideal zaman aralığıdır. Bu saatler aralığında sabah öğrenilen derslerin tekrar edilmesi gereken saatlerdir. Yapılacak etkili ve verimli tekrarlarla bilgilerin kalıcılığı sağlanmış olacaktır.
19.30-22.30
Saat 19.00’dan sonra yine zihni çalışma için verimli bir ara gözlenmektedir. Bu zaman aralığı yaklaşık 3 saat sürer. Bu saatlerde yenilen yemeklerin sindirimi kısmen yapılmış, beyin yeni bir öğrenme ve tekrarlar için hazır hale gelmiş olacaktır.
Zaman nasıl etkin kullanılabilir?
Herhangi bir dersle ilgili çalışma gün ve saatlerinizi belirlerken; o dersin sınıfta veya dershanede işlendiği güne yakın olmasına dikkat edin.
Çalışma saatlerini mümkün olduğunca her gün aynı saatlere koyun.
Çalışma saatlerinizi mümkün olduğunca yemek saatiyle çakıştırmamaya özen gösterin.
Verimli çalışma için en yararlı zaman dilimleri ortalama 1,5 saatlik sürelerdir.
Evden okula gelirken, servislerde ve diğer araçlarda zamanı daha verimli hale getirmek için çantanızda okuyacağınız bir kitap ya da küçük kartlarda ders notlarınız olsun.
Kalıcı bir öğrenme için ezberlemek ya da iyice öğrenmek istediğiniz konulara ilk olarak zihnin en açık olduğu sabah saatlerinde yoğunlaşın.
DERSLERDE BAŞARILI OLMANIN YOLLARI
DERSLERDE BAŞARILI OLMANIN YOLLARI
AHMET YILDIZ
PDR UZMANI
A- DERSTEN ÖNCE UYULMASI GERKEN İLKELER:
1. Her öğrenci kendi çalışma ortamına göre bir çalışma planı hazırlamalı ve bu plana mutlaka uymalıdır.
2. Çalışma metodunu dersin özelliğine göre seçmelidir. (Okuma, not tutma, anlatım, tümden gelim, tüme varım gibi) sayısal dersler çalışırken mutlaka metodu olarak yazarak çalışma metodu uygulanmalıdır.
3. Ders çalışmaları mutlaka belli bir yerde sakin bir ortamda bir masa üzerinde yapılmalıdır.
4. Hemen her derste bütün konular çalışılmalı, konular arasında önemli önemsiz ayrım yapılmalıdır.
5. Ders araç ve gereçlerini çalışmaya başlamadan önce hazırlamalı, unutulmamalıdır ki araç ve gereç ihtiyacı olduğunda temin edilmeye çalışılırsa hem zaman kaybına hem de dikkat dağılmasına neden olur.
6. Çalışmaya psikolojik olarak hazır olmayan kişi problemlerinden kendisini soyutladıktan sonra çalışmaya başlamalıdır.
7. Öğrenmeyi aralıklarla yapmalı, bu aralıklarda dinlenmeyi, gezinti, söyleşi, müzik ile yapılabilir.
8. Çalışkan konu kendi başına bir bütün değilse, geçmiş konular gözden geçirilmelidir.
9. Sözel dersler çalışılırken ana düşünceleri dile getiren anahtar kelime ve cümleler tespit edilmeli gerekirse renkli kalemle altları çizilmelidir.
10. İşlenecek konu dersten önce çalışılmalı, anlaşılmayan yerler tespit edilerek derse girilmelidir.
11. Ders çalışılırken motive olunmalı, televizyon karşısında veya yatarak çalışmanın etkinliğini azaltacağı unutulmamalıdır.
12. Düzenli bir defter tutma alışkanlığı kazanılmalı. Tükenmez kalem yerine kurşun kalem kullanmaya özen göstermelidir.
13. Çalışırken bir cevabı ezberlemek yerine konuyu anlamaya veya problemin çözümü yolunu öğrenmeyi seçmelidir.
14. Anlatım dersinin arkasından sayısal (matematik, fenbilgisi gibi) bir ders çalışılmalıdır.
15. Sabah kahvaltısı yaparak okula gelmesi, aksi takdirde ders dinleme dikkatinin azalacağı unutulmamalıdır.
B - DERS ESNASINDA UYULMASI GEREKEN İLKELER:
1. Sınıfta dersler iyi dinlenmesi, ders sırasında başka şeylerle meşgul olunmamalı, anlamadığı yeri anında öğretmenine sormalıdır.
2. Öğretmen dersi anlatırken üzerinde durduğu noktalar ve sınıfa yönetilen sorular not edilmeli ve sonra çalışılmalıdır.
3. Tahtaya yazılan bilgiler ve problem çözümleri dikkatli bir biçimde deftere geçirilmeli ve kontrol edilmelidir.
4. Derslerde devamsızlık yapılmamalı, eğer zorunlu olarak yapılmışsa o dersteki konu arkadaşlardan öğrenilmelidir. Unutulmamalıdır ki bir sonraki konunun öğrenilmesi bir önceki konunun bilinmesine bağlıdır.
5. Sınavlarda soruların cevaplarına geçilmeden önce cevaplar zihinsel tasarlanmalı, kağıtlar verilmeden önce mutlaka kontrol edilmelidir.
C - DERSTEN SONRA UYULMASI GEREKEN İLKELER:
1. Bütün dersler işlendikçe çalışılmalı, konular biriktirilmemelidir.
2. Dersler tekrar edilirken, anlaşılmayan konular tespit edilmeli, bir sonraki derste öğretmenine sorarak öğrenilmeli. Sorarak öğrenilenlerin unutulmayacağı hatırdan çıkarılmamalıdır.
3. Sayısal dersler çalışılırken sınıfta öğrenilen çözüm yollarının yanı sıra başka çözüm yollarının da olup olmadığı kaynak kitaplardan araştırılmalı, özellikle örnek çözümler çoğaltılmalıdır.
4. Zor anlaşılan konular en verimli çalışma saatleri ayrılmalıdır.
DERLEYEN
Ahmet YILDIZ
AHMET YILDIZ
PDR UZMANI
A- DERSTEN ÖNCE UYULMASI GERKEN İLKELER:
1. Her öğrenci kendi çalışma ortamına göre bir çalışma planı hazırlamalı ve bu plana mutlaka uymalıdır.
2. Çalışma metodunu dersin özelliğine göre seçmelidir. (Okuma, not tutma, anlatım, tümden gelim, tüme varım gibi) sayısal dersler çalışırken mutlaka metodu olarak yazarak çalışma metodu uygulanmalıdır.
3. Ders çalışmaları mutlaka belli bir yerde sakin bir ortamda bir masa üzerinde yapılmalıdır.
4. Hemen her derste bütün konular çalışılmalı, konular arasında önemli önemsiz ayrım yapılmalıdır.
5. Ders araç ve gereçlerini çalışmaya başlamadan önce hazırlamalı, unutulmamalıdır ki araç ve gereç ihtiyacı olduğunda temin edilmeye çalışılırsa hem zaman kaybına hem de dikkat dağılmasına neden olur.
6. Çalışmaya psikolojik olarak hazır olmayan kişi problemlerinden kendisini soyutladıktan sonra çalışmaya başlamalıdır.
7. Öğrenmeyi aralıklarla yapmalı, bu aralıklarda dinlenmeyi, gezinti, söyleşi, müzik ile yapılabilir.
8. Çalışkan konu kendi başına bir bütün değilse, geçmiş konular gözden geçirilmelidir.
9. Sözel dersler çalışılırken ana düşünceleri dile getiren anahtar kelime ve cümleler tespit edilmeli gerekirse renkli kalemle altları çizilmelidir.
10. İşlenecek konu dersten önce çalışılmalı, anlaşılmayan yerler tespit edilerek derse girilmelidir.
11. Ders çalışılırken motive olunmalı, televizyon karşısında veya yatarak çalışmanın etkinliğini azaltacağı unutulmamalıdır.
12. Düzenli bir defter tutma alışkanlığı kazanılmalı. Tükenmez kalem yerine kurşun kalem kullanmaya özen göstermelidir.
13. Çalışırken bir cevabı ezberlemek yerine konuyu anlamaya veya problemin çözümü yolunu öğrenmeyi seçmelidir.
14. Anlatım dersinin arkasından sayısal (matematik, fenbilgisi gibi) bir ders çalışılmalıdır.
15. Sabah kahvaltısı yaparak okula gelmesi, aksi takdirde ders dinleme dikkatinin azalacağı unutulmamalıdır.
B - DERS ESNASINDA UYULMASI GEREKEN İLKELER:
1. Sınıfta dersler iyi dinlenmesi, ders sırasında başka şeylerle meşgul olunmamalı, anlamadığı yeri anında öğretmenine sormalıdır.
2. Öğretmen dersi anlatırken üzerinde durduğu noktalar ve sınıfa yönetilen sorular not edilmeli ve sonra çalışılmalıdır.
3. Tahtaya yazılan bilgiler ve problem çözümleri dikkatli bir biçimde deftere geçirilmeli ve kontrol edilmelidir.
4. Derslerde devamsızlık yapılmamalı, eğer zorunlu olarak yapılmışsa o dersteki konu arkadaşlardan öğrenilmelidir. Unutulmamalıdır ki bir sonraki konunun öğrenilmesi bir önceki konunun bilinmesine bağlıdır.
5. Sınavlarda soruların cevaplarına geçilmeden önce cevaplar zihinsel tasarlanmalı, kağıtlar verilmeden önce mutlaka kontrol edilmelidir.
C - DERSTEN SONRA UYULMASI GEREKEN İLKELER:
1. Bütün dersler işlendikçe çalışılmalı, konular biriktirilmemelidir.
2. Dersler tekrar edilirken, anlaşılmayan konular tespit edilmeli, bir sonraki derste öğretmenine sorarak öğrenilmeli. Sorarak öğrenilenlerin unutulmayacağı hatırdan çıkarılmamalıdır.
3. Sayısal dersler çalışılırken sınıfta öğrenilen çözüm yollarının yanı sıra başka çözüm yollarının da olup olmadığı kaynak kitaplardan araştırılmalı, özellikle örnek çözümler çoğaltılmalıdır.
4. Zor anlaşılan konular en verimli çalışma saatleri ayrılmalıdır.
DERLEYEN
Ahmet YILDIZ
Başarmak için içinizdeki yeteneği keşfedin
Hayattan ve kendinizden şikâyetçi olmak yerine, bugün kendiniz için küçük bir adım atın. Yapmak isteyip de yapamadığınız ya da cesaret edemediğiniz bir şey yapın. Küçük başarılar, büyük başarılar için ilk adımdır. Gücünüz de var, yeteneğiniz de. Kötümser Yapılamaz der. İyimser Yapılabilir der. Motivasyona sahip kişi ise, Yaptım der. Her sabah sizi motive edici mesajlar dinleseydiniz, zihniniz, yüreğiniz, ruhunuz coşku ve heyecanla dolsaydı, gününüz nasıl geçerdi?
Bir arkadaşınız, eşiniz veya patronunuz sizinle ilham veren, enerjinizi arttıran 'Yapabilirsin! Başarabilirsin!' mesajlarıyla dolu bir konuşma yapsaydı içinizdeki gerçek potansiyelinizi ortaya çıkarmak için içsel gücünüzü kim bilir nasıl kullanırdınız?
Her şeyi yapabilme, her şey olabilme, yaşamınızın her boyutunu istediğiniz şekilde değiştirme gücünüz var.
Bu yazıda düşüncelerinizi uyarmayı, yüzünüze tebessüm kondurmayı, yüreğinizi umutla, ruhunuzu coşkuyla doldurmayı amaçlıyoruz.
Çoğumuz yaşamın zenginliğinin hazzına varabilmek için başka bir yerde olmamız gerektiğini sanıyoruz: Önce bir noktaya gelelim, özlem duyduğumuz şeylere kavuşalım, ondan sonra mutlu olmaktan bahsedebiliriz.
Şimdi buradayız. Başka bir yerde ve zamanda olmamız imkânsız. Oysa alacağımız kararları 'eğer' sözcüğü yönetiyor.
Eğer üniversiteden mezun olursam mutlu olacağım... Eğer sevdiğim kişiyle evlenirsem mutlu olacağım... Eğer çok para kazanacağım bir işe girersem mutlu olacağım...
Bu eğerler olduğumuz yerden başlamanızı engelliyor. Gücümüzü ve mutluluğumuzu baltalıyor. Şu anda başlangıç noktasındasınız. Dışarıdan kazanacağınızı sandığınız güç içinizde, burnunuzun dibinde.
Çoğumuzun yaşamı çocukluğumuzda koşullandığımız düşünce, duygu ve inanç kalıplarının esaretinde sürüyor. Olağanüstü yetenekleriniz, olağanüstü gücünüz var ve kullanılmayı bekliyor. Eğer yapabileceklerinizin hepsini yapmış olduğunuzu görebilseydiniz çok şaşırırdınız.
Gücünüzün ve yeteneklerinizin farkında olduğunuzda, kendinize olan inancınız da artacaktır. Bu güçle dağları devirebilirsiniz.
Her şey olup bittikten sonra, "Bunu ben de yapabilirdim" dedi adam. Oysa önceleri, "Yapamam" diyordu. Sonra, "Belki yapabilirim" demeye başladı. "Peki bir deneyeyim" noktasına geldiğinde, biri 'yapmıştı' bile. Çünkü yapan bir kişi, en başından yapabileceğine inanıyordu. Başarılı insan yaratıcı ve üretkendir. Bir şeyi ancak 'yaparak' yapabilirsiniz, yapabileceğinizi düşünmek yetmez.
Başarılı insan başarının bir günde oluşmayacağını bilir. Adım adım hedefe yaklaşır. Ve hedefin de ötesine geçer. Sizi olabileceğinizin en iyisi olmaktan, istediklerinize sahip olmaktan ve yapabileceklerinizden alıkoyan ne? Tembellik mi? Risk alma korkusu mu? Başarısızlık korkusu mu? Başarı korkusu mu? Tüm bu korkular daha başlamadan bizi bitirir.
Bir arkadaşınız, eşiniz veya patronunuz sizinle ilham veren, enerjinizi arttıran 'Yapabilirsin! Başarabilirsin!' mesajlarıyla dolu bir konuşma yapsaydı içinizdeki gerçek potansiyelinizi ortaya çıkarmak için içsel gücünüzü kim bilir nasıl kullanırdınız?
Her şeyi yapabilme, her şey olabilme, yaşamınızın her boyutunu istediğiniz şekilde değiştirme gücünüz var.
Bu yazıda düşüncelerinizi uyarmayı, yüzünüze tebessüm kondurmayı, yüreğinizi umutla, ruhunuzu coşkuyla doldurmayı amaçlıyoruz.
Çoğumuz yaşamın zenginliğinin hazzına varabilmek için başka bir yerde olmamız gerektiğini sanıyoruz: Önce bir noktaya gelelim, özlem duyduğumuz şeylere kavuşalım, ondan sonra mutlu olmaktan bahsedebiliriz.
Şimdi buradayız. Başka bir yerde ve zamanda olmamız imkânsız. Oysa alacağımız kararları 'eğer' sözcüğü yönetiyor.
Eğer üniversiteden mezun olursam mutlu olacağım... Eğer sevdiğim kişiyle evlenirsem mutlu olacağım... Eğer çok para kazanacağım bir işe girersem mutlu olacağım...
Bu eğerler olduğumuz yerden başlamanızı engelliyor. Gücümüzü ve mutluluğumuzu baltalıyor. Şu anda başlangıç noktasındasınız. Dışarıdan kazanacağınızı sandığınız güç içinizde, burnunuzun dibinde.
Çoğumuzun yaşamı çocukluğumuzda koşullandığımız düşünce, duygu ve inanç kalıplarının esaretinde sürüyor. Olağanüstü yetenekleriniz, olağanüstü gücünüz var ve kullanılmayı bekliyor. Eğer yapabileceklerinizin hepsini yapmış olduğunuzu görebilseydiniz çok şaşırırdınız.
Gücünüzün ve yeteneklerinizin farkında olduğunuzda, kendinize olan inancınız da artacaktır. Bu güçle dağları devirebilirsiniz.
Her şey olup bittikten sonra, "Bunu ben de yapabilirdim" dedi adam. Oysa önceleri, "Yapamam" diyordu. Sonra, "Belki yapabilirim" demeye başladı. "Peki bir deneyeyim" noktasına geldiğinde, biri 'yapmıştı' bile. Çünkü yapan bir kişi, en başından yapabileceğine inanıyordu. Başarılı insan yaratıcı ve üretkendir. Bir şeyi ancak 'yaparak' yapabilirsiniz, yapabileceğinizi düşünmek yetmez.
Başarılı insan başarının bir günde oluşmayacağını bilir. Adım adım hedefe yaklaşır. Ve hedefin de ötesine geçer. Sizi olabileceğinizin en iyisi olmaktan, istediklerinize sahip olmaktan ve yapabileceklerinizden alıkoyan ne? Tembellik mi? Risk alma korkusu mu? Başarısızlık korkusu mu? Başarı korkusu mu? Tüm bu korkular daha başlamadan bizi bitirir.
Yağlı saçlar nasıl tedavi edilmelidir?
Yağlı saçlar nasıl tedavi edilmelidir?
Özellikle yağlı saç derisinin, sağlığını kazanması için kullanacağınız şampuanın çok dikkatli seçilmesi gerekmektedir. Yağlı saçılarınızın tedavi yolu saçlı derideki yağı azaltmakta bitirmektedir. Yağlı saçlar için kullanılan şampuanlar ,sabunlar, kremler,yağı arıtmak için ağır surfaktanlar içermesi gerekmektedir. Surfaktanlar yağı ve sudaki kiri uzaklaştırırlar. yağdan arınmanızı sağlamaktadır.
Saçlar ne sıklıkla yıkanmalıdır?
Çoğu kişi şampuanın saçlı deriyi değil saçları yıkadığını düşünülmektedir.Gerçeği şampuanlar saçlı deriyi yağdan temizlenmesi ve saçın sağlığını korumak için üretilmiş olmasıdır. Bu nedenle şampuan ve diğer bakım ürünlerinin seçimi saçlı deriye göre yapılmalıdır.
Yağlı saçın çok sık yıkanması, aslında saç derisindeki yağ hücrelerinin daha fazla çalışmasına, bu daha çok yağlanmaya sebeb olabilir. Aşırı yağ salgısı var olan saçlar bir günde, hatta birkaç saatte yağlanabilir. Yinede kesinlikle saçlar günde bir den fazla kesinlikle yıkanmamalı, hatta yıkama sıklığı gün aşıya çekilmeye çalışılmalıdır. Saçlarınızı her gün yıkayacaksanız her gün uygulanan çok yumuşak bir şampuanla birlikte; haftada bir kullanmak üzere derin temizleyici özelliği olan bir şampuan kullanmalısınız.
Yağlı saçlar nasıl yıkanmalıdır?
Aşırı yağlı saçlarınızı yıkarken saçlar şampuanlanmadan saçlı deriyi iki kez duru suyla yıkamak gerekebilir. Hastaya şampuanın köpürmeye başlamasının, saçlı derideki yağın arınması anlamına geldiği anlatılmalıdır. Bazen saçlı deri çok yağlı olduğunda, yağlar deriden uzaklaştırıldığı için köpürme olmayacaktır.
Saçı uzun olan bayanlar şampuanı saçlı derilerine saçlarınızı tepede toplamadan uygulamalı.Deriye iyice işlemesi için ve parmaklarla saçlı deriye masaj uygulanmalıdır.
Yağlı saçlar içinhangi sağlıklı,şampuanlar kullanılmalıdır?
Saç bakım ürünlerinin saçı yağlandırmadan, saçın dokusunu arttırıp kırılmasını ve derinin de kurumasını önlemesi, nemlendirici etki yaratması gerekmektedir. Şampuan seçimi kesinlikle önemli faktördür. Çeşitli saç tiplerine uygun üretilen farklı şampuanlar vardır. Yağlı saçlar için olan şampuan az nemlendirici ve kuvvetli şampuanlar içerirler.Sağlıklı ürünü seçerken, yağ, silikon, lanolin içermeyenleri tercih ediniz.
Saç kremi kullanılmalı mıdır?
Saç kremi içerisinde nemlendirici de bulunduran ikisi bir arada ürünleri yağlı saçlarda kesinlikle kullanmayınız. Zaten yağ en iyi koruyucudur. Saça sürülen nemlendiriciler, sadece deriden salgılanan yağın kolayca saça dağlmasına neden olur. Eğer illaki saç kremi kullanılacaksa; yıkamadan sonra, çok hafif bir saç kremi sadece saç uçlarına kullanmalısınız.
Saçlar nasıl şekillendirilmelidir?
Saçı çok sık fırçalamak ve taramak saçların yağlanmasını hızlandırır. Fırçalama işlemi yağ bezlerini de aktifleştirir.Saçlar mümkün olduğunca az toplanmalıdır.
Ayrıca saçlarınızın kolay şekil alabilir şekilde kesilmesi de saça yapılan işlemleri azalttığından yağlanmayıda azaltır. Örnek olarak perma yaptırmak, saçları kabartarak saçlı deriden uzaklaştırdığından, saçların yağlanmasınıda azaltır.
Yağlı saçın zararları nelerdir?
Aşırı şekilde yağlanma engellenmezse saçlarda dökülmeye yol açabilir.Pitrosporium olarak bilinen ve saçlı deri de bulunan bir mantarın sayısını arttırarak saçlarda kepeklenmeye ve de seboreik egzamanın ortaya çıkmasına yada alevlenmesine neden olabilir. Bu sebeble yağlanmanın engellenmesi saç ile saç derisinizin sağlığı açısından çok önemlidir.
Özellikle yağlı saç derisinin, sağlığını kazanması için kullanacağınız şampuanın çok dikkatli seçilmesi gerekmektedir. Yağlı saçılarınızın tedavi yolu saçlı derideki yağı azaltmakta bitirmektedir. Yağlı saçlar için kullanılan şampuanlar ,sabunlar, kremler,yağı arıtmak için ağır surfaktanlar içermesi gerekmektedir. Surfaktanlar yağı ve sudaki kiri uzaklaştırırlar. yağdan arınmanızı sağlamaktadır.
Saçlar ne sıklıkla yıkanmalıdır?
Çoğu kişi şampuanın saçlı deriyi değil saçları yıkadığını düşünülmektedir.Gerçeği şampuanlar saçlı deriyi yağdan temizlenmesi ve saçın sağlığını korumak için üretilmiş olmasıdır. Bu nedenle şampuan ve diğer bakım ürünlerinin seçimi saçlı deriye göre yapılmalıdır.
Yağlı saçın çok sık yıkanması, aslında saç derisindeki yağ hücrelerinin daha fazla çalışmasına, bu daha çok yağlanmaya sebeb olabilir. Aşırı yağ salgısı var olan saçlar bir günde, hatta birkaç saatte yağlanabilir. Yinede kesinlikle saçlar günde bir den fazla kesinlikle yıkanmamalı, hatta yıkama sıklığı gün aşıya çekilmeye çalışılmalıdır. Saçlarınızı her gün yıkayacaksanız her gün uygulanan çok yumuşak bir şampuanla birlikte; haftada bir kullanmak üzere derin temizleyici özelliği olan bir şampuan kullanmalısınız.
Yağlı saçlar nasıl yıkanmalıdır?
Aşırı yağlı saçlarınızı yıkarken saçlar şampuanlanmadan saçlı deriyi iki kez duru suyla yıkamak gerekebilir. Hastaya şampuanın köpürmeye başlamasının, saçlı derideki yağın arınması anlamına geldiği anlatılmalıdır. Bazen saçlı deri çok yağlı olduğunda, yağlar deriden uzaklaştırıldığı için köpürme olmayacaktır.
Saçı uzun olan bayanlar şampuanı saçlı derilerine saçlarınızı tepede toplamadan uygulamalı.Deriye iyice işlemesi için ve parmaklarla saçlı deriye masaj uygulanmalıdır.
Yağlı saçlar içinhangi sağlıklı,şampuanlar kullanılmalıdır?
Saç bakım ürünlerinin saçı yağlandırmadan, saçın dokusunu arttırıp kırılmasını ve derinin de kurumasını önlemesi, nemlendirici etki yaratması gerekmektedir. Şampuan seçimi kesinlikle önemli faktördür. Çeşitli saç tiplerine uygun üretilen farklı şampuanlar vardır. Yağlı saçlar için olan şampuan az nemlendirici ve kuvvetli şampuanlar içerirler.Sağlıklı ürünü seçerken, yağ, silikon, lanolin içermeyenleri tercih ediniz.
Saç kremi kullanılmalı mıdır?
Saç kremi içerisinde nemlendirici de bulunduran ikisi bir arada ürünleri yağlı saçlarda kesinlikle kullanmayınız. Zaten yağ en iyi koruyucudur. Saça sürülen nemlendiriciler, sadece deriden salgılanan yağın kolayca saça dağlmasına neden olur. Eğer illaki saç kremi kullanılacaksa; yıkamadan sonra, çok hafif bir saç kremi sadece saç uçlarına kullanmalısınız.
Saçlar nasıl şekillendirilmelidir?
Saçı çok sık fırçalamak ve taramak saçların yağlanmasını hızlandırır. Fırçalama işlemi yağ bezlerini de aktifleştirir.Saçlar mümkün olduğunca az toplanmalıdır.
Ayrıca saçlarınızın kolay şekil alabilir şekilde kesilmesi de saça yapılan işlemleri azalttığından yağlanmayıda azaltır. Örnek olarak perma yaptırmak, saçları kabartarak saçlı deriden uzaklaştırdığından, saçların yağlanmasınıda azaltır.
Yağlı saçın zararları nelerdir?
Aşırı şekilde yağlanma engellenmezse saçlarda dökülmeye yol açabilir.Pitrosporium olarak bilinen ve saçlı deri de bulunan bir mantarın sayısını arttırarak saçlarda kepeklenmeye ve de seboreik egzamanın ortaya çıkmasına yada alevlenmesine neden olabilir. Bu sebeble yağlanmanın engellenmesi saç ile saç derisinizin sağlığı açısından çok önemlidir.
Sevmediğiniz Yönünüzü Nasıl Değiştirirsiniz?
Genel olarak her şeye olumsuz bakan, mutsuz olan biri misiniz?
Bu durumundan memnun olmayan ancak yapısı gereği bunu değiştiremeyenler için çözüm olabilecek önerilerimiz var. Hayatına daha mutlu ve yeni bir şekilde devam etmek isteyenler önerilere göz atın..
Değişimlere ve yaşama pozitif bakın. Bu sizin yaşamınızı değiştirmeniz için bir sinyal olabilir. Sürekli olarak değişimlerin olumlu yönlerini vurgulayarak, beyninizi daha pozitif düşünmeye programlamalısınız.
Olumsuz şeylerle karşılaştığınızda bu engelin geçici olduğunu ve size daha iyi şeyler katacağınızı düşünün.
Olaylara karşı güçlü, becerikli ve dirençli olduğunuzu kendinize sık sık hatırlatın. Direncinizi artırmak için öncesinde yaşadığınız olumsuzlukları gözden geçirin ve gerekirse listeleyin. Engellerden korkmamanız gerektiğini göreceksiniz. Korku, suçluluk, sabırsızlık gibi negatif duygular doğru şekilde odaklanmanızı engeller.
Hayatınızda yaşadığınız değişikliklere karşı daha güçlü biri olmak için korkularınızı nasıl yendiğinizi, deneyimlerinizden ne öğrendiğinizi gözden geçirin.
Hayatınızda olumlu cümleler kurmaya, mutluluk verecek kelimeleri sık sık tekrarlamaya özen gösterin.
Size destek olan, her an yardımcı olabilecek insanlarla iç içe olun. Bu kişilerin size verdikleri olumlu önerileri dinleyin ve uygunsa değerlendirin.
Harekete geçmeden önce durumu değerlendirin, konunun olumlu ve olumsuz yönlerini gözden geçirin, planlayın ve ne olursa olsun kendinizle ilgilenin.
Alıntıdır. Emeği Geçenlere Teşekkürler.
Bu durumundan memnun olmayan ancak yapısı gereği bunu değiştiremeyenler için çözüm olabilecek önerilerimiz var. Hayatına daha mutlu ve yeni bir şekilde devam etmek isteyenler önerilere göz atın..
Değişimlere ve yaşama pozitif bakın. Bu sizin yaşamınızı değiştirmeniz için bir sinyal olabilir. Sürekli olarak değişimlerin olumlu yönlerini vurgulayarak, beyninizi daha pozitif düşünmeye programlamalısınız.
Olumsuz şeylerle karşılaştığınızda bu engelin geçici olduğunu ve size daha iyi şeyler katacağınızı düşünün.
Olaylara karşı güçlü, becerikli ve dirençli olduğunuzu kendinize sık sık hatırlatın. Direncinizi artırmak için öncesinde yaşadığınız olumsuzlukları gözden geçirin ve gerekirse listeleyin. Engellerden korkmamanız gerektiğini göreceksiniz. Korku, suçluluk, sabırsızlık gibi negatif duygular doğru şekilde odaklanmanızı engeller.
Hayatınızda yaşadığınız değişikliklere karşı daha güçlü biri olmak için korkularınızı nasıl yendiğinizi, deneyimlerinizden ne öğrendiğinizi gözden geçirin.
Hayatınızda olumlu cümleler kurmaya, mutluluk verecek kelimeleri sık sık tekrarlamaya özen gösterin.
Size destek olan, her an yardımcı olabilecek insanlarla iç içe olun. Bu kişilerin size verdikleri olumlu önerileri dinleyin ve uygunsa değerlendirin.
Harekete geçmeden önce durumu değerlendirin, konunun olumlu ve olumsuz yönlerini gözden geçirin, planlayın ve ne olursa olsun kendinizle ilgilenin.
Alıntıdır. Emeği Geçenlere Teşekkürler.
HEIDI çizgi film
Kara saçlı ve domates yanaklı bir kızdı, kırmızı gömleği, pembe eteği ve kocaman bir poposu vardı, bu Heidi ne zaman dağlardan bayırlardan yuvarlansa eteği kafasına geçer, biz de bunun kocaman beyaz donlarını seyrederdik. Donlarını fora eden ilk çizgi karakter herhalde buydu. Keçi çobanı Peter'le dağbaşlarına çıkar oynaşırdı. En dikkat çekici bir diğer özelliği de yamuk ağzıydı. Bu kızın ağzı yanağından açılırdı. O da inadına o yamuk yandan ağzıyla "büyüükkbabaaa, büyüükbabaa" diye çığlıklar atar, büyükbaba da sussun diye buna keçi peyniri kızartırdı. Ah o peynirden nasıl canım çekerdi anlatamam. Sonradan Heidi büyük şehire inerek Clara ile arkadaş olmayı da ihmal etmedi. Ama peynirsiz yaşayamayacağı için dağlara geri dönmüştü
ASLAN
Olumlu Yanları: Yüce gönüllülük. Cömertlik. Yaratıcılık. Babalık. Fedakarlık. Üstünlük. Yaratıcılık. Neşe. İyi organizasyon. Açık zihin.
Olumsuz Yanları: Otorite. Diktatörlük. Zorbalık. Tantana. Züppelik. Tolerans göstermemek. Sabit fikirlilik. Kuvvet deliliği. Kendini beğenmişlik.
Aslan Takım Yıldızı (Astronomi)
Aslan takım yıldızının kalbinde 29° Aslan'da bulunan Regel ya da Regulus vardır. Bu takımyıldız kümesinin birinci dekanında Hydra, ortada Crater, üçüncü dekanda ise Corvus yani Büyük Karga bulunur. Sabit yıldızlardan, Algarab da Aslan takımyıldızında yer alır.
Olumsuz Yanları: Otorite. Diktatörlük. Zorbalık. Tantana. Züppelik. Tolerans göstermemek. Sabit fikirlilik. Kuvvet deliliği. Kendini beğenmişlik.
Aslan Takım Yıldızı (Astronomi)
Aslan takım yıldızının kalbinde 29° Aslan'da bulunan Regel ya da Regulus vardır. Bu takımyıldız kümesinin birinci dekanında Hydra, ortada Crater, üçüncü dekanda ise Corvus yani Büyük Karga bulunur. Sabit yıldızlardan, Algarab da Aslan takımyıldızında yer alır.
Aslan Burcu Kadını Genel Özellikleri
Aslan burcu kadını mağrur, kendine güvenen , dürüst , cesur ve iyi niyetli yapısıyla dikkat çeker. Dürüstlük aslan burcu kadını için fazlasıyla önemlidir. Karşı tarafın yalan söylediğini fark ettiği anda ondan soğur ve uzaklaşır.
Aslan burcu kadını rol yapmayı ve farklı görünmeyi sever. Bu ona oyun gibi gelir. İnsanları dişiliğinden ziyade sempatik yaklaşımı ve hoş sohbetiyle etkiler. Canlı,enerjik ve neşelidir.
Değişik insanlarla tanışmaktan ve onlarla dostluk kurmaktan fazlasıyla zevk alır. Fakat dostluk kurduğu insanları özenle seçmeye gayret eder. Herkesle yakınlaşmaktan hoşlanmaz. İyi niyetlinin su istimal edil mesinden hoşlanmaz.
Aslan burcu kadını bağımsızlığına düşkündür ve kısıtlanmaktan hoşlanmaz. Kendine fazlasıyla güvenir ve gururludur. Çalışmaktan büyük keyif alır ve iş konusunda oldukça başarılıdır.
Aslan burcu kadını cömert ve bir o kadar da savruktur. Kolay kolay para biriktiremez, çünkü süsüne ve giyimine fazlasıyla para harcar. Her şeyin en iyisini sever.
Aslan burcu kadını evine bağlı ve eşine sadıktır. Ayrıca çocuklarına da fazlasıyla düşkündür. İçindeki emretme duygusu nedeniyle oldukça sert ve disiplinli bir yapı sergileyebilir.
Aslan burcu kadını rol yapmayı ve farklı görünmeyi sever. Bu ona oyun gibi gelir. İnsanları dişiliğinden ziyade sempatik yaklaşımı ve hoş sohbetiyle etkiler. Canlı,enerjik ve neşelidir.
Değişik insanlarla tanışmaktan ve onlarla dostluk kurmaktan fazlasıyla zevk alır. Fakat dostluk kurduğu insanları özenle seçmeye gayret eder. Herkesle yakınlaşmaktan hoşlanmaz. İyi niyetlinin su istimal edil mesinden hoşlanmaz.
Aslan burcu kadını bağımsızlığına düşkündür ve kısıtlanmaktan hoşlanmaz. Kendine fazlasıyla güvenir ve gururludur. Çalışmaktan büyük keyif alır ve iş konusunda oldukça başarılıdır.
Aslan burcu kadını cömert ve bir o kadar da savruktur. Kolay kolay para biriktiremez, çünkü süsüne ve giyimine fazlasıyla para harcar. Her şeyin en iyisini sever.
Aslan burcu kadını evine bağlı ve eşine sadıktır. Ayrıca çocuklarına da fazlasıyla düşkündür. İçindeki emretme duygusu nedeniyle oldukça sert ve disiplinli bir yapı sergileyebilir.
İnsanı Tanıma Sanatı
Çağdaş psikolojinin üç büyük devinden biri ve bireysel psikoloji ekolünün kurucusu, Avusturyalı psikiyatr Alfred Adler, "İnsanı Tanıma Sanatı"yla, geniş bir okur kitlesine yöneliyor. Adler'in, bu yüzyılın başında, insanın ruhsal-fiziksel varlığına ve yaşamdaki sorunlarına ilişkin yaptığı saptamalar, aradan geçen bunca yıla karşın değerinden hiçbir şey yitirmeden anlalılığını ve yol göstericilik işlevini koruyor. Adler'in bir dizi konferansından doğan bu yapıtın başlıca ödevi, toplum içerisindeki etkinliğimizin içerdiği kusurları, bireylerin hatalı davranışlarından yola koyularak anlamak, sözkonusu hataları göz önüne sermek ve bireylerin toplum yaşamına daha iyi uyumlarını sağlamak şeklinde karşımıza çıkıyor. Yapıt öte yandan, bireysel psikolojinin en temel ilkelerini ve insanı tanımada bunların taşıdığı değeri, ortak yaşamda ve kişinin kendi yaşamını kurmadaki önemini açıklamak amacı taşıyor. Adler, yaşamın, çağımızda pek de göremediğimiz anlamını, gerçekten de bir sanatçı gibi ince ince işleyerek ortaya koyuyor.
Adler'in bir dizi konferansından doğan bu yapıtın başlıca ödevi, toplum içersindeki etkinliğimizin içerdiği kusurları, bireylerin hatalı davranışlarından yola koyularak anlamak, sözkonusu hataları göz önüne sermek ve bireylerin toplum yaşamına daha iyi uyumlarını sağlamak şeklinde karşımıza çıkıyor. Yapıt öte yandan, bireysel psikolojinin en temel ilkelerini ve insanı tanımada bunların taşıdığı değeri, ortak yaşamda ve kişinin kendi yaşamını kurmadaki önemini açıklamak amacı taşıyor.
İnsanı Tanıma Sanatı | |
|
Asil Kan E-Book - Melissa De La Cruz
Asil Kan E-Book - Melissa De La Cruz
Asil Kan ebook indir - Asil Kan ekitap indir - Asil Kan kitabını indir - Melissa De La Cruz asil kan indir - Melissa De La Cruz kitapları indir
Epsilon Yayınevi’nin
vampir romanlarına düşkün okuyucuları için
Asil Kan
bağımlısı olacağınız yeni bir dizi’nin ilk romanı.
Bir anda yıldızı parlayan genç yazar Melissa De La Cruz’dan
gerçekçi mekânlarda geçen kurgusal bir üçleme...
Yaşam, herhangi birisinin şimdiye kadar fark ettiğinden daha kırılgandı… Bir dakika önce yaşarken bir dakika sonra ölü olabilirdin. Peki ya hiç ölmeyeceksen?
Doğum, yaşam ve ölüm… Her biri birer döngü ama bir de bu döngünün dışında yaşayanlar var; doğan, yaşayan ama hiç ölmeyenler!
İnsan yaşlandıkça ölümü bekler ve nasıl öleceğini de merak eder. Kanı kırmızı olan her insan, kalp krizi, şeker nöbeti, anevrizma gibi bir hastalık yüzünden, bir kaza sebebiyle ya da yatağında uyurken ölür. Bu kaçılmazdır. Peki diğerleri? Yani Vam pirler! Yani asil kanlı insanlar! Damarlarında kırmızı yerine mavi kan akan eşsiz canlılar!
Schuyler, babasız büyümüş annesi komada olan silik bir kızdır. Büyükannesi ile kocaman bir evde yaşamaktadır ve başlangıçta kimseyle paylaşamadığı doğaüstü ilginç şeyler görmektedir.
En iyi arkadaşı Oliver ile gittiği bir eğlencede asillerle tanışırlar ve bir arkadaşlarının ölümüyle tüm sırlar yavaş yavaş açığa çıkar… O, hem bir asil yani Mavi Kanlı, hem de normal bir insandır.
En Ünlü Aşklar..
En Ünlü Aşklar..
En Ünlü Aşklar - En Ünlü Aşklar Hangileri - En Ünlü Aşk - En Ünlü Aşk Hikayeleri - Ünlü Aşk Hikayeleri
Mark Antony ve Kleopatra / M.Ö. 31 - Roma ve Mısır
Öyle güçlü bir aşk yaşadılar ki ayrılmaları için savaş başlatıldı. Mark Antony, Kleopatra’ya olan aşkı yüzünden karısı Octavia’dan ayrılınca, Octavia’nın erkek kardeşi Octaivan roma ordusunu onları yok etmek için Mısır’a getirmiştir. Fakat iki aşık ayrılmak yerine intihar etmeyi tercih ettiler; gerçek Romeo ve Juliet hikayesi!
Napolyon ve Josephine /1800’ler - Fransa
Napolyon güzel Josephine’i görür görmez vurulmuş ancak kendini ifade etmesi seneler sürmüştür. Bir kez bir araya geldikten sonra, ihanet ve dramla dolu gerçekten fırtınalı bir aşk yaşadılar. Josephine bir varis doğuramayınca, Napolyon onu başka bir kadın için terk etti ve Josephine kalp kırıklığından öldü. Napolyon Josephine’i asla unutamadı.
Juan ve Evita Peron / 1940’lar - Arjantin
Juan Domingo ve Evita inanılmaz politik güce sahip aşıklardı. Kendisini fakir hayatından kurtarıp, Juan’ı baştan çıkaran Evita, kendisini ade şık olmaktan alıkoyamadı. Birlikte Arjantin hükümetinin tüm faaliyetlerini değiştirdiler ve dönemin en çok sevilen politik çiftlerinden birisi oldular. Büyük zaferlerinin birinin hemen ardından Evita trajedik bir şekilde kanserden öldü.
Prens Edward ve Wallis Simpson / 1900’ler - İngiltere
Edward, son derece çekici ve evli olan Wallis Simpson’a aşık olduğunda İngiliz monarşisi için son derece önemli değişiklikler yaptı. Wallis, İngiltere kraliçesi olamayan bir Amerikalı olarak 1934’de kocasından ayrıldı ve ikili son derece vahşi bir romans yaşamaya başladı. Edward 1936’da İngiltere kralı oldu ama çok geçmeden sevdiği kadınla evlenebilmek için tacını iade etti.
Voltaire ve Emilie du Chatelet / 1700’ler - Fransa
Voltaire Fransız kraliyet ailesi tarafından son derece sevilen bir yazardı ve Emilie de genç, akıllı bir sosyete. Emilie, Marquis du Chatelet’le evli olmasına rağmen kendisi gibi Voltaire de insanların ne düşündüğünü önemsemiyordu. Emilie ölene kadar 15 yıl boyunca sevgili olarak yaşadı ve bilindiler. Hatta Emilie’nin kocası trarafından alınan bir evde yaşadılar. Birbirlerine karşı sadece fiziksel bir çekim duymuyor, birbirlerinin zekasından da son derece etkileniyorlardı.
Czar Nicholas II ve Alexandra Federovna / 1800’lerin sonu ve 1900’lerin başı - Rusya
Nicholas, Rusya’nın gelecekteki Sezar’ı, güzel Alman prensesi Alexandra’ya aşık oldu. Tarafların aile baskılarına rağmen birlikteliklerini kimseden saklamadan yaşamaktan çekinmediler. Bolşevikler Rus kraliyet ailesini esir aldığında, Alexandra ve Nicholas birlikte idam edildi.
Richard Burton ve Elizabeth Taylor / 1960’lar - Amerika
Richard Burton ve Elizabeth Taylor, Mark Antony ve Klopatra’nın aşk hikayesini anlatan film de dahil olmak üzere pek çok eserde birlikte rol aldılar. Ve birbirlerine hissettikleri kimyasal ve cinsel çekime daha fazla dayanamayıp, ikisi de evli olduğu halde aşk yaşamaya başladılar.
Daha sonra evlendiler, ama fırtınalı aşkları çabuk söndü ve boşandılar..
Lord Nelson ve Lady Emma Hamilton / 1700’lerin sonunda - İngiltere
Ünlü ressam George Romney’nin pek çok tablosuna figür ve kendisine ilham olan güzelliği ile ünlüydü Emma. Emma, Sir William Hamilton ile Lord Nelson da Lady Fanny Nelson ile eviliolmasına rağmen, ikili tanıştığında Emma Lord Nelson’dan o kadar etkilendi ki “Aman Tanrım, bu mümkün mü?” diyerek bayıldı. Ne karşılaşma ama! Tüm Londra’yı büyüleyen bir aşkla cüretkar bir şekilde Emma’nın kocasıyla birlikte bir kaç yıl yaşadılar.
Tristan ve Isolde / 1200’ler - İrlanda
Tristan çok sevdiği amcası Kral Mark’ın karısı Isolde’ye aşık olur. Bir çeşit üçlü ilişki başlar, herkesin birbirine gerçekten değer verdiği. Fakat Tristan ve Isolde birbirlerine hissettikleri tutkuyu inkar edemez ve zina işlerler. Kral Mark bunu öğrenince, yeğeni Tristan’ı zehirli bir kılıçla öldürür. Isolde Tristan’ıun ölüğünü öğrenip cesedini gördüğünde kahrından hayata veda eder.
Pyramus ve Thisbe / M.Ö.331 - Babil İmparatorluğu
Babil İmparatorşluğu’ndak,I en yakışıklı erkek Pyramus ve en güzel bakire Thisbe idi Komşu ve çocukluk arkadaşları oldukları için aileleri tarafından evlenmeleri yasaklanmıştı. Bir gece, buluşup birlikte kaçmayı planlıyorlardı. Ama bir gün bir dağ aslanı Thisbe’ye saldırdı. Kız kaçabildi ama aslan peçesini kapmıştı.
Pyramus aslanın ağzında kızın kanlı peçesini görünce, öldürüldüğüne inandı ve kendisini kılıcı ile öldürdü. Ve Thisbe Pyramus’un öldüğünü görür görmez kılıcı yerden alıp o da kendini öldürdü.
Prens Khurram ve Mumtaz Mahal Begum / 1600 - Hindistan
Prens Khurrum (daha sonra Shah Jahan olan) genç, zarif Arjumand Banu Begum (daha sonra Mumtaz Mahal olarak adlandırılan)’a daha henüz 14 yaşında iken aşık oldu. Halihazırda iki karısı olmasına rağmen, Mumtaz Mahal prensin hayatının aşkı idi. Birlikte heryere seyahat ettiler, ve Mumtaz 14. çocuklarını doğururken ölünce, Shah Jahan Taj Mahal’in onun anısına inşa ettirdi.
Prens Saleem ve Anarkali / 1615 - Lahor
Moğol Hükümdarı Akbar’ın oğlu olan Prens Saleem, güzel köle kızı Anarkali’ye aşık olur. Akbar ve eşi Jodha, oğullarının sıradan bir uşağa olan aşkından utanç duyarlar ve kızı görmesini yasaklarlar. Prens bunu kabul etmek yerine babasına savaş açtığını bildirir.
Savaştan sonra, oğlunu mağlup eden Akbar , Anarkili’den vazgeçmesini ya da öldürülmesini ister. Prens Saleem ölümü seçer, ama buna razı gelmeyen Anarkali, prensle geçireceği tek geceye karşılık kendi hayatından vazgeçer. Arzu ettiği geceden sonra Akbar zavallı kızı diri diri tuğla bir mezarın içine gömülmesini sağlar.
Ünlü Psikanalizciler
Ünlü Psikanalizciler
Ünlü Psikanalizciler
Anna FREUD (1896-1982)
1910’dan beri sürekli babasının yazılarını okuyordu ancak psikolojiyle ciddi anlamda ilgilenmeye 1918’de başladı. 1920’de babasıyla birlikte Uluslar arası Psikanaliz Kongresine katıldı. 1922’de Viyana Psikanaliz Derneği üyelerine “Hayaller ve Saldırganlık” (Beating Fantasies and Daydreams) adlı yazısını sundu. 1923’te çocuklarla psikanaliz çalışmalarına başladı. 2 yıl sonra Viyana Psikanaliz Eğitim Enstitüsü’nde “Çocuk Analizi Tekniği” üzerine dersler verdi.Bu alanda yaptığı çalışmaları, anne-baba, öğretmenler için bir seri konferanstan oluşan “Çocuk Analizinin Tekniği” (İntroduction to the Technique of Child Analysis) adlı kitabında topladı. 1927-34 yılları arasında Uluslar arası Psikanaliz Derneği’nin genel sekreterliğini yaptı. “Goethe Ödülü”nü aldı. 1935’te Viyana Psikalaniz Enstitüsünün yöneticisi oldu. 1935’te “Ego Savunma Mekanizmaları” (The Ego and the Mechanisms) adlı kitabını yazdı. Kimsesiz çocuklar için bir çocuk yuvası kurdu ve 80 çocukla yakından ilgilendi. Dorothy Burlingham ile birlikte “Savaş Çocukları ve Ailesiz Çocuklar”ı yayınladı. 1950’lerden itibaren ABD de düzenli olarak konferanslar verdi. 1970’lerde, çocukların duygusal yoksunluk nedenleri, sosyal zararları, sapmalar, gelişim gecikmeleri gibi problemler üzerine yoğunlaştı. Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesinde “Suç ve Aile” üzerine seminerler verdi. 1980’de Harvard Üniversitesi’nden “Fahri Doktor” unvanını aldı. Ölümünden sonra yıllarca çalıştığı Hampstead Clinic’in adı “Anna Freud Center” olarak değiştirildi.
Carl Gustav JUNG
İsviçreli Jung Freud'un öğrencisiydi ve 1912'de Freud'dan ayrıldı. Jung, ruhsal dinamikleri anlamak için, hastanın kendisini değerlendirmesini dinlemenin yeterli olmadığını, ortak (toplumsal) bir bilinç altının da olduğunu öne sürdü. Bu toplumsal bilinç altının öğeleri, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana tüm insanların bilinçaltında tek tek taşıdıkları kültürel ilk örneklerdi. Jung, ortak bilinçaltından yola çıkarak düşleri yorumladı.
Alfred ADLER(1870-1937)
Adler de Freud'un öğrencisiydi ve O da Jung gibi 1912'de ustasından ayrıldı. Sorunlarımızın kökenine inmektense, kendimizi pratikte işe yarayacak kadar tanımanın önemli olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden "bireysel psikoloji"yi kurdu. Ona göre nevrozlar 5 yaşında yaşanan aşağılık yada üstünlük kompleksinden oluşuyordu. Analistin görevi "toplumsal duyuşu" oluşturan nevrozları dengelemekti.
Otto KERNBERG
Kernberg, Nesne İlişkileri Ekolü’nün A.B.D.’de ve dünyada yaygınlaşıp benimsenmesinde büyük rol oynamış; 60’lı yılların sonundan bu yana yazdığı makale ve kitaplar, verdiği seminerler ve konferanslar ile psikanalitik camianın ilgi odağı olmuştur. Otto Kernberg, Klein, Hartman, Mahler, Anna Freud ve Erikson gibi kuramcıların gelişim konusunda öne sürdüklerini çok başarılı bir şekilde harmanlayarak kendine ait bir gelişim modeli oluşturmuştur. Kariyerinin son yıllarında yoğun olarak “cinsel heyecan” ve “erotik arzu”nun doğası üzerine yazmıştır. Kuramındaki gelişim modeli ve psikopatoloji etyolojisi açısından cinsellik ve aşk duygularını araştırmaktadır. Psikanalize ve psikiyatriye en önemli katkılarından biri, “sınır kişilik örgütlemesi”ni tanılandırılması, sınıflandırılması ve terapisi ile ilgili çalışmalarıdır.
Karen HORNEY(1885-1952)
1885'te Hammbur'da doğdu. 1904'te anne ve babası ayrıldı. Bu durum Karen'ın stressli yaşamının başlangıcı oldu. 1906'da tıpfakültesine girdi. 1909'da hukuk öğrencisi Oscar Horney ile evlendi. 1910'da annesi vefat etti. Ailesiyle yaşadığı çatışmalar ve zor koşullar onu psikanalize yöneltti. Freud, "evlendiği adam babasından farklı biri değil" demişti. Caren Horney, tıp öğreniminden sonra Berlin Psikanaliz Enstitüsü'ne girdi. Birçok enstitüde görev alan Horney, New York Psikanaliz Enstitüsü'ndeki görevine son verildikten sonra "Association for the Advancement of Psychoanalysis"i kurdu. Psikanalizin ilerlemesine ve bireyler arası ilişkilerin incelenmesine önemli katkıları olmuştur.
Melanie KLEİN
Temelde Freud’un izinde olan ve Budapeşte’den Berlin’e, oradan da 1926 yılında İngiltere’ye göç eden Klein, çocuklarla sürdürdüğü psikanalitik çalışmalarında ilgisini içleştirilmiş objelere odaklaştırarak psikanaliz kuramına farklı bir boyut getirmiştir. Yaşamın ilk yılının ruhsal gelişimin en belirleyici dönemi olduğunu vurgulayan Klein, 3-6 yaşları arasında yaşandığı düşünülen Oediepus Kompleksinin aslında yaşamın ilk ayının ikinci yarısında yaşanan memeden kesilme süreci içinde yer aldığı görüşündedir. Klein’a göre iç güdüsel dürtüler, spesifik obje ilişkileri içine geçişmiş karmaşık ruhsal fenomenlerdir. Klein’ın görüşleri başlangıçta İngiliz Psikanaliz Derneği’nde sert tartışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Zamanla kuruluş içinde Klein’ı destekleyenler, ona karşı olanlar ve tarafsızlar olmak üzere 3 grup olmuştur. Klein ve Fairbairn’in çalışmaları ile “Şizoid İnsan” tipi tanımlanmıştır.
Heinz KOHUT(1913-1981)
Benlik Psikolojisi ekolünün kurucusu Heinz Kohut, geliştirdiği kuramı Freud'un teorisinin tamamlayıcısı olarak görmekteydi. "Benlik nesnesi" kavramını ortaya attı (Çocuk tarafından benliğin parçası olarak algılanan nesne-kişi). İnsan yapısını iki kutuplu olarak görür. Bu durumu "iki kutuplu benlik" olarak tanımlar. Bir kutupta hırslar ve tutkular, diğer kutupta ise idealler ve değerler vardır. İnsanın psişik süreçleri bu iki kutup arasında gerilime tabidirler. Kohut'a göre patalojik boyuttaki erotizasyon ve saldırganlık Freud'un iddia ettiği gibi, birincil iç güdüler değil, hayal kırıklıkları sonucunda oluşan tepkilerdir.
Otto RANK(1884-1939)
Freud'un gözde oğullarından biriydi. Çok yoksul bir aileden geliyordu. 25 yaşına kadar çilingirlik yapmıştı. Ancak öğrenim yaşamına devam etmeye karar vererek 25 yaşından sonra okulunu dışardan bitirdi. Tıp mezunu olmayan psikanalistlerdendir. 28 yaşında Viyana Psikanaliz Derneğinin Sekreterliğine başladı. 1924'te Amerikan Psikanaliz Derneğinin fahri üyesi oldu. Sandor Ferenezi ile birlikte daha az otoriter, daha çok eşitlikçi, psikoterapi odaklı, burada ve şimdi ilkesiyle hareket eden, gerçek ilişkiye dayanan, daha çok, geçmiş öykü, karşı aktarım, bilinçaltı üzerinde yoğunlaşan bir terapi ilişkisi geliştirdi. Rank'ın "Doğum Travması" (1924) adlı kitabı üzerine çıkan tartışmalar Freud'dan ayrılmasıyla sonuçlandı. Otto Rank, görüşlerinde anne-çocuk ilişkisi ve oediepus kompleksi üzerine yoğunlaşıyordu
.
Anna FREUD (1896-1982)
1910’dan beri sürekli babasının yazılarını okuyordu ancak psikolojiyle ciddi anlamda ilgilenmeye 1918’de başladı. 1920’de babasıyla birlikte Uluslar arası Psikanaliz Kongresine katıldı. 1922’de Viyana Psikanaliz Derneği üyelerine “Hayaller ve Saldırganlık” (Beating Fantasies and Daydreams) adlı yazısını sundu. 1923’te çocuklarla psikanaliz çalışmalarına başladı. 2 yıl sonra Viyana Psikanaliz Eğitim Enstitüsü’nde “Çocuk Analizi Tekniği” üzerine dersler verdi.Bu alanda yaptığı çalışmaları, anne-baba, öğretmenler için bir seri konferanstan oluşan “Çocuk Analizinin Tekniği” (İntroduction to the Technique of Child Analysis) adlı kitabında topladı. 1927-34 yılları arasında Uluslar arası Psikanaliz Derneği’nin genel sekreterliğini yaptı. “Goethe Ödülü”nü aldı. 1935’te Viyana Psikalaniz Enstitüsünün yöneticisi oldu. 1935’te “Ego Savunma Mekanizmaları” (The Ego and the Mechanisms) adlı kitabını yazdı. Kimsesiz çocuklar için bir çocuk yuvası kurdu ve 80 çocukla yakından ilgilendi. Dorothy Burlingham ile birlikte “Savaş Çocukları ve Ailesiz Çocuklar”ı yayınladı. 1950’lerden itibaren ABD de düzenli olarak konferanslar verdi. 1970’lerde, çocukların duygusal yoksunluk nedenleri, sosyal zararları, sapmalar, gelişim gecikmeleri gibi problemler üzerine yoğunlaştı. Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesinde “Suç ve Aile” üzerine seminerler verdi. 1980’de Harvard Üniversitesi’nden “Fahri Doktor” unvanını aldı. Ölümünden sonra yıllarca çalıştığı Hampstead Clinic’in adı “Anna Freud Center” olarak değiştirildi.
Carl Gustav JUNG
İsviçreli Jung Freud'un öğrencisiydi ve 1912'de Freud'dan ayrıldı. Jung, ruhsal dinamikleri anlamak için, hastanın kendisini değerlendirmesini dinlemenin yeterli olmadığını, ortak (toplumsal) bir bilinç altının da olduğunu öne sürdü. Bu toplumsal bilinç altının öğeleri, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana tüm insanların bilinçaltında tek tek taşıdıkları kültürel ilk örneklerdi. Jung, ortak bilinçaltından yola çıkarak düşleri yorumladı.
Alfred ADLER(1870-1937)
Adler de Freud'un öğrencisiydi ve O da Jung gibi 1912'de ustasından ayrıldı. Sorunlarımızın kökenine inmektense, kendimizi pratikte işe yarayacak kadar tanımanın önemli olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden "bireysel psikoloji"yi kurdu. Ona göre nevrozlar 5 yaşında yaşanan aşağılık yada üstünlük kompleksinden oluşuyordu. Analistin görevi "toplumsal duyuşu" oluşturan nevrozları dengelemekti.
Otto KERNBERG
Kernberg, Nesne İlişkileri Ekolü’nün A.B.D.’de ve dünyada yaygınlaşıp benimsenmesinde büyük rol oynamış; 60’lı yılların sonundan bu yana yazdığı makale ve kitaplar, verdiği seminerler ve konferanslar ile psikanalitik camianın ilgi odağı olmuştur. Otto Kernberg, Klein, Hartman, Mahler, Anna Freud ve Erikson gibi kuramcıların gelişim konusunda öne sürdüklerini çok başarılı bir şekilde harmanlayarak kendine ait bir gelişim modeli oluşturmuştur. Kariyerinin son yıllarında yoğun olarak “cinsel heyecan” ve “erotik arzu”nun doğası üzerine yazmıştır. Kuramındaki gelişim modeli ve psikopatoloji etyolojisi açısından cinsellik ve aşk duygularını araştırmaktadır. Psikanalize ve psikiyatriye en önemli katkılarından biri, “sınır kişilik örgütlemesi”ni tanılandırılması, sınıflandırılması ve terapisi ile ilgili çalışmalarıdır.
Karen HORNEY(1885-1952)
1885'te Hammbur'da doğdu. 1904'te anne ve babası ayrıldı. Bu durum Karen'ın stressli yaşamının başlangıcı oldu. 1906'da tıpfakültesine girdi. 1909'da hukuk öğrencisi Oscar Horney ile evlendi. 1910'da annesi vefat etti. Ailesiyle yaşadığı çatışmalar ve zor koşullar onu psikanalize yöneltti. Freud, "evlendiği adam babasından farklı biri değil" demişti. Caren Horney, tıp öğreniminden sonra Berlin Psikanaliz Enstitüsü'ne girdi. Birçok enstitüde görev alan Horney, New York Psikanaliz Enstitüsü'ndeki görevine son verildikten sonra "Association for the Advancement of Psychoanalysis"i kurdu. Psikanalizin ilerlemesine ve bireyler arası ilişkilerin incelenmesine önemli katkıları olmuştur.
Melanie KLEİN
Temelde Freud’un izinde olan ve Budapeşte’den Berlin’e, oradan da 1926 yılında İngiltere’ye göç eden Klein, çocuklarla sürdürdüğü psikanalitik çalışmalarında ilgisini içleştirilmiş objelere odaklaştırarak psikanaliz kuramına farklı bir boyut getirmiştir. Yaşamın ilk yılının ruhsal gelişimin en belirleyici dönemi olduğunu vurgulayan Klein, 3-6 yaşları arasında yaşandığı düşünülen Oediepus Kompleksinin aslında yaşamın ilk ayının ikinci yarısında yaşanan memeden kesilme süreci içinde yer aldığı görüşündedir. Klein’a göre iç güdüsel dürtüler, spesifik obje ilişkileri içine geçişmiş karmaşık ruhsal fenomenlerdir. Klein’ın görüşleri başlangıçta İngiliz Psikanaliz Derneği’nde sert tartışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Zamanla kuruluş içinde Klein’ı destekleyenler, ona karşı olanlar ve tarafsızlar olmak üzere 3 grup olmuştur. Klein ve Fairbairn’in çalışmaları ile “Şizoid İnsan” tipi tanımlanmıştır.
Heinz KOHUT(1913-1981)
Benlik Psikolojisi ekolünün kurucusu Heinz Kohut, geliştirdiği kuramı Freud'un teorisinin tamamlayıcısı olarak görmekteydi. "Benlik nesnesi" kavramını ortaya attı (Çocuk tarafından benliğin parçası olarak algılanan nesne-kişi). İnsan yapısını iki kutuplu olarak görür. Bu durumu "iki kutuplu benlik" olarak tanımlar. Bir kutupta hırslar ve tutkular, diğer kutupta ise idealler ve değerler vardır. İnsanın psişik süreçleri bu iki kutup arasında gerilime tabidirler. Kohut'a göre patalojik boyuttaki erotizasyon ve saldırganlık Freud'un iddia ettiği gibi, birincil iç güdüler değil, hayal kırıklıkları sonucunda oluşan tepkilerdir.
Otto RANK(1884-1939)
Freud'un gözde oğullarından biriydi. Çok yoksul bir aileden geliyordu. 25 yaşına kadar çilingirlik yapmıştı. Ancak öğrenim yaşamına devam etmeye karar vererek 25 yaşından sonra okulunu dışardan bitirdi. Tıp mezunu olmayan psikanalistlerdendir. 28 yaşında Viyana Psikanaliz Derneğinin Sekreterliğine başladı. 1924'te Amerikan Psikanaliz Derneğinin fahri üyesi oldu. Sandor Ferenezi ile birlikte daha az otoriter, daha çok eşitlikçi, psikoterapi odaklı, burada ve şimdi ilkesiyle hareket eden, gerçek ilişkiye dayanan, daha çok, geçmiş öykü, karşı aktarım, bilinçaltı üzerinde yoğunlaşan bir terapi ilişkisi geliştirdi. Rank'ın "Doğum Travması" (1924) adlı kitabı üzerine çıkan tartışmalar Freud'dan ayrılmasıyla sonuçlandı. Otto Rank, görüşlerinde anne-çocuk ilişkisi ve oediepus kompleksi üzerine yoğunlaşıyordu
Kavram Haritaları
Kavram Haritaları
Kavram haritası,insanların nasıl öğrendikleri ile anlamlı öğrenme konuları arasında köprü kuran bir öğrenme,öğretme stratejisidir. Bir kavram haritası daha geniş bir kavram başlığı altındaki kavramların birbirleriyle ilişkilerini gösteren iki boyutlu bir şemadır. Kavramların öğrencinin zihnine girmesi için öğrencinin ön bilgisinin yeterli olması ve etkin olarak kavramları ve o kavramlar arasındaki ilişkileri düşünmesi de gereklidir.
Öğrenciler bir ders konusu anlatımında ya da okuduğu bir ders konusunu anlamak için önce o konudaki kavramları belirlemeli ve bu kavramlar arasındaki ilişkileri anlamaya çalışmalıdır. Öğrenme,öğrencinin kendi çabası ile oluşur. Öğrenci kendi başına kavramları düşünebilmeli ve onları ilişkilendirebilmelidir. Bu amaçla Novak ve Gowin (1983),Ausubel’in öğrenme kuramını da temel alarak,kavram haritalarını geliştirmişlerdir.
Kavram haritaları,bilginin zihinde somut ve görsel olarak düzenlenmesini sağlar. Çünkü,tüm bir öğretim yılı tek bir ünite ya da bir ders içinde önemli kavramlar arası ilişkileri şematize etmede etkili bir yoldur. Kavram haritası yöntemi diğer alanlarda olduğu gibi fen öğretiminde de anlamlı öğrenmeyi sağlamada önemli yöntemlerden birisidir. Burada anlamlı öğrenme ve tersi olan ezbere öğrenme kavramlarını açıklamak uygun görülmektedir.
Anlamlı öğrenme;bireylerin, öğretimin bir sonucu olarak önceden edindikleri bilgilerle yenileri arasında bağlantı kurarak anlamlı bir bütün oluşturmalarıdır .Ezbere öğrenme ise anlamadan ya da önceki bilgilerle bağlantı kurmadan bilgilerin alınmasıdır.
Kavram haritaları tek bir kavramın aynı kategorideki diğer kavramlarla ilişkisini belirten somut grafiklerdir. Kavram haritaları için öğrencilerin öğrenmeleri gereken kavramların neler olduğu ve bu kavramlar arasında nasıl bir bağ kurulacağını gösteren planlama düzenekleri olarak düşünülebilir.
Kavram haritaları öğrenciler tarafından hazırlandığı zaman öğrencileri bir ders konusunda geçen kavramları bulmaya ve onları ilişkilendirmeye zorlamaktadır. Öğrenciler kendi kendilerine ders konularının anlamlı bir biçimde öğrenilmesini öğrenmektedirler.
Kavram Haritaları Niçin Yararlıdır?
Son yılarda,kavram haritaları öğretmenler için çok yararlı öğretme ve değerlendirme stratejisi haline gelmiştir. Bu stratejiyi diğerlerinden üstün kılan yararları aşağıda sıralanmıştır:
• Kavram haritası yöntemini diğerlerinden üstün kılan öncelikli avantajı,esas fikirlerin görsel sunumunu elde edilebilir kılmasıdır. Ancak kavram haritaları gerek öğretmenlerin gerekse öğrencilerin yarattığı bütünlerdir. Bu sebeple aynı konuya yada kavrama yönelik kavram haritaları yaratıcıların özel görüşlerini yansıttıkları için farklı faklı çizilebilir.
• Öğrenmeyi gözle görülür biçimde arttırır.
• Faklı öğrenme şekillerine ve öğrenciler arasındaki diğer bireysel faklılıklara hitap eder.
• Pek çok değişik konu,öğretim aşaması ve not seviyesi için uygundur.
• Öğrenilmesi,öğretilmesi ve kullanılması kolaydır.
• Kapsam temellidir.
• Kapsam oluşturulması ve bütünleştirilmesinin değerlendirilmesinde kolaylıkla kullanılabilir.
• Kavram haritaları,öğrenci merkezli,öğrenci aktif yöntemlerdir ve öğrenciyle öğretmen tartışarak bir haritayı oluşturduklarında öğretmen öğrenci etkileşimini teşvik eder.
• Kavramlar arasındaki doğrusal ilişkileri tanımlanmalarına yararlı bir alternatif oluşturulur.
• Bir sistem içindeki ilişkileri göstermesinde yararlı alternatiflerdir.
Öğrenciler okul yılları süresince,kavram haritaları oluşturmayı öğrendikçe kavramları ayrı ayrı ve kopuk düşünmekten çok,kavramlar arasında bağlantılar kurmaya alışacaklardır. Bir kavramı öğrendikçe yeniden pek çok harita düzenlemek için istekli olacaklardır. Öğrenciler kavram haritaları oluşturmaya devam ettikçe bilgileri organize etme ve kavramları,sentezlerle birleştirme konusunda yetenekleri de gelişecektir.
Kavram Haritaları Nasıl Oluşturulur?
• Öğretilecek konunun kavramları listelenir. Kavramlarla ilgili açıklama ger ekmez. Eşya ve olayların tekil örnekleri,özel adlar kavram olmadıkları için bu listeye alınmaz. İlkeler ve kavramlar arası ilişkiler de bu listeye dahil değildir.
• Kavramlar listesinden en genel veya en üst düzeyde olan sözcük ayrı bir sayfanın başına yazılır. Bu bir kavram olabileceği gibi bir tema da olabilir. Bundan sonra öğretilmek istenen ilişkili kavramlar aşamalı bir düzende sayfaya yerleştirilir. Düşey düzenlemede en genel kavram en üstte,eşit genellikteki kavramlar aynı satırda,diğerleri genellik derecelerine göre azalan sırda sayfanın altına doğru sıralanır.
• Kavramlar haritadaki değer sözcüklerden kolayca ayırt edilebilmelidir. Bunun için kavramlar kutu veya yuvarlak içine alınır.
• Öğretilmek istenilen kavramlar arası ilişkiler genelleme ve ilkeler ayrıca listelenir.
• Kavram haritasında iki kavram arasındaki ilişkiyi göstermek üzere iki kutu bir çizgi ile bağlanır. İlişki bu çizginin üzerine birkaç kelimelik bir ibareyle yazılır. Bu ilişki haritadaki kavramlardan en az birini ilgilendiren bir önermedir. İlişkiler ve ilkeler kutulanmaz. Bazı hallerde ilişkinin yönü önemli olduğu için belirtilecek ilişki yönü ok ile gösterilir. İlişkileri içermeyen bir kavram haritası daha ziyade bir akış diyagramına benzer,öğretimde yeterince etkili olmaz.
• Kavram haritası gereğinden fazla şişirilmemelidir. Harita başlangıçta basit tutulmalıdır. Harita çok sayıda kavramı ilişkiyi ve ilkeyi içeriyorsa önce en önemli elemanları topluca gösteren bir genel harita,sonra genel haritanın bölümlerini ayrı ayrı gösteren ayrıntılı haritalar yapılmalıdır.
• Bu aşamalardan sonra kavram haritası tamamlanmış olur. Ancak bu süreç içerisinde dikkat edilmesi gereken bazı konular vardır. Tüm harita genelinde oradan oraya atlanmamalıdır,güçlü temeli olmayan başlıklar seçilmemelidir. Bu başlıklar seçilirken aranacak en güçlü sebep öğrencilerin daha önceden edindiği bilgilerin devamı niteliğinde olmasıdır. Dersin uygun aşamaları süresince önceden öğrenilmiş bilgilerle yeni kavramların ilişkilendirilmesi sağlanmalıdır.
Kavram Haritalarının Dersin Değişik Düzeylerinde Değişik Amaçlarla Kullanılması
Kavram haritası,bir öğretim stratejisi olarak,öğretim modelinin her aşamasında uygulanabilir bir nitelik taşımaktadır. Kavram haritaları,bir konu boyunca defalarda kullanılabilir,örneğin,başlangıç aşamasında,gelişme aşamasında,ya da açıklama aşamasında ve değerlendirme aşamasında. Kavram haritaları aynı zamanda ,öğrencilerin konular arasında bağlantı kurmalarına yardımcı olan,üniteler ya da bölümler arasındaki geçiş görevini de üstlenir. Pek çok öğrenci için kavram haritaları bir konu ya da üniteyi tekrar etmenin ve sınavlara hazırlanmanın doğal bir yolu olabilir.
Başlangıç Aşamasında Kavram Haritasının Kullanılması
Eğer öğrencilerin kavram hakkında önceden bilgileri varsa,bu aşamada kavram haritasının yöntemini kullanmak en uygun stratejilerden birisidir. Bu aşamada,kavram haritaları öğrencilerin kavram hakkında önceden bir şeyler bilip bilmediklerini belirlemek amacıyla da kullanılabilir. Öğrencilerden o andaki anlattıklarına göre bir kavram haritası yapmaları istenebilir. Bu da sınıfımızdaki öğrenciler arasındaki en genel yanlış anlamaları belirleyip düzeltmek için bir fırsat verecektir.
Kavram haritası bir başlangıç çalışmasında kullanılırsa,daha sonraki aşamalarda öğrencilerden aynı kavramı yeniden haritalandırmaları istenebilir. Böylece öğrencilerin öğrenmelerinde ne kadar önemli bir gelişme olduğunu görsel olarak ölçme olanağı elde edilmiş olur.
Araştırma Aşamasında Kavram Haritasının Kullanımı
Bu aşamada,kavram haritası öğrencilerin kavram değişiklikleri hakkındaki görüşlerini sergilemelerini sağlar ve onlar kavramların yeni yönlerini araştırdıkça konularda gelişir .Bu çalışma sırasında,öğrencilere kısmen tamamlanmış bir harita verip kavramı araştırıp öğrendikçe bu haritayı tamamlamalarını istemek,özellikle de öğrenciler kavram haritası yöntemini yeni öğreniyorsa,çok uygun olacaktır. Öğrenciler daha önce kavram haritası yapmışlarsa aynı haritayı kullanabilir ve farklı renkte bir kalem kullanarak onu değiştirebilirler. Bu değişiklikler de,bir kavramı araştırdıkça ne kadar çok yeni bilgi öğrendiklerini yansıtacaktır.
Açıklama Aşamasında Kavram Haritasının Kullanımı
Açıklama aşamasında bir kavram haritası yapmak,öğrencilerin bir kavramdan ne anladıklarını görsel olarak yansıtması nedeniyle uygun olacaktır. Fen bilgisinde örneğin deneysel bir çalışma ya da tartışma tamamlandıktan sonra öğrencilerden bir kavram haritası çizmeleri istenebilir .Eğer kavramlar çok zor değilse,bunu kendileri yapabilirler,aksi halde onlara kısmen tamamlanmış bir harita verip gerisini tamamlamaları istenebilir. Okuduklarında ve kavramlardan ne anladıklarını özetlemeleri istenip,daha sonra bir kavram haritası çizmeleri istenebilir. Öğrencinin öğrenme sistemine bakarak,not alma ya da taslak çıkarma gibi yöntemlerle alternatif olarak kullanılan kavram haritası da çok yararlı olabilir .Bazı öğrenciler için taslak çıkarmak güç olabilir ve bu öğrenciler için kavram haritası daha doğal bir alternatif olabilir. Ayrıca,eğer öğrenciler daha önceki bir aşamada aynı kavramın bir haritasını yapmışlarsa,bu ikisini karşılaştırmak ilginç olacaktır.
Geliştirme Aşamasında Kavram Haritasının Kullanımı
Bu aşamada öğrencilerin,açıklama bölümünde çizmiş oldukları bir kavram haritasını aynı kavram için yeniden kullanmaları fakat farklı renkteki kalemlerle,geliştirme çalışmasında öğrendikleri doğrultusunda eklemeler yapmaları uygun olacaktır.
Gelişme aşamasındaki kavram haritası,çapraz bağlantıları ve ileri düzeydeki önermeleri ile bir önceki aşamanınkinden daha karmaşık görünebilir. Aynı zamanda,kısmen tamamlanmış bir haritayı öğrencilere vermek de,geliştirmekte oldukları bir kavram hakkındaki bir sınıf ya da grup tartışmasını başlatmak için uygun bir yoldur.
Değerlendirme Aşamasında Kavram Haritasının Kullanımı
Kavram haritası,pek çok değerlendirme çalışmalarına uygun bir metottur .Öğrencilerin bir kavramı ne kadar iyi anladıkları konusunda yararlı yollar sunmaktadır. Aynı zamanda,öğrencilerin anlamakta güçlük çektikleri kavramları belirlemek açısından da olasılıklar yaratır.
Kavram haritası bazı öğrencilerin daha fazla ilgisini çekeceğinden ve bir kavramın haritaya dökülmesinin tek bir yolu olmadığından,başlangıçta öğrencilerin çizdiği haritalara not verilmemesi tavsiye edilir. Böylece,öğrencilerin bir kavramı ne kadar iyi anladıklarını onlara söyleme ya da takıldıkları yerleri çözebilme fırsatı elde edilmiş olur. Haritada öğrencilere zorluk çıkaran alanları belirledikten sonra,bireysel olarak yanlış anlamaları tartışıp haritayı yeniden çizmeleri istenebilir. Bu da öğrencilerin kavramları anlama ve aralarındaki ilişkileri çözümleyebilmelerini sağlayacaktır.
Öğrenciler kavram haritası yapmaya alıştıklarında artık,yaptıkları haritalara not vererek değerlendirilebilir. Bununla birlikte,öğrencilerin haritalarında sundukları önermelerin bütünlüğü ve niteliği notla değerlendirilir
Modern Hayatın Getirdikleri Götürdükleri
Modern Hayatın Getirdikleri Götürdükleri
Endüstri devrimi sonrası bilim ve teknolojideki gelişmeler ortalama canlı ömrünü uzatmakla kalmayıp, yaşam standardını, kalitesini ve konforunu da yükseltti. Modernite ile birlikte bireycilik ön plana çıkmış ancak bu da sosyal ve toplumsal bazlı meseleleri bireysel psikopatolojiye ingirgeme yanılgısını beraberinde getirdi. Günlük yaşamımıza ve konuşma dilimize git gide daha fazla sinen bazı kavramlar var. Afşar Timuçin, Cemal Dindar ve Yavuz Erten’in “Bilim ve Felsefe Açısından Ruhsallık” adlı kitaplarında da yer verildiği üzere, günlük konuşma dilimize her geçen gün biraz daha sinen psikoloji ve psikiyatri terminolojisi ile; üzüntülü ve kederli olanları “depresif”, temiz, titiz ve kılı kırk yaran insanları “obsesif”, fazla neşeli konuşmalar içindeki yüksek sesli kahkahaları ise “manik” olarak etiketleme eğilimi yaygınlaşarak indirgemeci ve yanılsamalı bir bakış açısı yaratmaya başlamıştır.
Genetik, biyolojik ve nöro-kimyasal açıklamaların ağırlık kazandığı günümüzde eğer psikoloji ve psikiyatri de sosyolojiden, antropolojiden ve tarihten bu kadar ayrı tutulmaya başlanırsa, git gide daha da kuru ve yavan bir hal alacak ve gerçeği tüm boyutlarıyla ve sağlıklı bir zeminde ortaya koymaktan da uzaklaşacaktır. İlaç tedavilerinin ön plana çıktığı günümüzde, özellikle anti-depresanların en çok satılan ilaçlar listesinde başı çekmeye başlaması, insanların eş-dost sohbetlerinde birbirlerine tavsiye ettiği bir şey haline gelmesi dikkat çekicidir.
Modern yaşam ve kapitalizm ile birlikte; iç donanım, iç zenginlik ve iç güzellik yerini dış görünüm, güç, iktidar, para, sahiplik, gençlik, güzellik ve cinsellik kavramlarına bıraktı. Parlatılmış, cilalanmış ve şişirilmiş yanılsamalı egolar çağımıza damgasını vurdu. Narsizm doruk noktasına geldi. Altta yatan boşluk, değersizlik ve güvensizlik hisleri; maddi ve somut servetle, sahip olunan sözde değerli objelerle doyurulmaya çalışılmaya başlandı.
Kadınlık ve erkeklik imgeleri değişti, cinsellik metalaştı ve pornografi ön plana çıktı. Çocukluk masumiyeti ortadan kalktı; çocuklar adeta küçük kadınlar ve küçük erkekler haline geldi. Ergenlik ise çok uzun bir sürece yayılmaya ve hatta hiç bitmemeye başladı ! Yetişkinlik ve olgunluk yerini bitmemiş ergenliklere bıraktı !
İletişim teknolojisi ve ağları gelişti, yaygınlaştı ama bu insanların arasındaki gerçek iletişimi ve ilişkiyi güçlendirmeye, zenginleştirmeye yetmedi; bilakis insanları hem kendine hem de birbirine daha da yabancılaştırdı. İnsanlar yalnızlaştı. Bağlar ve bağlılıklar zayıflarken, bağımlılıklar arttı...
Geniş aileler yerini çekirdek ailere bıraktı. Çocuk sayısı azaldı. Buna bağlı olarak da kardeş, kuzen ve yakın akraba bağlantıları güç kaybetti... Geniş aileler terkedilince, çocuk bakımı ve sorumluluğu önce sadece annelere kaldı. Sonra da çalışma hayatı ile birlikte annelerden de bakıcılara ya da kurumlara geçti... Çocuklar ve gençler televizyonun, bilgisayarın, internetin ve mobil telefonların bombardımanı altında, her tür etkiye açık ve savunmasız kaldılar...
Medyada, özellikle de ekranlarda, herkesin gösterecek bir şeyi ve anlatacak bir hikayesi var artık; kimileri bedenlerini, güzelliklerini, gençliklerini, kimileri ilişkilerini, kimileri ise sahip oldukları zenginliği ekranlarda sergilerken, kimileri de sahip olamadıklarını, yokluklarını, acılarını, hayal kırıklıklarını duyurmak için ekranlardalar.
Televizyon, bilgisayar, internet ve mobil telefon teknolojisi ile iletişim ve bilgiye erişim; büyük kolaylık, hız, akışkanlık ve esneklik kazandı. Mesafeler, fiziksel engeller ve sınırlamalar büyük ölçüde ortadan kalktı. Uzaklar yakın, özel alanlar kamusal, mahremler aleni olurken, aile hayatı ve sosyal paylaşımlar da yerini yavaş yavaş bireysel yaşantıya ve hatta o da git gide yalnızlığa bıraktı...
İstatistiklere göre, kalabalık metropollerde yaşayan insanlar kendilerini daha fazla yalnız hissediyorlar... Modern şehir hayatında aileler küçüldü, sosyal bağlar zayıfladı, komşuluk, akrabalık, ahbaplık, arkadaşlık ilişkileri yoğunluğunu ve önemini kaybetti, bazı değerlerin içi boşaldı ve tüm bunların nihayetinde de kalabalıklar içinde yalnız olmak kaçınılmaz son oldu...
Hayatımıza giren hatta artık hayatımızın “vazgeçilmez” birer parçası haline gelen bu teknoloji ürünleri ile kişisel alanımız ve özgürlüğümüz de daralıyor farkında olmadan. Zira, cep telefonunuzu kapatıp da oturamıyorsunuz, arayanların “neden telefonun kapalı ?” sorularına ve şüphelerine yer vermemek için, her an ulaşılabilir ve her an herşeye hazır olma zorunluluğu getiriyor adeta.
Mobil telefon şirketleri yalan, hile ve sahtekarlık için gerekli teknik alt yapıyı sunar ve bununla birbirleriyle yarışırcasına ve kendileriyle gurur duyarcasına yapıyor olmalarını hayret, üzüntü ve endişeyle karşılıyorum.
Geçmişin ve geleceğin bir önemi yok. Artık sadece şimdi ve burada, anı yaşamaya programlanıyoruz. Arzu ve isteklerimizin ille de hemen şimdi karşılanmasına ihtiyaç duyuyoruz; beklemeye, sabretmeye, emek vermeye, toleransımız yok derecede az... Hızlı yaşama, çabuk tatmine ve tüketime ayarlı yeni kuşak gençleri hayatı “fast-food” tarzında ve “popüler kültür” kıvamında tüketme eğiliminde. Bilgiyi, bilgeliği, üretimi ve erdemi değersizleştiren; üretmeden tüketmeyi, anlık hazları, bencilliği, içi boşluğu ve dışı renkliliği körükleyen bir zaman...
İstatistiklere göre ;
Depresyon, intihar ve anti-sosyal kişilik bozukluğu oranları; Batı toplumlarında, Doğu ve Akdeniz toplumlarına kıyasla açık ara daha yaygın... Bu farkı yaratan ve Doğu toplumlarını koruyan en güçlü faktörün ise öz kültürleri, insan ve ilişki odaklı yaşam tarzları olduğu düşünülüyor... Aile bağları; eşlik, dostluk, arkadaşlık, komşuluk ilişkileri; doğum, ölüm ve evlilik ritüelleri; gelenekler, sosyal alışkanlıklar ve insancıl paylaşımlar aracılığıyla kurulan destek ağları, iletişim, dayanışma ve duyarlılık en belirgin ve en değerli koruyucu etkenler olarak görülüyor..
Beklentilerin Gücü ve Plasebo Etkisi
Beklentilerin Gücü ve Plasebo Etkisi
"İyileşeceğine gerçekten inanan kişi iyileşir" derler. Öyle ki pek çok kanserle savaşım hikayesi vardır sonunda hastaların hayatı yeniden sağlıkla kucakladıkları. Nice ölümlerden dönenler, ölümle burun buruna gelip en amansız hastalıklardan zaferle sıyrılanlar... Günlük hayatta buna kimileri beyin gücü der, kimileri moral, kimileriyse inanç. İsmi her ne konulursa konulsun çoğu zaman kişi bir neden arar "moral" ya da "inancını" yüksek tutmaya. Kendisini iyi edecek bir neden. Bir ilaç. Peki ya bu ilaç bir şekerden ibaretse?
Bugün herhangi bir hastalığın tedavisi sırasında moral ya da olumlu beklentilerin bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek süreci hızlandırabildiği biliniyor. Gerek tedavi süreci sırasında doktor ve hemşirelerden gördüğü ilgi, gerekse tedavi gördüğü düşüncesi hastaya aldığı ilaçların biyolojik etkilerinden bağımsız olarak güç kazandırabiliyor. Bu nedenle de biliminsanları herhangi bir ilacın kimyasal etkilerini sınarken ilaç görünümündeki şekerlemelerle ilaçların ayrı ayrı etkilerini gözlemleyip iki etkinin farkından ilacın iyileştirici gücüne dair çıkarımlarda bulunuyorlar. Eğer ki sıradan bir şeker bile yalnızca "ilaç" adı altında sunulduğu için aynı seviyede bir iyileşme gözlemleniyorsa ilaç başarısız kabul ediliyor. İşte, ilaç görünümündeki bu şekerlemeler "plasebo" adını alıyor. Plasebolar salt biyolojik hastalıklara çare ararken yapılan araştırmalarda değil depresyon gibi psikolojik etmenlerin rol oynadığı hastalıkların tedavi araştırmalarında da etkili bir yöntem olarak ortaya çıkıyor. Bazı araştırmacılar plasebo etkisini klasik koşullanmayla açıklarken diğerleri "mutluluk kimyasalı" olarak bilinen endorfin salınımının rol oynayabileceğini düşünüyor:
Klasik Koşullanma ve Plasebolar
Klasik koşullanma sırasında organizmanın belli uyaranlara belli yanıtlar vermeyi öğrendiğine değinen biliminsanları plasebonun da tıpkı bir ilaç uyaranı olarak algılanabileceğini ve bedenin ilaca verdiği biyolojik yanıtların aynılarını tetikleyebileceğini varsayıyorlar. Plasebo aldıktan sonra beyin işleyişi tıpkı ilaç almışçasına değişim gösteren hastalar bu görüşün doğru olabileceğini gösteriyor. Ancak varsayım plasebo etkisini üst seviye bilişsel nedenlerden uzak tutarak otomatik bir koşullanma sürecine bağlıyor. Oysa sözünü ettiğimiz duygular, beklentiler, umut gibi daha zihinsel süreçler olduğundan yalnızca klasik koşullanmayla açıklamaya çalışmak yetersiz kalabiliyor.
Endorfin Salınımı ve Plasebolar
Plasebo etkisini endorfin salınımıyla açıklayan biliminsanlarıysa ilaç alarak iyileşeceğine inanan hastaların içlerinde korudukları umudun duyguları ve bedensel işleyişleri üzerinde olumlu etki yaratabileceğini vurguluyor. Bu etkileşim sırasındaysa "mutluluk kimyasalları" olarak bilinen ve kişinin duygudurumu ve acı algısını düzenleyen endorfinlerin rol oynadıklarını düşünüyorlar. Nitekim plasebo verildikten sonra bedenlerindeki endorfin salınımı engellenen hastaların acı algılarının tekrar yükseldiğini rapor eden çalışmalar bu görüşü destekliyor.
Plasebo genellikle öyle kayda değer etkiler gösterebiliyor ki bazı biliminsanları psikoterapinin de yalnızca plasebo etkisinden ibaret olduğunu, farklı psikoterapi yöntemlerinin bir anlamda "aynı kapıya çıktıklarını" iddia ediyorlar. Ancak bilimsel çalışmalardan da bilindiği üzere hastanın tedaviye olan inancı her koşulda önem gösteriyor. Tedaviye umutla bağlanan hastalar daha çabuk iyileşiyor. Özellikle de psikolojik rahatsızlıklar söz konusu olduğunda terapinin işe yarayacağına gönülden inanan hastalar terapi sürecine daha aktif katılımda bulunup daha hızlı ilerleme kaydedebiliyorlar. Bu gerçek psikoterapinin yalnızca plasebo etkisinden ibaret olduğu anlamına gelmiyor.
Kuşkusuz plaseboların kullanımı etik sorunları da beraberinde getiriyor. Geçmişin aksine bugün hastalar yeni bir ilacın etkisinin sınandığı çalışmalarda plasebo verilen gruba da düşebilecekleri olasılığı bulunduğu konusunda uyarılıyorlar. Bunun yanısıra eğer ki herhangi bir hastalığın standart tedavisi bulunuyorsa yeni tedavinin plaseboyla değil bu standart yöntemle karşılaştırılması, hiçbir hastanın biyolojik tedaviden mahrum bırakılmaması gerekiyor. Her ne kadar yalnızca plasebo etkisine güvenerek bir hastayı biyolojik tedaviden mahrum bırakmak etiğe aykırı düşse de plasebo etkisi bir hastalıkla savaşımda büyük ipuçları veriyor. Olumlu beklentiler ve tedaviye güven iyileşme sürecini kısaltıyor.
Bilişsel Gelişim Kuramları
Bilişsel Gelişim Kuramları
Bireyin, çevresindeki dünyayı anlamasını ve öğrenmesini sağlayan aktif zihinsel faaliyetlerde gelişime BİLİŞSEL GELİŞİM adı verilmektedir. Bilişsel gelişim; bebeklikten yetişkinliğe kadar bireyin çevreyi, dünyayı anlama, düşünme yollarının daha kompleks ve etkili hale gelme sürecidir ( Sönmez, 2000, sayfa 90 ). Piaget, Bruner ve Vygotsky çocuğun çevresindeki dünyayı değişik yaşlarda nasıl ve niçin böyle gördüğünü ve algıladığını belirlemeye çalışmışlardır .
Senemoğlu, 2001, sayfa 39). PLAGET’YE GÖRE GELİŞİM DÖNEMLERİ Plaget, bilişsel gelişimi dört temel evreye ayırmıştır. Bunlar sırasıyla; duyusal motor, işlem öncesi, somut işlemler, soyut işlemler dönemleridir. Plaget’ekibi göre çocuk bir dönemde kazanması gereken tüm şema ailesine sahip olup gerekli biliş yapılarını oluşturduğunda o dönemdeki gelişimini tamamlamaktadır. Plaget tüm çocukların bu gelişim aşamalarının sırasıla geçirmesi gerektiğine inanmaktadır. Bir gelişim dönemini atlayarak diğerine geçemez. Ancak çocukların gelişim dönemlerine girme ve tamamlama yaşları birbirinden faklılık gösterebilir. Tablo 1’de dört temel dönem ve özellikleri kısaca özetlenmiştir. Tablo 1. Piaget’nin Bilişsel Gelişim Dönemleri ve Özellikleri (Senemoğlu, 2001, Sayfa 46). Evreler Tahmini Yaşlar Erişilen Temel Özellikler Duyusal Motor 0-2 yaş -Kendisini dış dünyadan ayırt etme -Refleksif davranışlardan amaçlı davranışlara geçme -Nesnenin sürekliliğini kazanma İşlem Öncesi Dönem 2-7 yaş -Çevresindeki olay ve nesneleri çeşitli sembollerle ifade etme -Tek yönlü sınıflandırmalar yapma -Başlangıçtaki ben merkezlilikten giderek azalma Somut İşlemler Dönemi 7-11 yaş -Mantıksal düşünme yeteneğinde gelişme -Konumu kazanma -Üst düzeyde sınıflama yapma -Ben merkezlikten uzaklaşma -Somut yollarla problem çözme Somut İşlemler Dönemi 11 yaş + -Soyut düşünme -Bilimsel yöntemle problem çözme -Değer ve inanç sistemini yapılandırma -Fikir dünyasıyla aktif olarak ilgilenme ve düşüncesini etkinliklerine yansıtma 1. DUYUSAL – M OTOR DÖNEMİ (0-2 YAŞ) Bebek, bu aşamada dış dünyayı keşfetmede duyularını ve motor becerilerini kullandığından bu döneme duyusal- motor adı verilmektedir. Bütün bebekler doğuştan reflekstif davranışlara sahiptir. Yeni doğan bebeğin dudaklarınıza dokunduğunda emmeye başlar; elinizi avucuna koyduğunuzda yakalar. Bu refleksler, çocuğun ilk biliş şemalarını oluşturur. Başlangıçta kendisini diğer nesnelerden ayıramayan bebek, bu ilk şemaları, (emme, tutma, yakalama vb.) yoluyla kendi vücudunu keşfetmeye çalışır. Daha sonra, diğer nesnelerle etkinliklere başlar. Çıngırak, fincan vb. nesneleri tutar, emer, vurur. Onları, kendisinde var olan şemalarla tesadüfen keşfeder. Örneğin; çıngırağı ağzına götürdüğünde bundan hoşlanmayabilir. Kendisinde var olan şemayı yeniden düzenleme yoluyla çevresini anlamayı sağlayacak yeni bilişsel yapılar geliştirmeye başlar. Gelecek sefer çıngırağı eline verdiğinizde, sadece ağzına götürmez, elinde sallar. Örneğin; yeni doğan bebeğe mama şişesini ters olarak verdiğinizde de emmeye çalışır. Oysa bir yada iki ay sonra biberonun ne tarafından emileceğini öğrenir. Bebeğin, çevresiyle etkileşimleri sonucu edindiği yaşantılarla oluşturduğu yeni bilişsel yapıla, refleksif davranışlardan, amaçlı davranışlara doğru ilerlemesini sağlar. Artık bebek, kendisine ilginç gelen bazı davranışları sadece tekrar etmez aynı zamanda bazı basit problemleri çözmeye de çalışır. Örneğin; beş aylık bebek, gözünün top battaniyenin altına saklandığında onu aramaktan vazgeçer; oysa sekiz aylık bebek, onu aramaya devam eder. Çünkü bebek, nesne gözünün önünden kaldırıldığında onun yok olmadığını öğrenir. Nesnenin sürekliliğinin gelişimi, bilişsel gelişimde önemli bir adımdır. Daha ileri düşünmenin gelişimi için bir basamaktır. Bebek gözünün önünde kaybolan nesnenin yok olmadığını anladığında, onu zihninde tutacak semboller kullanmaya başlar. Böylece nesne hakkında düşünebilir. Bellek az gelişmiş olmakla birlikte, bu durum belleği kullanmaya başladığının göstergesidir. Duyusal-motor dönemde diğer bir önemli gelişme de deneme – yanılma öğrenmesinin oluşumudur. Örneğin; çocuğun istediği bir topu çocuktan uzağa bir battaniyenin üstüne koyduğumuzu düşünelim. Çocuk battaniye ulaşabilmekte fakat topa ulaşamamaktadır. Bu durumda, küçük bebekler topa birkaç kez ulaşmaya çalışır fakat daha sonra vazgeçer. Daha büyük bebekler, doğrudan topa ulaşamadıklarını gördüklerinde, başka bir yolu denerler. En sonunda, muhtemelen, battaniyeyi çekerek topa ulaşabileceklerini keşfederler. Çocuklar, duyusal-motor döneminin sonlarına doğru başlangıçtaki deneme- yanılma yoluyla problem çözme davranışlarından, daha planlı bir yaklaşımla zihinsel olarak sembolleştirir, resmederler. İşte bu duruma düşünmenin başlangıcı adı verilir. Nesne ve olayların içsel temsilcilerinin oluşturulması kavram ve dil gelişiminin başlangıcını oluşturur. Çocuk gözüznün önünde olmayan nesne ve olayları zihninde temsil edebilir. Düşünmenin başlangıcı olarak nesnelerin zihinde sembolleştirilmesi bilişsel gelişim önemli bir adımdır. Örneğin; oyun parkında oynayan bir çocuk dışarıya kaçan topunu almak için çevresini gözler; topa ulaşmasını sağlayacak bir nesneyi (çubuğu vb.) bulur ve kullanır. Burada çocuk problemi deneme–yanılma yoluyla çözmemiştir. Problemi düşünüp, anlıyarak, çözümü tasarlamış ve zihinsel olarak sonuca ulaşmıştır.
2. İŞLEM ÖNCESİ DÖNEM (2-7 YAŞ) İşlem öncesi dönem ikiye ayrılmaktadır. Bunlar; a) Sembolik dönem yada kavram öncesi dönem (2-4 yaş) b) Sezgisel dönem (4-7 yaş)dır. a) Sembolik dönem yada kavram öncesi dönem: İki dört yaşlarını kapsamaktadır. Bu dönemde çocukların dili, çok hızla gelişir ancak geliştirdikleri kavramlar ve kullandıkları sembollerin anlamları, kendilerine özgüdür; çoğu zaman gerçek değildir. Çocuklar, bu dönemde kompleks kavramları ve ilişkileri anlayamazlar. Örneğin; çocuğa, “ su çok fazla, dökeceksin” dediğinizde, çocuk “ çok fazla” gibi kavramları anlayamadığından suyu dökecektir. 2-4 yaşlarına çocuk, gözünün önünde bulunmayan yada hiç mevcut olmayan nesne, olay, kişi, varlığı temsil eden semboller geliştirmeye başlar. Örneğin; bir çubuğu at, cetveli tabanca gibi kullanabilir. Bu yaşta sembolik oyun sıkça gözlenir. Sembolik oyunlar aracılığıyla çocuklar, çatışmalarını ortaya koyabilir ve dengelerini sağlayabilirler. Çocuklar büyüdükçe sembolik oyunları anlaşılmaz hale gelebilir. Çocuklar, sembolik oyunlarında yetişkinleri yada çevrelerindeki olayları, varlıları taklit ettikleri gibi, oyunu tamamen kendilerine özgü sembollerle de oynayabilirler. Piaget, sembolik oyunun çocuğu bilişsel gelişiminde olduğu kadar duygusal ve sosyal gelişiminde de önemli etkisi olduğunu vurgulamaktadır. • Bu dönemdeki çocuklar ben merkezlidir. Kendilerini başkalarının yerine koyamazlar. Dünyayı başkalarının açısından göremezler. • Objeleri sadece tek bir özellikleri açısından sınıflandırılabilirler. Örneğin; renklerine göre sınıflandırma yada biçimlerine göre sınıflandırma gibi. • Bir özellik bakımından farklı olan nesnelerin farkını göremezler. (Örneğin; yeşil üçgenlerle yeşil kareleri bir arada gruplayabilir.) • Mantık yürütmede tümevarım yada tümdengelim yollarını kullanamazlar. Mantıkları değişken ve yüzeyseldir. Tek yönlü düşünürler. Örneğin, kedi dört bacaklı ve tüylü, küçük bir hayvandır. Buda dört bacaklı, küçük ve tüylü bir hayvan, o halde buda kedidir diyebilir. Örnek olayda da görüldüğü gibi akıl yürütmelere tek yönlüdür. c) Sezgisel Dönem 4-7 yaş arasını kapsar. Çocuklar bu dönemde, mantık kurallarına uygun düşünme yerine, sezgilerine dayalı olarak akıl yürütürle ve problemleri sezgileriyle çözmeye çalışırlar. Dil, hızla gelişmekte, yaşantılar yoluyla kazanılan davranışların sembolleştirilmesine yardım etmektedir. Bu dönemde çocuklar, henüz üst düzeyde sınıflama yapamazlar. Örneğin; nesneleri biçimlerine yada renklerine göre sınıflayabilirler. Fakat ilişkilerini tam olarak farkında değildirler. Ayrıca bütün ve parça arasındaki ilişikileri kuramazlar. Örneğin; sınıftaki erkekler mi çok, kızlar mı, sorusuna eğer erkek sayısı çok ise erkekler diyebilirler. Daha sonra, sınıftaki bütün öğrenciler mi çok, erkekler mi? Diye sorulduğunda da erkekler çok cevabını verebilirler. Korunum henüz gelişmemiştir. Korunum herhangi bir nesne yada nesne grubunun fiziksel biçimi yada mekandaki konumu değiştiğinde, nesnelerin miktar, sayı, alan , hacim vb. özelliklerini değişmeyeceği ilkesidir. Çocuklar bu dönemde, nesnenin dikkat çekici özelliklerine odaklanmakta diğer özelliklerini gözden kaçırmaktadır. Korunumun kazanılmamasında bu özellikleri etkili olmaktadır. Örneğin; eşit miktarda dolu olan iki süt bardağından birini, ince uzun bir bardağa, diğerini geniş bir bardağa çocuğun gözünün önünde boşaltalım. İnce uzun bardaktaki süt daha yüksek göründüğünden çocuk, o bardaktaki sütün daha çok olduğunu söyleyecektir. İki eşit miktardaki çikolata kalıbından birisini parçaladığımızda, çocuk gözü önündeki parçalara ayrılmış olan kalıbı daha çok görecektir. İşlem öncesi dönemin önemli özelliklerinden birisi de, çocuklar işlemleri tersine çeviremezler. Piagete göre, tersine çevirme, düşünmenin önemli bir yönüdür ve korunumun başlangıç noktasıdır. Örneğin; 6+8=14 o halde 14-6=8 işlemini yetişkinler kolaylıkla yapabilir; ancak işlem öncesi dönemdeki çocuklar, bunu tersine çevirme işlemini yapamazlar. Eğer tersine çevirme işlemini işlem öncesi dönemdeki çocuklar yapabilselerdi, sütün ince uzun bardağa boşaltılmasıyla miktarın değişmeyeceğini de kolayca anlayabileceklerdi. İşte bu zihinsel dönüştürme sürecine işlemler adı verilmektedir. İşlem öncesi dönemde çocuğun düşünmesi, fiziksel etkinliğe ve nesnelerin dikkati çeken görünüşüne bağlı olduğundan doğrum mantık yürütemezler, işlem yapamazlar. Sonuç olarak, bu yaşlardaki, çocuklar duyumlarla elde edilen ötesine geçemezler. Yani nesnenin korunumunu kazanmamışlardır. Ancak bu dönemin sonlarına doğru, somut nesnelerle küçük sayıları toplayabilir ve çıkartabilirler. Son yıllarda yapılan araştırmalar, Piaget’nin ortaya koyduğu bazı özelliklerin daha erken yaşlarda öğretilebildiğini göstermektedir. Örneğin; uygun etkinlikler düzenlenerek ve basit bir dil kullanılarak çocuklara korunumun öğretilebildiği gözlenmiştir (Wood, 1988; Damon, 1977; Borke, 1971). Ayrıca, Piaget’nin işlem öncesi çocuğun ben merkezli olduğu görüşü de yeniden değerlendirilmektedir. Çünkü son yapılan araştırmalar, bu yaştaki çocuklarında basit konuları, başkalarının görüşü açısından düşünülebildiğini göstermiştir. Örneğin; anne, çocuğa hasta olduğunu söyleyip yattığında, çocuğun, annenin üstüne battaniye örttüğünü, daha sessiz oynadığı, ilaç verdiği gözlenmektedir. İşlem öncesi dönemin sonuna doğru, çocukların ben merkezli davranışlarda azalma olduğu görülmektedir. Dil Gelişimi: Normal olarak çocuklar okula gidinceye kadar temel dil becerilerini kazanmışlardır. Dil gelişimi, hem sözlü hem de yazılı iletişimle ilgilidir. Sözel iletişim daha erken gelişir, 2-5 yaşları arasında konuşmanın gelişimi çok hızlıdır. Üç yaşında iyi bir konuşmacı olabilirler, üç-dört sözcüklü cümleler kurabilir, cümlelerde fiillerin zamanlarını genellikle doğru kullanabilirler. İşlem öncesi dönemin sonuna doğru sayısız cümleyi anlayabilir ve gramer kurallarına uygun olarak konuşabilirler. Dil gelişimi, sadece sözcüklerin öğrenilmesini değil, aynı zamanda sözcük ve cümlelerin yapısına ilişkin kurallarını öğrenmeyi de kapsar. Örneğin; çoğul yapma, sözcük üretme, cümlenin öğelerini yerinde kullanma vb. gibi. Ancak, bu dönemdeki çocuklar öğrendiği kuralları kullanırken bazen yanlış genellemeler yapabilirler. Örneğin; “ci” eki ile meslek adı türetilmektedir. Ayakkabı–ayakkabıcı, lokanta-lokantacı gibi türetmeler doğru iken, çocuklar aşırı genellemeler yaparak “manav”, “kuaför”,”bakkal”, “şoför” sözcüklerini de “ci” takısını takarak “manavcı”,”kuaförcü” vb. Çocuğun doğumundan beş yaşına kadar olan bir gelişimi ana hatlarıyla Tablo 2 de özetlenmiştir. Beş yaşındaki çocuklar artık, fikirlerini düzgün bir şeklide uzun cümlelerle ifade edebilmektedirler. Ayrıca, bu yaşlardaki çocuklar, dilin kuralları ve sözcüklerle oynayarak, komik cümleler ve sözcükler üretmekten çok hoşlanırlar. Tablo 2. 0-5 Yaş Çocuğun Dil Gelişimi Yıllar Tanımlama Örnekler Birinci Yıl Kategorik algılama Agulama Bebek birinci ayda konuşma sesini yetişkinlerin yaptığı gibi kategoriler 3.-4. Aylarda agulamaya başlar. Agulamada belli seslerin çıkış sırası, pekiştirme ve ana babanın konuşmasında kullandığı seslerden bağımsız olarak tüm çocuklarda aynıdır. Birinci yılın sonunda bebek kendi dilinin seslerini tam olarak öğrenir ve ilk sözcüğü üretir. Ba ba Didi Geh – geh Mama İkinci Yıl Tek sözcük İki sözcük Onsekizinci ayın sonuna kadar, bebek muhtemelen bir düzine (12 sözcük) sözcüğü tek tek söyleyebilir. Duygusal-motor düzeyde kazandığı bilgiyi, yansıtan iki sözcükle konuşmaya başlar. Aç Yap O top Mama iç Kapı aç Çok top Top vur Üçüncü Yıl Anlamlı Konuşma Cümlelerine dilbilgisi kurallarını ekler. Ancak “büyüme hataları” adı verilen, kuralların yanlış genellemelerini yapabilir. İki buçuk yaşında, ortalama sözcük dağarcığı 400 civarındadır. Sözcükleri bir yada iki duymada öğrenir. Sözcük dağarcığı hızlı bir artış içindedir. Yemek yiyorum Annem geldi Manavcı amca Dördüncü Yıl Doğru fakat karmaşık olmayan bir dil Dilbilgisi kuralları bilinmekle birlikte, birçoğu kullanılmamaktadır. Edilgen cümleler koşullu cümleler vb. kullanılmaz. Gelecek zaman kullanılmaya başlar. Üç yaşına gelinceye kadar çocuk cümleyi olumsuz hale getiren ekleri kullanabilir. Dört yaşına geldiğinde soru cümlesini yetişkin gibi kurabilir. Babam gidecekmi? Ayşe neden ağlıyor? Beşinci Yıl Hızlı bir şekilde yetişkin modellere benzeyen bir dil İki yada daha fazla fikri, düzgün olarak bir birleşik cümlede ifade edebilir. Ne yaptığını gördüm. Sen onu benim yaptığımı sanıyorsun, fakat yapmadım. Beş yaşındaki çocuklar artık, fikirlerini düzgün bir şekilde uzun cümlelerle ifade edebilmektedirler. Ayrıca, bu yaşlarda çocuklar, dilin kuralları ve sözcüklerle oynayarak, komik cümleler ve sözcükler üretmekten çok hoşlanırlar.
SOMUT İŞLEMLER DÖNEMİ İlkokul yıllarındaki çocuklar, bilişsel yeterlilik bakımından çok hızlı değişme gösterirler. İlkokul dönemindeki, çocukların düşünmesi okul öncesi çocukların düşünmesinden çok farklıdır. Artık, tersine çevirebilme kavramı kazandıklarından korunum ilkesi ile ilgili bir sorunları da yoktur. Nesnelerin fiziksel yapılarında yada mekandaki konumlarında değişmelerle, miktar, hacim, sayı vb. özelliklerinde değişme meydana gelmeyeceğini anlarlar. Kısa ve geniş bardaktaki süt ile ince uzun bardaktaki sütün aynı miktarda olduğunu görebilirler; parçalanmış çikolatalarla kalıp halinde olanın aynı miktarda söyleyebilirler. Algılanan görüntüye göre değil gerçeği anlayarak tepkide bulunurlar. Tüm dünyada çocukların somut işlemler döneminde okula başlamaları bir tesadüf değildir. Bu dönemde, bazı işlemlerin zihinsel olarak yapabilecek durumdadırlar. Örneğin; benim beş portakalım, senin dört portakalın var. İkimizin portakallarını bir araya getirdiğimizde kaç portakal eder? Diye sorduğumuzda problemi zihinsel olarak çözebilirler. Bu dönemde en düzeyde gruplama yapabilirler. Bir grup bir nesnenin bir başka grubun alt sınıfı olabileceğini anlarlar. Örneğin; taşıt araçlarına otomobiller ve kamyon vb. , diğer taşıt araçları olarak gruplayabilir, otomobilleri de, benzinle çalışanlar ve mazot vb. yakıtla çalışan diğer otomobiller olarak sınıflandırılabilirler. Şema 1 de görüldüğü gibi otomobiller taşıt araçlarının bir alt grubu, benzinle çalışanlarda otomobillerin bir alt grubudur. Çocuklar, bu dönemde nesnelerin belli özelliklerine göre sınıflayabilirler. Örneğin, nesneleri uzunluklarına, genişliklerine, ağırlığına vb. göre düzenleyebilirler. Bu beceri kazandıktan sonra geçişleri ve dönüştürmeleri daha kolay yaparlar. Örneğin; Songül İlknur’dan uzundur. İlknur da Gökçe’den uzundur. Bu grupta, en uzun kişinin kim olduğunu somut işlemler dönemindeki çocuklar kolaylıkla bulurlar. Somut işlemler dönemindeki çocuklar ben merkezcilikten uzaklaşmışlardır. Olayları ve dünyayı, başkaları açısından da görebilirler. Ancak bu dönemde, düşünme süreçleri çocuk tarafından gözlenebilen gerçek olaylara yöneliktir. Çocuklar, somut olduğu sürece karmaşık problemleri çözebilirler. Soyut problemleri ise çözemezler. Soyut kavramları, çevresindekileri model alma yoluyla yerinde kullanmalarına rağmen, anlamlarını açıklayamazlar. Nazlının bu cevabında tam eğitimcilerin alması gereken çok ders vardır. Eğer problemde yumurta değil simit, ciklet vb. gibi alınsaydı çocukların ilgisini daha çok çekecek, onlar için daha somut olacak dolayısıyla, gelişim düzeyine daha uygun olacaktır. Çocuk yaşamında işe yarayacak bu problemi çözmekten de zevk alacaktır. Bu örnek olayda da görüldüğü gibi “kavram” terimi çocuk için soyut bir sözcüktür ve gereksiz olarak soru kökünde yer almaktadır. Çocuk, kavramın anlamını bilmediği için, sorunun doğru cevabını bilmesine rağmen cevaplayamamaktadır. Oysa soru kökü, çocuğun gelişim düzeyine uygun olarak sorulsaydı çocuk bitkinin tanımını kolaylıkla cevaplayacaktı. Çocuklar bu dönemde dili etkili olarak kullanmakla birlikte vatan, millet, ülke vb. soyut kavramları anlayamazlar. Soyut kavram ve deneyimlerin somut yollarla açıklanmaları gerekir. Örneğin sakla samanı gelir zamanı vb. deyimler somut olarak çocuklara açıklanmalıdır. SOYUT İŞLEMLER DÖNEMİ Ergenlik döneminin başlangıcından itibaren çocukların düşünme biçimleri, yetişkinlere benzer hale gelir. Bu dönemde artık soyut düşünme başlar. Bir problemin çözümü, somut yollarla sınırlanmaz. Problemde bulunan değişkenler arası ilişkileri bulur. Olası deneceleri geliştirir. Daha sonra da bu denecelerin sırasıyla test eder. Çözüme sistemli şekilde ulaşır. Bu dönemde tümevarım ve tümdengelim yoluyla akıl yürütme gözlenir. Çocuklar soyut kavramları anlayarak etkili bir şekilde kullanabilirler. Bu dönemde çocuklar, çeşitli ideal fikirleri, değerleri, inançları geliştirmeye başlar. Toplumun yapısıyla, felsefesiyle, politikayla ilgilenir: bir değerler sistemi örgütlemeye yönelirler. Ergenliğin başlamasıyla vücutta değişmeler meydana geldiği gibi, beyinde ve beynin fonksiyonlarında bir çok değişme gözlenmektedir. Piagetnin bilişsel gelişim kuralına göre ergen, bu dönemde somut işlemler döneminden soyut işlemler dönemine girmektedir. Ergen, tümdengelim ve tümevarım akıl yürütme yollarının her ikisini de birlikte kullanabilir. Bilişsel yöntemle denenceler üretim her birinin sırasıyla test ederek problemi çözebilir. İnhelder ve Piaget’ye göre ergenlikte beynin olgunluğu, bu işlemleri yapmaya uygun hale gelmekle birlikte, soyut işlemleri yapabilmesi çevreden gelen taleplere bağlıdır. Yani, ergenin soyut işlemleri başarabilmesi için beynin olgunlaşmasının yanısıra soyut işlem yapmasını gerektirecek bir çevrede bulunması da gereklidir. Diğer bir deyişle, tüm gelişimde olduğu gibi, soyut işlemler döneminin özelliklerini kazanabilmek içinde, olgunlaşma ve ergenin çevresiyle etkileşimlerin sonucu yaşantı kazanması gerekmektedir. Piaget, bir çok yetişkinin soyut işlemleri geliştirmediğini ifade etmektedir. Bunun nedeni de: içinde yaşadıkları çevrenin niteliğidir. Örneğin; ilkel bir toplumda yaşayan bireyin soyut işlemler yapmasına: bir problemle ilgili dereceler geliştirip bunları teker teker denemesi ve sonuca ulaşmasına gerek olmayabilir. Kısaca bireyin soyut işlemleri yapab,ilmesi için, bu tür düşünme tarzını gerektirecek karmaşık problemlerle karşılaşması gerekir. Öğretim, ergenin bilimsel yöntemi kullanmasını sağlayacak içinde düzenlenmelidir. Piaget ve İnherder, ergenlerin bilişsel gelişim aşamalarını test etmek için ergenlere, dört farklı renk değiştiren sıvı vermişlerdir. Bunlar: sayı olarak 1,2,3,4 olarak etiketlenmiştir. Bir de “g” etiketli küçük bir şişe sıvı verilmişti. “g” etiketli bu sıvı karışıma birkaç damla eklenerek rengi ortaya çıkarmayı sağlamak için kullanılmaktadır. Ergenlerden istenen ise şudur: “ bu dört tür sıvıdan hangi iki sıvının karışımı, turuncu rengi meydana getirmektedir?” Somut işlemler döneminde olan çocuklar, düşünmeksizin 1ve 2’yi, 3 ve 4’ü, 2 ve 3’ü, sonuç olarak bütün kombinasyonları, tesadüfen turuncu rengi buluncaya kadar denemişlerdir. Oysa soyut işlemler dönemindeki denencelerini daha sınırlı sayıda kombinasyonlarla geliştirmiş ve doğru olup olmadığını sırasıyla test etmişlerdir. Bu kombinasyonlar şunlardır: Kombinasyon 11-3,1-2 ve 3) Kombinasyon 21-4,1-2 ve 4) Kombinasyon : (3ve 4) Ergenler, 1 ve 3’ü bir arada 1,2 ve 3’ü bir arada karıştırmışlar eğer bir ve 3 turuncu rengi meydana getirirse 2’ye gerek yoktur. Eğer 2 ve 3 turuncu rengi meydana getirirse 1’ekibi gerek yoktur. Sonuç 1 ve 3’ün gerekli olduğunu bulduklarında 4 ekledikleri kombinasyonları test etmeye gerek duymamışlardır. Somut işlemler dönemindeki çocuklarla soyut işlemler dönemindeki ergenler arasındaki temel fark, ergenlerin bir olayın çok değişik yönlerini görebilmeleri ve bilgiyi soyut olarak üretebilmeleridir. Ayıca dil gelişimi bakımından kavramları atasözlerinin, deyimlerin anlaşılmasında artık problemleri yoktur. Ayrıca yazılı dilinde bir yetişkin kadar etkili olarak kullanabilirler. İlköğretimin 6.,7.,8. Sınıflarında ve lisede ergenlerin, analiz etme karşılaştırma soyut ilişkileri bulma özgün bir şey üretme, eleştiriyel düşünme gibi özelliklerini geliştirici nitelikte etkinliklere yer verilmesi gerekmektedir. Ergenlerde gözlenen önemli bir diğer zihinsel gelişim özelliğide hipotetik koşullara göre düşünmeleridir. Örneğin, okullarda münazara (tartışma) yaparken, bulunduğu gruba benimsemediği bir fikir savunma görevi verildiğinde, tartışmanın hatırı için b u konuda fikir üretip savunabilirler.
PIAGET’NİN BİLİŞSEL GELİŞİM KURALININ EĞİTİM AÇISINDAN DOĞURGULARI Pıaget araştırmasına doğrudan eğitimdeki uygulamalara katkıda bulunmak amacıyla yapmamıştır. Ancak, ortaya koyduğu ilkeler, eğitimin etkililiği ve verimini arttırmak için eğitimde yeni düzenlemeler temel oluşturmuştur. Piaget, insanın dünya ile dinamik etkileşimde bulunan aktif bir organizma olduğunu vurgulamaktadır. İnsan ister bebek, çocuk, isterse yetişkin olsun, oturup kendisini, harekete geçirerek uyarıcılar gelsin diye beklemez. Organizma, kendi amaçlarına ulaşmak için aktif olarak çevresindeki nesneleri, olayları araştırır. Organizma, amaçlıdır, araştırıcı ve aktiftir. Piaget’ye göre geleneksel eğitim ve eğitimcilerin görevleri çocukların zihinsel yapılarına uygun değildir; çoğu sınırlandırıcıdır. Öğretmen,etkin, çocuk ise edilgindir. Öğretmen, bir merkezde hazırlanan programdakilerin çocuklara aktarmaya çalışmaktadır. Oysa, Piaget’ye göre eğitimin görevi, bireyin sosyal çevresine uyumunu sağlamakatadır. Bu görevin yerine getirmesi için eğitim, çocuğun kalıtımla getirdiklerini, bilişsel gelişimine uygun etkinliklerle desteklemelidir. Piagete göre okul, çocuğa dışardan baskı yapmak yerine çocuğun kendi çabasının kendisinin yönlendirmesine izin vermelidir. Piaget’ye göre eğitim aşağıdaki özellikleri taşımalıdır ( Mcnally, 1974; Wood,1988). • Eğitim, gelişim teorilerine dayalı olmalıdır. Herhangi bir eğiti,m sistemi, okul, öğretmen, çocuklar için planlayıcı hedeflerin ve yaşantıların onların gelişim düzeyine uygun olup olmadığına onların nasıl etkileyeceğini ancak gelişim teorilerinden öğrenebilir. • Ders konularını dışardan çocuğa sunulması, onun biliş yapılarını geliştirmeyecektir. Çocuğun biliş yapısı, yetişkinlerinkinden farklılık gösterir. Çocuğun biliş yapılarını zenginleştirmesine fırsat verecek en uygun çevreyi düzenlemek ve öğrenmesine rehberlik etmek gerekir. Düzenlenecek öğretime-öğrenme ortamı, çocuğun çevresindeki nesnelerle olaylarla, arkadaşlarıyla, öğretmeni ve diğer yetişkinlerle kolayca etkileşimde bulunmasına fırsat vermelidir. Çocuklar, öğrenme yollarını birbirinden öğrenebilmelidirler. Düzenlenecek uygun çevre etkileşimleriyle çocuğun gelişimi hızlandırılabilir. Aksi takdirde sınırlı bir çevrede de çocuğun gelişimi sınırlandırılabilir. Gelişim, “figüratif bilme” den yani nesnelerin olayların sadece duruk, fiziksel özelliklerini bilmeden, nesne yada olayın anlamını ifade eden işlemsel bilmeye doğru bir ilerlemedir. O halde düzenlenecek öğrenme-ortamıyla, çocuğun fiziksel bilme olayından, işlemsel bilmeye doğru ilerlemesi sağlanmalıdır. Buda, çocuğun öğrenme ortamında etkin olması, eşyalar, olaylar üstünde çeşitli denemeler yapması ile mümkündür. • Okul, yaşama hazırlayıcı değil, yaşamın kendisi olmalıdır. Kişiler arası etkileşim ve tartışmalar, çocuğun ben merkezlilikten kurtularak dünyayı başkaları açısından görmesini sağlayacaktır. Bu yolla toplumda zenginleştirilecektir. • Okullardaki eğitim programları ve uygulanan yöntemler, çocukların biliş yapılarına uygun olmalı; onların var olan biliş yapılarını özümleme ve yeniden düzenleme yoluyla zenginleştirilmelerine fırsat yaratmalıdır. Öğretmen, çocuğun başarabileceğinin üstünde öğretim yapma eğilimden uzak olmalıdır. Ancak, düzenlenen uyarıcılar, çocuklar tarafından tamamen özümlenirse de öğrenme meydana gelmez. Piaget’ye göre, hazır bulunuşluk önemli bir kavramdır. Düzenlenecek öğretme-öğrenme etkinlikleri çocukları bulundukları düzeyden alıp bir üst düzeye çıkarabilmelidir. • Eğitimin planlanması, öğretmenin rehberliğinde çocuklar tarafında yapıldığında onların ilgi ve ihtiyaçlarına daha çok cevap verir. Ve çocukların etkin olması sağlanabilir. • Piaget eğitimde sınavları zararlı bulunmaktadır. Sınavlar belleğe dayalı olmamalıdır. Öğrenci, kitap ve kaynaklarını kullanarak sınıfta yaptığı işin küçük bir örneğini yaparak sınav olabilir. Değerlendirilmelerde çocukların zeka bölümleri değil, onların içinde bulundukları gelişim dönemleri ve bilgi yapılarının düzeyi esas alınmalıdır. Sonuç olarak Piaget, eğitimin bireyselleştirmesini öngörmüş, aktif okul, açık sınıf uygulamalarına temel oluşturulmuştur. Aktif yöntemlerde çocuklar, soru sormada ,araştırmada,kendilerini ve çevrelerini keşfetmede özgürdürler. Öğretmen sınıfta ders anlatmak, göstermek için değil, gözlemek, soru sormak, rehberlik etmek için vardır. Çocuklar öğrenmeye ilgi ve istek duyduklarından daha hızlı öğrenirler. Aktif yöntemle öğretmenin rolü öylesine hassas olmalıdır ki çocuğa kendi kendisinin öğrendiğini düşündürmelidir. İlk İki Yılda Görülen Bilişsel Gelişim Bebek doğumunun ilk gününden itibaren çevresini keşfetme çabasına başlar. Keşif çabasında kullandığı temel araçlar doğuştan getirdiği duyusal ve hareketsel yeteneklerdir. Piaget, daha önce de belirtildiği gibi, bu devreye duyusal-hareketsel (sensory-motor) aşama adı verir. Dokunma gibi basit duyusal verilerden, tutma ve emme gibi basit hareketlerden işe başlayan çocuk, temel süreçlerin üzerine yenilerini koyarak çevresini anlayabilecek bir bilişsel sistem geliştirmeye başlar. Bilişsel gelişimin aşamalarından birini çocuk nesnelerin değişmediğini (object constancy) keşfederek başarır. Önceleri bebek için nesne ancak kendi görsel alanı içindeyken vardır. Nesne ortadan kaldırılınca, nesnenin yok olduğunu, ya da çıngırağın, on dakika önce eline aldığı aynı çıngırak ya da top olduğunu bebek bilmez. Onun için her an dünya yeni baştan var olur ve duyu organlarının dışında bir dünyanın varlığı düşünülemez. Bir yaşına doğru çocuk nesnenin değişmezliği kavramını anlamaya başlar ve göz önünden kaldırılan bir nesneyi, etrafına veya masanın altına bakarak arar. İki yaşına doğru bebek dış nesne ve olayların iç temsilcilerini (internal representation) gelişmeye başlar. Nesnelerin sürekli olduğunu ve göz önünden kaldırılınca bile var olmaya devam ettiklerini anlayan çocuk, bu nesneyi bir süreçle temsil etmeye başlar. Böyle bir iç temsil süreci, kavram ve dil gelişiminin başlangıcını oluşturur. İç temsil sayesinde çocuk orada bulunmayan bir nesneyi ya da olayı temsil etme yeteneğine kavuşur. Değişikliklerin olabilmesi için çocuk çevreye etkileşim içinde olması gerekir. Piaget’ye göre olgunlaşma süreci kendi başına çocuğun bilişsel gelişimini açıklamaz. Olgunlaşma çocuğun sinir sistemini geliştirerek onun daha karmaşık algılamalar yapabilecek bir düzeye gelmesini sağlarken, çocuğun çevresiyle duyusal ve hareketsel etkileşim yapması bilişsel gelişimin temelinde yatan öğrenme deneyimlerini oluşturur. İki İle beş Yaş Arasında Bilişsel Gelişim ve Dil Piaget bu devreye operasyon-öncesi (pre-operationel) devre adını verir. Bu devrede daha önce kazanılan iç temsil süreçleri daha karmaşık ve çok yönlü olmaya başlar. Çocuk bu devrede kelime kullanmaya ve ilkel bir düzeyde ilk olarak bir sembol ile bu sembolün temsil ettiği nesne arasındaki ilişkiyi anlamaya başlar. Kelimeyle nesne arasındaki ilişkiyi anlayanm çocuk, böylece önüne açılan yeni dünyayı keşfetmeye başlar. Çocuk iç temsilden, başka bir deyişle kelime, kavram ve sembollerin verdiği zenginlikten faydalanarak oyun yaşamına yeni zenginlikler getirir. Örneğin; bir ağaaç dalını at gibi kullanmaya, ana-baba rollerine girerek arkadaşlarıla yetişkin ilişkilerini taklit oyunları oynamaya başlar.bir çok çocuk hayali arkadaş icat ederek, bu hayali arkadaşı evine davet eder, beraber yemek yer. Böylece çocuklar son derece canlı, fakat tehlikesiz bir macera yaşamı denemeye başlarlar. Bu sembolik, hayali ve oyunsal maceralar sayesinde çocuk yavaş yavaş gerçek yaşama hazırlanır. Çocuğun bu yaşta becerdiği önemli adımlardan biri nesneleri kategorilere ayırmayı öğrenmesidir. Nesnelerin büyüklük, renk, biçim gibi belirli duyusal özelliklerine göre sınıflanması, nesnenin değişmezliği aşamasından sonra kebdini gösterir. Bu nokta Piaget’nin kuramı için önemlidir. Piaget bilişsel gelişmenin adım adım ilerlediğini, her adımın kendinden daha önce geliştirilen bilişsel yapıları kullandığını ifade eder. İki yaşından önce nesnelerin değişmezliği aşamasının gerçekleşmesiyle, 2-5 yaş arasında nesnelerin sınıflandırılması aşaması arasındaki ilişki, Piaget’nin sözünü ettiği ilişkiye güzel bir örnek oluşturur. Beş yaşına ulaştığında çocuk, bir nesneyi ayrı, bağımsız bir nesne olarak değil o nesnenin ifade ettiği sınıfın bir temsilcisi olarak görebilir. Örneğin; iki yaşındaki çocuk biri yuvarlak ve biri küp iki nesneyi aynı biçimde algılarken, beş yaşındaki çocuk yuvarlak nesneyi “küre” kavramının, diğer nesneyi “küp” kavramının bir temsilcisi olarak görebilir. Beş yaşındaki çocuk soyutlama ve genelleme adımını gerçekleşmiştir.
Dil Gelişimi: iki yaşındaki çocuk bir veya iki kelimeden oluşan ifadeler kullanabilir. Dil gelişimi 2-5 yaş arasında süratli bir gelişim gösterir. Dil gelişiminin ana hatları Tablo 4’de özetlenmiştir. Bir yıl içinde çocuğun dil gelişimi hayret verici bir hızda gelişir. Çocuk üç yaşını doldurduğunda 3-4 kelimeden oluşan cümleler kullanmaya başlar ve bu cümlelerde fiillerin geçmiş, şimdiki, ya da gelecek zamanlarını doğru olarak kullanır. Beş yaşına geldiklerinde çocuklar kendi dillerini başarıyla ve gramer kurallarına uygun olarak kullanabilecek beceriyi kazanmıştır. Tablo 4. Yaşamın İlk Beş Yılında Dil Gelişiminde Görülen Temel Aşamalar. Doğumdan 1 aya kadar 2-5 ay 6-12 ay 12 ay 12-18 ay 18-24 ay 24-60 ay Ağlamanın dışında başka sese rastlanmaz Bebek “agu” sesleri çıkartır. Bebek sesleri kendi kendine tekrar eder. İlk kelime. Bir sesi, bir nesneyi veya olayı belirtmek için tutarlı ve düzenli biçimde ilk defa kullanır. Cümle yerine kullanılan tek kelime. İki heceli/kelimeli ifadeyi ilk defa kullanır İki kelimeyi bir cümle içinde sık sık kullanır. Kelime hazinesi artar, cümlelerde kullanılan kelime sayısı artar. Fiillerin zamanında değişiklikler yaparak, kelimelere yeni ekler getirerek daha karmaşık gramer kurallarına uygun yapılar kullanılmaya başlar. Dil Ve Düşünce Arasındaki İlişki: Dil gelişimi ile çocuğun bol miktarda sembol kullanmaya başlamasını aynı devrede ortaya çıkması, araştırmacıları iki olay arasında nasıl bir ilişkinin olduğunu araştırmaya yöneltmiştir. Bildiğiniz gibi, kelimeler semboldür ve bu çağda çocuk sembolleri kullanma becerisine ulaşmıştır. Bu gözlemin sonucu olarak bazı psikologlar, sembolik düşünmenin temelinde dil gelişiminin yattığını savunmuşlardır. Piaget tam aksini savunur; ona göre sembollerin temelinde kelime yatmaz, kelimelerin temelinde sembol kullanma yeteneği yatar. Çocuk bir ağaç dalına at gibi binmeye başladığında ağaç dalı atın yerine geçer, sembolik bir anlam kazanır. Çocuk zihninde yarattığı bir resmide sembol olarak kullanabilir. Demek oluyor ki, kelimeler çocuğun kullandığı sembol türlerinden ancak bir tanesidir, kelimelerin yanı sıra çocuk daha başka sembollerde kullanır. Piaget’ye göre dil gelişimi, çocuğun bilişsel gelişiminin belirli bir aşamaya ulaşmasının doğal bir sonucudur. Bilişsel gelişimin temelinde dil gelişimi değil, aksine, dil gelişimini temelinde bilişsel gelişim yatar. Beş ile Oniki Yaş Arasında Bilişsel Gelişim Okul çağı adı verilen beş ile oniki yaş arasındaki devrede çocuğun bilişsel gelişimi temel değişiklikler gösterir. Piaget bu aşamaya somut operasyonlar (Contrete operatıons) devresi adını verir. Piaget’ye göre bu devrede çocuk yeni ve son derece etkin zihinsel beceriler geliştirir. Doğumdan iki-üç ay sonra nesnelerin yok olduğunu zanneden bebek oniki ay civarında nesnelerin değişmez olduğu aşamasına ulaşır. Beş yaşına doğru çocuk nesneleri zihinsel olarak temsil eder, ancak bu kavramlar ve semboller üzerinde zihinsel işlemler yapamaz. Örneğin; “masanın üzerinde duran beş kalemden ikisini kaldırdığımda, masanın üzerinde kaç kalem kalır?” gibi bir soruya zihinsel cevap veremez. Çocuk yedi yaşına doğru yaklaştıkça toplama, çıkarma gibi bilişsel işlemleri yapmaya başlar. Beş yaşındaki çocuk yukarıdaki soruya ancak masanın üzerine kalemleri koyup, ikisini kaldırdığınız zaman cevap verebilirken, yedi yaşındaki çocuk zihninden doğru cevabı hemen bulabilir. Bu zihinsel işlemler Piaget operasyon adını verir. Yedi yaşındaki çocuğun zihinden düşünüş tarzı, beş yaşındaki çocuğun somut olarak elleriyle yaptığı masanın üzerinden kalemleri kaldırma işlemine benzediği ve çocuk iç temsilciler aracılığıyla düşündüğü için, Piaget bu işlemlere somut operasyonlar adını vermiştir. Çocuğun daha önce nesnelerle oynaması, nesneleri ikiye bölüp bir kısmını bir yere, diğer bir kısmını başka bir yere götürmesi, çocuğun somut operasyonlar geliştirmesinin temelinde yatar. Piaget’ye göre, çocuğun zihinsel gelişiminin temelinde, onun çevresiyle sürekli etkileşim halinde bulunması yatar. Bu dönemde çocuk bir olayı diğer insanların gözünden görmeye başlar. Kitlenin Değişmezliği: Kitlenin değişmezliği (conservation) kavramı, Piaget’nin çocukların bilişsel gelişimiyle ilgili olarak keşfettiği önemli kavramlardan biridir. Bu kavram kendini operasyon-öncesi devrede değil, somut operasyonlar devresinde gösterir. Eşit büyüklükte ve aynı biçimde olan iki bardak suya eşit miktarda su koyun ve çocuğa gösterin. Çocuk size, bardaktaki suların aynı olduğunu söyleyecektir. Daha sonra çocuğun gözü önünde, bardakların birindeki suyu daha dar ve uzun bir başka bardağa boşaltın. İnce uzun bardaktaki suyun düzeyi daha yüksek olur. Çocuğa iki bardaktaki suyun eşit olup olmadığını sorduğunuzda, operasyon öncesi devredeki çocuk, “uzun bardaktaki su daha fazla!” diye cevap verir. Somut operasyonlar devresine girmiş bir çocuk ise “daha önceki bardaktan boşalttın, aynı miktarda su olması gerekir!” diye cevaplandırır. Çocuk, somut operasyonlar aşamasına geldiğinde, gözüyle görmüş olduğu suyun yüksekliğinin ötesine geçerek suyun miktarının ve hacminin aynı olduğunu anlayabilmektedir. Böylece çocuk değişen duyumsal verilerin ötesinde bir “değişmezlik” kavramını gerçekleştirecek düzeye ulaşır. Değişmezlik kavramının temelinde geriye-dönüştürebilme (reversibility) yatar. Neden daha fazla su yok, bak daha yüksek gözükmüyor mu? Diye çocuğa sorulduğunda, çocuk “daha önceki bardağa boşaltsam aynı düzeye gelir!” ya da,”yeni su eklemedin ki!” gibi cevaplar verir. Demek oluyor ki çocuk o anda uzun bardakta gördüğü suyun yüksekliğini, zihninden daha önce görmüş olduğu su kütlesine dönüştürebilmektedir. Daha önce duyu organlarıyla yapılması gereken işlemler şimdi zihnen yapılabilmektedir. Geriye-dönüştürebilme, bu aşamada gelişen zihin işlemlerinden biridir. Sınıflama: Çocuğun sınıflama (classification) becerelerinde de bu yaşta bir gelişme gözlenir. Somut operasyonların oluştuğu bu aşamada çocuk iki önemli beceriyi geliştirir. Becerilerden bir sınıf içerme (class inclusion) becerisidir, başka bir deyişle bir sınıfa (kategoriye) ait olan nesneleri, başka bir sınıfın alt dizisi olabileceğini çocuk anlar. Örneğin, köpekler hayvanlar sınıfının bir alt dizisini oluştururlar. Çocuğun kazandığı ikinci önemli beceri, daha önceki devrede ancak nesnelere dokunarak gerçekleştirebildiği sınıflama sürecini zihninde sembolik olarak yapabilmesidir. Operasyon öncesi devreyle somut operasyonlar devresi arasındaki sınıflama farkını göstermek için şu örneği verelim. Elimizde oyuncak, hayvan, insan, otomobil gibi üzerinde değişik resimlerin bulunduğu bir deste kart (52 adet) bulunsun aklımızdan bir kart tutuyoruz, çocuğun yirmi soru sorarak bu kartı bulması isteniyor. Operasyon öncesi devredeki çocuk tipik olarak, her kartı, “bu mu?” diye eliyle göstererek birbiri peşine sorar. Amaç yirmi soruda kartı bulmaktır. Yirmi soruda kartı bulmak gerçekten zordur. Çocuk ya tesadüfen karta rastlar, ya da çoğu kez olduğu gibi bulamaz. Somut operasyon devresindeki bir çocuk karta bakar, kafasında kartları sınıflar ve “oyuncak gösteren bir kart mı? Otomobil resmi olan bir kart mı?” diye sorarak belirli kart sınıflarını elimine etmesini öğrenir. “sınıfları elimine etme” becerisi ancak somut operasyonlar devresinde kendini gösterir ve bu nedenle doğru kartı bulabilmesi daha yükselir. Cinsiyet Rolleri: Somut operasyon devresinde gözlenen değişikliklerden biride, çocuğun cinsiyet rollerinin “sex roles” değişmezliğini anlamasıdır. Üç veya dört yaşındaki çocuk kadın-erkek kavramını anlamıştır ve kadını, hem gerçek yaşamda hem de resimlerde, erkeklerden har zaman ayırt edebilir. Fakat bu yaşta çocuğun anlamadığı cinsiyetin sürekli oluşudur. Ancak beş yaşına geldiğinde çocuk cinsiyetin sürekli olduğunu anlar ve elbise değiştirmek ya da saç uzatmakla cinsiyetin değişmediği kavrar. Bir anlamda daha önce nesnelerle uğraştığı “kitlelerin değişmezliği” kavramını, bireyin cinsiyetine uygulamaya başlamıştır.
Hayal ve gerçek: Somut operasyon devresinde çocuk gerçek dünya (reality) ile hayal dünyası (fantasy) arasındaki farkı da kavramaya başlar. Daha önce ana-babanın söylediği masalları gerçekmiş gibi dinleyen çocuk, bu devrede masalın gerçek olmadığını anlar ve bu kavrayış içinde masalları dinler. Çocuklar yeni yıl civarında hediye getirdiği kabul edilen Noel Baba’ya uzun süre inanırlar. Amerika’da yapılan bir araştırma çocukların 6,5 yaşına kadar Noel Baba’ya inandıklarını daha sonra onun gerçek değil bir hayal kişiliği olduğunu anladığını göstermişlerdir (Benjamin, Langley, & Hall, 1977). Bu yaş kültürden kültüre ve her kültür içinde çocuğun içinde bulunduğu sosyal ortama göre biraz değişebilir. Örneğin, erken yaşta çalışmaya başlayan ve para kazanarak ailesini desteklemek zorunda kalan çocuğun hayal ile gerçek arasındaki ayrımı daha erken yapacağı beklenir. Yukarıda adı verilen araştırmacıların gözlemleri böyle hipotezi destekler yöndedir. Anlatılanlar özetlenirse operasyon öncesi devreden somut operasyonlar devresine geçen çocuğun bilişsel alanda başardığı değişiklikler üç temel gurupta toplanabilir: (1) çocuk nesnelerin ve olayların renk, biçim, yükseklik gibi dış duygusal özelliklerin baskısında kurtulup, onların kitle, hacim, sayı gibi iç özelliklerini kavrayabilecek hale gelir. Bu değişiklikler çocuğun cinsiyet anlayışında, sayı kavramının gelişmesinde, mekan ilişkileri kavramasında kendini gösterir. (2) Okul çağındaki çocuk bir olayı diğer insanın gözüyle görebilmeyi zamanla daha iyi becermeye başlar. Operasyon öncesi devrede çocuğun düşünce tarzını Piaget ego-merkezli (egocentrich) düşünce olarak tanımlar. Ego merkezli olmaktan kurtulup diğer kişinin gözüyle dünyayı görebilmek çocuğun sosyal ilişkilerinde yani bir aşamaya yol açar. (3) Çocuk dış dünyadaki nesnelerin yerine kafasında geliştirdiği semboller ve zihinsel operasyonlar aracılığıyla işlemler yapmaya başlar. Gördüğü nesneleri sınıflar, sınıflar arasındaki ilişkileri gözler ve dış dünyada bir değişiklik yapmadan kendi zihin dünyasında o yaşa göre oldukça karmaşık zihinsel buluşlara ulaşır. Tabii çocuk bu değişiklikleri beş yaşına girdiği doğum gününde yapmaz. Yukarıda özetini verdiğimiz değişiklikler uzun bir zaman süresi içinde oluşmaya devam eder. Çocuklar arasında gelişme süreleri bakımından bazı farklılıkları olabilir. Bazı çocuklar 7-8 yaşında bazı zihinsel operasyonları geliştirirken, bazıları 9-10 yaşında bu gelişmeyi tamamlar. Fakat bilişsel gelişmenin her çocukta gösterdiği yön, gittikçe soyutlaşan ve karmaşıklaşan bir zihinsel operasyonlar dizisidir. Oniki İle Onsekiz Yaş Arasında Bilişsel Gelişim Bu devrede zihinsel gelişim somut operasyonlardan formel operasyonlara (formal operatıons) geçer. Formel operasyonlar düzeyine gelen birey artık yetişkin dünyasıyla tam bir iletişim içine girmeye hazırdır, çünkü bilişsel gelişimin en son aşamasına gelmiştir. Formel operasyonlar gelişirken bireyin kişilik yapısı da gelişir ve bireyin ahlak anlayışında olduğu kadar, kendini anlayışında da temel değişiklikler yer alır. Piaget’ye göre formel operasyonların gelişimi 12 ile 14 yaş arasında bir devrede başlar. Operasyon öncesi çocuk eliyle nesnelerin yerlerini değiştirip belirli bir sıraya koyabilir. Somut operasyonlar devresindeki çocuk düzenlemeyi semboller aracılığıyla zihinsel yapabilir. Formel operasyonlar devresinde ise çocuk semboller düzeyinden bir aşama ötesine giderek düşünce düzeyine ulaşır. Bu düzeye ulaşan bir çocuk, belirli bir sorunu çözebilmek için değişik hipotezler geliştirir ve her hipotezi birer birer dener. Çocuğun düşüncesine ve sorunlara yaklaşmasına bir düzenlilik, formel yapı, akıl yürütme süreci gelmiştir. Somut operasyonlar devresindeki çocuk var olan nesneleri gösteren sembollerle düşünürken, formel operasyonlar devresindeki çocuk olası (muhtemel) seçenekler üzerinde düşünebilir. Mantıksal düşüncenin kendini gösterdiği düşünce tarzlarından biri tümden gelimdir. Tümden gelim düşünme tarzında (deductive Reasoning) belirli bir genelleme, doğruluğu kabul edilen bir temel düşünce alınır ve bu düşüncenin doğruluğu olasılıklar bulunur. Bu düşünce genellikle şu tip cümle yapısıyla kendini gösterir: eğer ‘ doğruysa, o zaman B’nin doğru olması gerekir. Örneğin, “Eğer Ereksiyon’un kuramı doğruysa, o zaman 12 yaşındakilerin düşüncelerinde formel operasyonlar gözleyebiliriz.” Küçük çocuklarda gözlenen daha fazla tüme varım (inductive resoning) türünden akıl yürütmedir. “Annem köpekten korkmuyor, babam köpekten korkmuyor, öyleyse benimde köpekten korkmamam gerekir” gibi. Bu tip akıl yürütme türünde çocuk, tek tek deneyimleri aracılığıyla bir genellemeye ulaşır. Yetişkinler hem tüme varım hem de tümden gelim akıl yürütme biçimlerini kullanırlar. Bilişsel aşamasının bu devresine gelen çocuk, 14 yaşında sonra, aynı bir yetişkin gibi her iki tür akıl yürütmeyi de kullanabilir. Her birey formel operasyonları tam anlamıyla geliştirmeyebilir. Bilimsel düşünmenin ve mantıksal konuşmanın son derece önem verdiği Batı uygarlığında dahi yetişkinlerin ancak % 60’ının tüm formel operasyonları geliştirebildiği tahmin edilmektedir. Bilim ve teknolojinin toplumsal ve kültürel yaşantıların temeli olmayan diğer uygarlıklarda bu oranın daha da düşük olduğu düşünülmektedir. Piaget bu durumu bir etkileşim olayı olarak yorumlar, başka bir deyişle bilişsel bakımdan formel operasyonlara hazır hale gelen birey, çevreden bu yönde uyarım ve teşvik görürse gelişmesini tamamlar toplumsal çevre bu düşünsel gelişmeyi beğenmiyorsa ve birey kendini mantıksal düşünmesinden dolayı toplumdan yabancılaşmış hissediyorsa, bu tip düşünmeden uzaklaşır (Inheller & Piaget, 1958). Yukarıdaki açıklamaya ek olarak Piaget, içinde yetiştiği kültürel ve toplumsal çevrenin çocuğun bilişsel gelişimini şu şekilde etkilediğini açıklar. Çocuk bir aşamadan diğerine, daha önceki aşamadaki düşünce tarzı yetersiz kaldığı ve çevresine uyum yapabilmek için zorlandığı için geçer. Bazı toplumlarda çocuk formel operasyonları kullanmak için zorlanmaz, doğa ve toplum çevresine uyumunu somut operasyonlar aşamasındaki düşünce tarzıyla yapabilir. Belki de bilim ve teknolojinin baskın olmadığı tarım ülkelerinde formel operasyonların gelişmesi bu nedenle durur. Bilimsel ve teknolojik bilginin her aşamada gerekli olduğu endüstrileşmiş ülkelerde, formel operasyonlara dayalı düşünce biçimi, bireyin eğitimi başarı ile tamamlayıp doktor, mühendis, bilgi işlem uzmanı gibi başarılı bir meslek sahibi olabilmesi için gereklidir. Böyle toplumlarda eğitimin temelini formel operasyona dayalı düşünce oluşturur. Ahlaksal Düşüncenin Gelişmesi: Şimdiye kadar sözünü ettiğimiz algılama ve düşünsel gelişime çocuğun nesneler ve olaylarla ilgili bilişsel gelişmesini ifade eder. Çocuk insan ilişkilerini de algılar ve bu alandaki bilişsel gelişme onun ahlaksal (moral) düşüncesinin temelini oluşturur. Kohlberg ahlaksal düşüncenin gelişmesini, Piaget’nin kuramına dayandırmış ve ahlaksal düşüncenin gelişmesini gösteren yedi aşamalı bir tablo oluşturmuştur (Kohlberg & Elfenbein, 1975; Walkker 1980). Bu tabloya göre çocuk en somut ve yüzeysel ahlak anlayışından en soyut ve derin bir ahlak anlayışına ulaşır. Aşamaları kısaca özetleyerek gözden geçirelim. 1. Aşama. Ceza (punishment) ve itaat (obedience) yönelimi: Davranış bütünüyle dışardan denetlenir. Dışarıdan gelen emirler, cezalar ve ödüllendirmeler davranışın yönünü belirler. Cezalandırılan davranış kötü, ödüllendirilen davranış iyidir. Gücü elinde tutan otoritenin (yetişkinlerin) her dediği doğrudur. 2. Aşama. Bireysellik (inidvidualism), amaca yönelik değiş tokuş kurabilmek bir kimsenin doğru yolda olduğunu gösterir. Bireyler arasındaki anlaşma ve söz vermelere değer verilir. 3. Aşama. İyi çocuk yönetimi: diğerlerini, özellikle kişinin aile üyeleri gibi yakını olan kimseleri memnun etmek için yapılan hareketler doğrudur. Bireyin kendinden bekleneni yapması en doğru hareket biçimidir. 4. Aşama. Yasa ve düzen (law and order) yönetimi: çocuğun algılaması aile sınırlarını aşmış ve tüm toplumu kapsamaya yönelmiştir. Bireyin görevinin yapması, yasalara boyun eğmesi, yasayı temsil eden otoriteyi dinlemesi ahlaksal davranış olarak görülür. 5. Aşama. Toplumla sözleşme (social contracts) yönetimi: Yasalar önemlidir, ancak bu aşamada yasalar, istendiğinde değiştirilebilen sözleşmeler olarak görülür. Yasaların amacı toplumun büyük kesimine hizmet edebilmek olduğuna göre, sırası geldiğinde bu amacı gerçekleştiren diğer seçeneklerin düşünülmesinde de bir sakınca olmamalıdır. Sözleşme ve anlaşmalar bir kez yapıldıktan sonra her iki tarafı da bağlayıcı bir özellik taşır. 6. Aşama. Evrensel ahlak ilkeleri (üniversally ethical principles): bu aşamada bireyin düşünüşünü temel ahlak ilkeleri belirler. Ahlak ilkeleriyle yasalar arasında çoğu kez bir çelişki olmadığı için, ahlak ilkelerine uyan birey kendiliğinden yasaya uygun davranmış olur. Ne var ki, yasa ve ahlak ilkeleri arasında bir çelişki olduğunda, bireyin ahlak ilkelerine uyması beklenir. 7. Aşama. Kutsallıktan kaynaklanan ahlak anlayışı: bu aşamada birey kendin istasyonu, içinde yaşadığı toplumu, insan ırkını aşan evrensel bir düzen kurmaya çabalar ve bu kutsal düzenin bir parçası olarak her şeyle uyum içinde yaşamaya yönelir. Bu tip düşünüşün temelinde Mevlana’nın, Yaratıcı’ya duyulan sınırsız sevgi ve bağlılığın yattığı, “Gel ne olursan gel, evimiz gönül evidir, kapısı herkese açıktır” anlayışı yatar. Kohlberg’e göre bu gelişim aşamaları evrenseldir ve her aşama kendinden bir önceki aşama gerçekleştikten sonra kendini gösterir. Çocuk “diğer kimsenin” görüşünün, olaya bakışının farkına varıp, onu kendi düşüncesiyle ilişki haline getirebildiği oranda ahlaksal gelişme devam eder. Fakat, her bireyde ahlaksak gelişme aşamalarının tümünün gelişmesi beklenemez. Sosyal ve kültürel çevresine bağımlı olarak her birey kendi koşulları içinde ahlak gelişmesini sürdürür. Bu nedenle bireyler arasında aşama farklılıkları gözlenebilir.
BRUNER’İN BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMI Jerome Bruner (1966)’de bilişsel gelişim fonksiyonlarını incelemiştir. Bruner, gelişim sürelerini inceleyen herhangi bir kuramın aşağıdaki noktaları dikkate alması gerektiğine inanır. • Bilişsel gelişim, tepkileri uyarıcıdan bağımsız hale gelmesidir. Başlangıçta çocuklar uyarıcıların kontrolü altındadır. Değişik uyarıcılara belli yollarla tepkide bulunurlar. Ancak zamanla tepkileri artan bir şekilde uyarıcıdan bağımsız hale gelir. Çocuktan bilim kazanılmasıyla uyarıcıların kontrol etme, yönlendirme, daha özgün davranma gözlenir. • Gelişim, bilgi işleme sürecinin ve depolama sisteminin gelişimine bağlıdır. Çocuk dil gibi bir sembol sistemini öğrenmeden, dünyayı anlamlandıramaz. Yaşantı kazanma, sözel, görsel, matematiksel yada müziksel dünyanın zihinsel temsilcilerinin kazanılmasını gerektirir. • Bilişsel gelişim, bireyin kendisine ve başkalarına ne yaptığını ve ne yapacağını artan bir kapasite ile açıklamasıdır. Bu kendinin farkında olmadır. Bilişsel gelişim çocuğun kendini ve çevresini irdeleyebilmesi için gereklidir. • Bilişsel gelişim için sistemli bir öğretici-öğrenici etkileşimi gereklidir. Bruner’e göre, baba, anne, öğretmen ve toplumun diğer üyeleri çocuğa öğretmelidir. Sadece bir kültür içine doğmak, tam bir bilişsel gelişim için yeterli değildir. Öğreticiler, kültürü yorumlayarak çocukla paylaşmalıdırlar. Bu nokta, Vygotsky’nin kuramında da önem taşımaktadır. • Bilişsel gelişimde dil önemli bir anahtardır. İnsanlar dili kullanarak birbirleri ile iletişim kurarlar. Dünyanın kavramlarını dil yoluyla öğrenir, öğretir, sorunlarını dil yoluyla tartışırlar, dilin doğası ve işlevleri bilişsel gelişimin bir parçası olarak görülmektedir. • Bilişsel gelişim, aynı zamanda bir çok seçenekle baş etme yeteneğinde araştırır. Etkinlikleri yapma sırasında değişik bir çok duruma sırasıyla dikkat etmek gerekmektedir. Küçük bir çocuğun nesnenin çarpıcı özelliğinde odaklaşması ile erginin olayları bilimsel bir şekilde incelemesi arasında fark vardır. Bruner bilişsel gelişimi Piaget’ye benzer bir şekilde incelediğini belirtmektedir. Her ikiside dünyaya ilişkin bilginin kodlanması, işlenmesi, depolanması ve sıralanması üstünde durmuşlardır. Bruner, çocuğun çevresindeki dünyayı zihninden temsil etme yollarını 3 aşamada görmektedir. Bir başka deyişle, bilişsel gelişimi üç aşamaya ayırmıştır. Bu aşamalar 1- Eylemsel dönem, 2- İmgesel dönem, 3- Sembolik dönemdir. BRUNER’IN BİLİŞSEL GELİŞİM DÖNEMLERİ 1.EYLEMASEL DÖNEM (ENACTIVE STAGE) (0-3 YAŞ) Bilişsel gelişimde ilk aşama eylemsel dönemdir. Çocuk, bu dönemde çevreyi eylemlerle anlar; çevresindeki nesnelerle ilgili yaşantıyı onlara dokunarak, vurarak, ısırarak, hareket ettirerek kazanır, Onlar için nesneler, bazı eylemler yaptıkları şeylerdir. Örneğin ; kaşık, yemek yediği; bisiklet bindiği birer nesnedir. Bu dönemde çocuğa bisiklet binmeyi öğretirken, ne sözel sembol, ne de imge kullanabilirsiniz. Çocuklar en kolay psikomotor eylemlerle öğrenebilirler. Çocukların yaparak öğrenmesi söz konusudur. Sözcükleri de onlara ilişkin eylemlerle öğrenirler. Yetişkinler bile bazen yeni bir şeyi öğrenirken, eylemsel döneme dönebilirler. Örneğin otomobil kullanmayı öğrenme vb. Sonuç olarak bilişsel gelişimin eylemsel döneminde olan çocuklar için, en kolay anlaşılabilir mesajlar eylemlerdir. Bilginin eylemlerle temsil edilme formuna, Gardner “devinduyumsal zekâ” adını vermektedir. 2. İMGESEL DÖNEM Bilişsel gelişimin ikinci düzeyi, imgesel dönemdir. Bu dönemde bilgi, imgelerle taşınmaktadır. Görsel bellek gelişmiştir. Ancak, çocuğun kararları dile değil, duyu organları yoluyla edindiği etkilere dayalıdır. Çocuklar, algılarının tutsağıdır. Her hangi bir nesneyi, olayı, durumu nasıl algılarlarsa zihinlerinde o şekilde canlandırırlar. Çocuklar bu dönemde herhangi bir nesneyi, olayı görmeden de resmedebilirler. Örneğin; çocuk oturma odasını çizebilir; bir ev resmini görmeden de ev çizebilir. Bu dönem Piaget’nin işlem öncesi dönemine karşılık gelmektedir. Gardner,bilginin imgelerle temsil edilmesine “uzaysal zekâ” adını vermektedir. SEMBOLİK DÖNEM Bilişsel gelişimin sonuncu düzeyi sembolik dönemdir. Çocuk artık bu dönemde etkinlik yada algının anlamını açıklayan sembolleri kullanır. Çocuk dil, mantık, matematik, müzik, vb. alanların sembollerini kullanarak iletişim kurabilir. Sembolik dönem, yaşantıların formüle edilmesine olanak sağlar. Örneğin; D=Ex2; B=I (PxE). Ayrıca, bu dönemde kısa cümlelerle, anlamsal olarak zengin ifadeler oluşturulabilir. Örneğin; damlaya damlaya göl olur; boş teneke çok ses çıkarır, vb. Semboller yoluyla, az sembolle çok şey ifade edilebildiği gibi; eylemlerle ve imgelerle açıklanamayan olay nesne ve durumlar daha kolay ve etkili olarak ifade edilebilir. Bireyin sembolik döneme ulaşması, zengin yaşantılar kazanmasını sağlar. Bruner, çocukların eylemsel temsil döneminden imgesel ve sembolik temsil dönemlerine ilerlediğine inanmaktadır. Ancak bu durum, yetişkinlerin yaşantılarını artık eylemler ve imgelerle kodlayamayacağı anlamına gelmez. Artan yaş ve yaşantılarla, sembolik sistem daha çok kullanılır. Ancak, bazı meslek alanlarındaki kişilerde örneğin; cerrahlarda, sporcularda, piyanistlerde eylemsel kodlama sistemi daha da gelişmiştir. Görsel sanatlar alanındaki kişilerde de imgesel temsil süreçleri daha baskındır. VYGOTSKY’NİN BİLİŞSEL GELİŞİME İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ Rus psikoloğu Lev Vygotsky (1978), çocuğun sosyal çevresinin bilişsel gelişimde önemli bir rolü olduğunu ileri sürmüştür. Çocuklar, çevresindeki kişilerden de onların sosyal dünyalarından öğrenmeye başlamaktadırlar. Çocukların kazandıkları kavramların, fikirlerin, olgunların, becerilerin, tutumların kaynağı sosyal çevreleridir. Çocuğun için yaşadığı çevre, kültür, ona sağlanan uyarıcıların türünü ve niteliğini belirlerler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)